Üniversitemizde 12  Temmuz 2016’da rektörlük seçimleri yapılacak.
Her aday için karşılıklı olarak suçlamalar, iddialar, görevden aldırmalar devam ediyor.
Her taraf karşı tarafı FETÖ’cu olarak gösteriyor.

Hele bugün Yeni Akit gazetesinde Mehtap Yılmaz'ın kaleme aldığı 28 Mayıs 2016 ve 30 Mayıs 2016 tarihli iki yazı okudum, hayretler içinde kaldım. Dönen üç boyutlu fırıldakların kanatları birbirine değmiyor. Dün omuzlarda taşınanlar, bu sabah erkenden ayaklar altında eziliyor. Puştluk diz boyu. YÖK'de yapılabilecek operasyonlar öncesinde hedefler gösteriliyor, yapılmak istenenler tek tek ortaya çıkıyor. 

Ve kendimle gurur duydum.
Çocuklarımın, öğrencilerimin, arkadaşlarımın da benimle gurur duyacaklarını düşündüm.

Neden mi?

Çünkü ben hiç kimsenin gölgesi altında yaşamadım, yaşamıyorum ve yaşamayacağım.
Ne Hacının ne de hocanın. Ne de falanca ideolojinin. Ne de şu partinin.
Bana hiç kimse PKK’lı demedi. Bana hiç kimse hiç bir zaman FETO’cu demedi.
Bana hiç kimse kendi menfaati için anında döndü ve FETO’yu sattı demedi. Yıllarca kader birliği yaptığı dostlarını sattı demedi. FETO’nun uyuyan hücreleri de değilim.
Hiç kimsenin parasını yemedim, devletin kaynaklarını kullanmadım, öğrencilerden zorla para toplamadım, öğrenciye zorla kitap satmadım, derse girmeden para kazanmadım, yaz boyu yan gelip yatıp tıkır tıkır paramı almadım. Haramdır dedim. 
Hiçbir öğrencim bana hırsız diye bağırmadı, pankart asmadı, gösteri yapmadı. 
Nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmedim.
Yıllarca kapalı kapılar arkasında durup, seçim yaklaştı diye, seçime üç ay kala kedi gibi kimseye yılışmadım.

Hep sözünün eri, delikanlı adam olarak bahsedildim.

Yaklaşık 30 yıldır öğrenciler arasındaki eşitliği bozmadım. Hiçbir öğrenciyi torpille, rüşvetle geçirmedim. Yönetim bana kaymaklı görevler verecek diye, yönetimin yakınlarını ve torpil yaptığı kişileri geçirmedim.
Beni yetiştirenler gerçek bir bilim adamı olarak yetiştirmedi. Gerçek bilim adamı olduğumu da asla iddia etmiyorum. Ama kendi çapımda bilimsel etiğe uymaya çalıştığımı kesin olarak savunuyorum.
Yaptığım idari görevlerde kendi menfaatlerimi hiç düşünmedim. Yaptığım görevlerde parmakla örnek olarak gösterildim. Devletin bana verdiği görevleri milletimiz adına canla başla yaptım. Yaptığım kamu hizmetlerinde yetimlerin hakkının olduğunu düşündüm.

Allaha çok şükür. Binlerce kere şükür.

Ben rektör olsam bu karakterlerimden asla taviz vermem. Onun bunun kuklası olmam. Kadromu profesyonelce kurarım. Kadromu ne camide, ne de kilisede kurarım.

Danışman yapacaklarıma ben danışırım, bana her şeyi danışacak, önümde el pençe duracak danışmanlar almam.
Bilim kutsaldır. Çin’de bile olsa alır gelirim.
Ama böyle kişiler asla idari görev yapmamalıdır. Çünkü kullanıma müsait değildirler.

Ben yıllar önce karar verdim, adam gibi yaşayıp adam gibi de öleceğim.
Rektör olsam, adam gibi rektörlük yaparım ve adam gibi de rektörlükten ayrılırım.

En iyi aday benim. Ama Züğürt ağa misali kaç oy alırım?

Hcı kesinlikle beni desteklemez. Çünkü bilir ki, emekli olduktan sonra onu danışman yapmam, ona 10 saat gece dersi vermem, yüksek lisans, doktora danışmanlıklarını devam ettirmem, kısaca üniversite sınırları içine sokmam. 40 sene üniversitenin içine edenlerin kanserli bölge gibi çıkarılması gerekir. 

Bir gün, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, bilimi referans alan insanlar üniversite yönetimine gelecektir. Böyle olmak zorundadır. Ama ne zaman bilinmez. Biz belki görmeyiz ama yeni nesiller bunu görecektir yada böyle bir ülke olmayacaktır.


Danışmanı karga olanların burnu nasıl olur?