12 Eylül..!
12 Eylül günlerinden söz etmek bana acı veriyor.
Bu acı sadece toplumsal alanda yaşanan yıkımlar, kişisel yaşamlarda açılmış yaralarla da ilgili değil.
Geçen zamanı düşünmek de içimi acıtıyor.
12 Eylül 1980’inüzerinden 32 yıl geçmiş.
Bu kişisel yaşamlarımızın üzerinden de 32 yıl geçti demek...
Tabi, hala yaşamakta olanlarımız için.
Bu sözleri kendi kuşağım, bizden daha yaşlılar ve biraz daha gençler için kaleme alıyorum.
12 Eylül 1980’dehenüz çocuk olanlar, o yıl ya da daha sonrasında doğanlar için bu tarih ne gibi bir anlam taşıyabilir?
Ateşin düştüğü yeri yaktığı, burada tam yerini bulan bir deyimdir.
Birçok kez söylendi, yazıldı.
12 Eylül 1980 öncesindeki birkaç yılda tırmandırılan toplumsal gerilimin,
siyasal cinayetlerin bir plana göre kurgulanıp uygulandığı bugün açık seçik görülebiliyor.
Darbenin lideri görünümündeki general ve çevresindekiler de bu amaç için daha uygunları bulunamayacak nitelikte kimselerdi.
Darbe, ülke içindeki işbirlikçileriyle birlikte ülke dışında planlanmıştı.
Görünürdeki darbeciler bunun ne ölçüde bilincine sahiptiler, ne ölçüde kullanıldılar, bunu belki hiçbir zaman bilemeyeceğiz.
12 Eylül günleri, cuntanın bir kâbus gibi ülkemizin üzerine çöktüğü günlerdi.
Halkın, solcuların, gençlerin zulüm altında inim, inim inletildiği bu dönemde 17 yaşında bir genç için mahkemeler kalem kırdı.
Darbenin lideri ve ekibi, bu memleketin gençlerini, solcularını darağaçlarına gönderirken
“barışı, huzuru sağladıklarını” söylemişti.
Oysaki darbe ile birlikte, emperyalist ekonomi-politikaların; yani 24 Ocak Kararlarının önünü açmışlardı.
Üniversitelerin başına YÖK belası getirilmiş, RTÜK, MGK gibi antidemokratik ve baskıcı kurumlar kurulmuştur.
82 Anayasasıile işçi ve emekçilerin kazanılmış birçok hakkı budanmış, örgütlenme ve mücadele etme haklarının önüne engeller konmuştur. Dönemin sermayedarları, “gülme sırası işçilerden bize geçti”
derken, cemaat çevreleri darbe yapanlara methiyeler düzmüştür.
Darbenin lideri solcular için ki böyle bir söyleyişin solcusu sağcısı olmaz“asmayalım da besleyelim mi” derken Başbakan da kullandığı Arapça sözlerle polis şiddetini savunmuş ve eğer “uslu durmazsak”
devamının geleceğinin işaretini vermiştir.
Bu yüzden bizler; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” sözünü bir kez daha hatırlatıyoruz.
Bugün 12 Eylül...
32 yıl önce cezaevinde ve dışında, aydınlar, yurtseverler, solcular ülkenin, insanlığın ve solun temel değerleri konusunda
her şeye karşın bir ortak duyarlılık, bir dayanışma bilinci vardı.
12 Eylül 1980’de saflar belliydi.
Sol bu kadar bölük pörçük değildi.
Aydınlar bu ölçüde karşıt saflarda konuşlanmamıştı.
Bir ülkeyi o ülke yapan temel değerler bu kadar ayaklar altına alınmamış, bu ölçüde kirletilmemişti.
Toplum böyle bir yalan sarmalı içinde sımsıkı kapana kıstırılmamış, demokrasi söylemi en kirli amaçların böylesi aleti durumuna düşürülüp kirletilmemiş, sol değerler ülkenin temel değerlerinden böylesine uzağa düşürülmemiş, bir zamanlar aynı saflarda görünen aydınlar bugün zembereği boşalmış bir zevzeklik çukurunda birbirlerine böylesine çamur atar, birbirlerinden böylesine nefret eder duruma gelmemişlerdi.
Bugünkü Türkiye’nin genel görünümü, sel felaketleri sonrasında geriye kalan enkazdan farklı değil.
Bunları yazarken gözlerimin önüne Dante’nin Cehennem’inden bazı görüntüler geliyor...
Şu anda ülkemdeyim ve özgürüm..!
Öyle mi?
Son olarak Midayet Kara’nın bir dörtlüğüyle
12 Eylül darbesini özetleyelim:
Darbeyle birlikte yıkıldı işte, bütün büyük emeller
Yok olup ta gitti 12 eylül de, nice Mustafa Kemaller
Ülkede devir kapandı, hazırlandı şimdi ki temeller
Eşi eşten kuzgunu leşten ayırdı, 12 eylül darbesi...