Ahmet Muhip Dıranas gibi benim Fahriye Ablam yoktu ama, mahallede “Adalet” ablam vardı ve ona vurulmuştum.

“Adalet” Ablam’da aynı tıpkı Fahriye Abla gibiydi.

Sanki, Dıranas, reenkarnasyonla ben olmuştu, “Adalet” ablayı yazmıştı, adını Fahriye Abla diye değiştirerek…

Önce upuzun, sonra kesik saçin vardi;
Tenin bugdaysi, boyun bir basak kadardi.
Içini giciklardi bütün erkeklerin
Altin bileziklerle dolu bileklerin.
Açilirdi rüzgârda kisa eteklerin;
Açik saçik sarkilar söylerdin en fazla.
Ne çapkin komsumuzdun sen, Fahriye Abla!

Aynen, benim için de “Adalet” abla böyleydi.

Hastaydım.

Aşıktım.

Güveniyordum.

Mahallenin en kabadaylarını bile dize getiriyordu; Adalet Abla.

Karşısında herkes titrerdi.

Babam, Adalet Abla’yı, hani gözü kapalı elinde terazi tutan o antik çağ tanrıçası kadın var ya ona benzetmişti. O günden bu yana gördüğüm her Adalet tanrıçasını, aha benim ablam diye hayran hayran seyre dalardım.

Hak, hukuk, güzellik, ruh aşkı, bakış, disiplin, sevgi hümanizm: hepsini Adalet Abla fiziki güzelliğinde barındırırdı.

Platonik olarak aşıktım, Adalet Abla’ya.

Bir gün kapısını çalarsam, işim düşerse el uzatacağını, anaç yüreği ile kucaklayacağını, başımı omuzuna rahatlıkla koyacağıma inanıyordum.

Adalet Abla’nın karşısına kim çıkarsa çıksın elinde terazi tutan kadın gibi gözleri kör yüreğine göre karar verir, ona göre sever. Ona göre okşar, ona göre cezalandırırdı.

Ona göre; sen beni hak ediyorsun, etmiyorsun derdi.

Adalet Abla’ya ben böyle tanıdım.

Fahriye Abla gibi.

Gün geldi, kapısını çaldım.

Baktım eskisinden eser yok. Adalet Abla, iffetsiz çirkin bir kadın olmuş. Güçlü olan delip geçmiş, güçsüz olan ağına takılmış.

Adalet Abla, hayal kırıklığımın son kadını oldu.

Öğrendim ki, şimdi o bir genel evde, gelen geçeni mutlu ediyor.

Aaahhh Adalet Abla..

Azizlerin tecavüzüne yılmazların da kadrine uğradın.

XxXx

Orhan Çabonoğlu’dan helallık almıştım, içim rahat..!

Trabzonspor gazeteciliğimizin en hırslı, en azimli, en ön yargılı, en heyecanlı, en keskin kalemli, en hoşgörüsüz, en takipçi, en ezici, en ağır tahlilci, en kem gözlü, en acımasız ve en tahrik edici;

Yıllarımızın As Başkanıydı Orhan Çabanoğlu.

Yazılarımızda eleştirilerimizde haberlerimizde habere bakış açımızda, hırpalamamızda, severken bile dövdüğümüzde ki o dönemin; en hoşgörülü, en babacan, en kalender, en yiğit, en sevimli, en anlayışlı, en ciddi, en yürekli, en affedici; As Başkanıydı Orhan Çobanoğlu.

Tehditkar olmadı.

Kötü söz söylemedi.

Tesislere girişimize ambargo koymadı.

Hep güler yüzle davrandı, eleştirilerinizden ders çıkartıyorum dedi.

Yenilikçiydi.

İlk kez onun as başkanlığında bizzat bu kadar sert eleştirilerime rağmen getirdiğim bir öneriye sıcak baktı Avrupa Kupası maçlarının anısına; maçlara özel broşür basılması onun döneminde oldu.

Bize hep kucak açtı. Haberlerimize ciddi aldı, fair play ruhu ile cevaplar verdi.

Haftada iki gün periyodik olarak o zaman çalıştığımız Karadeniz Gazetesi’ne geldi. Bizimle sohbet etti. Yanına bazen futbolcu bazen genç yöneticileri alırdı.

Orhan Çobanoğlu, Trabzonspor yöneticiliğinin bir sembolüydü.

Kaşüstün’de hasta yatağında gittim, elini öptüm, hakkını helal et dedim. Helallığını aldım. Gözleri ile beni tanımadı ama yüreği ile tanıdık. Elimi sıktı, son bakışlarında, Trabzonspor’da ki günleri bir filim şeridi gibi geçti...

Sen ne adamdın be Orhan Abi….

Beni ne Adalet Abla gibi hayal kırıklığına uğrattın, ne de Fahriye Abla gibi çekip gittin.

Yüreğimize indin be Orhan Abi…Yüreğimize….