Geçenlerde bir cumartesi sabahı saat 9 civarında çalışma odamın telefonu çaldı. Telefonda üniversiteden çok iyi tanıdığım, fikirlerine değer verdiğim ve son derece güvendiğim, Milli Görüş’e bağlı “kutsal topraklardan” arkadaşım samimi sesiyle bodoslamadan sordu: “Aday mısın hocam” (karşılıklı gülüşmeler!).
Adı bende saklı bu arkadaşım ile rektör adaylarını belirleme seçimleri (RABS) üzerine yapmış olduğumuz geniş sohbetin üniversitem adına umut verici olduğunu söylemeliyim. Yazılarımı dikkatle okumakta olduğunu dile getiren arkadaşımın üniversitelerdeki yönetim anlayışı üzerine dile getirdiği gerçekçi, çıkarsız, objektif, kamusal ve bilimsel görüşlere aynen katılmaktayım.

Burada kendisinden yapacak olduğum sadece “güçlü rektör olmak, zayıf ve eyyamcı yönetim kadroları ile mümkündür” alıntısının, RABS adaylarının içinde bulunduğu psikolojiyi anlatmada önemli olduğunu vurgulayacağım. Gerçi bu psikoloji, bu ülkede seçim yapılan her alanda geçerli değil midir? Siyasi partilerde durum bundan farklı mıdır? Trabzonspor’un seçimle gelen yönetimleri ne kadar danışmacı, ne kadar ortak akılcıdır acaba? Ancak üniversiteler gibi akıl üretiminden sorumlu olan kurumlarda bu iş herhalde böyle değil daha ciddi olmalıdır.

İşin biraz da sahadaki psikolojik yönüne bakalım. Bilindiği gibi RABS için adaylarımız da belirli bir strateji ile yollarına devam etmektedirler. Bir yanda üst makamın takdirlerine mazhar olduğunuzu her fırsatta el altından işlemeye çalışmak, diğer yanda da oy istemek üzere akademisyenleri ikna etmenin yollarını aramak zorundasınız. Bu nedenle istemeden de olsa mantık ölçülerinin dışına çıkmak kaçınılmaz oluyor.

Açıklayalım… Halen üst makamın hiçbir adaya rektörlük için garanti vermiş olmasına kesinlikle imkân yoktur. İktidar partisinin bölgemizdeki ve kentimizdeki temsilcilerinin de bu konuda büyük bir titizlikle uyarı altında olduğunu çok net biliyorum. Böyle bir “ucuz” yola başvurmanın ne kadar hatalı olacağını üst makam dâhil herkes çok iyi bilmektedir.  Zira buna zaten gerek de yoktur. Sonuç her ne olursa olsun yasa gereğince onay üniversite dışından yapılacağına göre, son onay makamının bu yetkisini sulandırmayacağı açıktır. Bütün bu gerçekliğe rağmen, adaylık yarışında üst makam desteğini alma algısı oluşturmanın, oy verecek olan akademisyenlerde tercih üstünlüğü kurmaya yönelik olduğu herkesçe de bilinmektedir. Ancak atanma konusunda kesin bir garanti olmadığına göre ve ortada yapılması gereken bir seçim de olduğuna göre oy sayısı önemli olmaktadır.

***

Seçimlerde üniversite desteğinin düzeyini gösterecek olan oy sayısı için akademisyenleri ikna ederek sandıktan birinci çıkabilmek en önemli parametre haline gelmektedir. Bu durumda da iş çıkmaza girmektedir. Dememiz odur ki; eğer üst makamdan atanma konusunda kesin garanti alınmışsa akademisyenlerden oy istemenize gerek yoktur. Ortada böyle bir garanti olmadığına göre ve bunu da RABS adayları açıklıkla dile getiremediğine göre, oya mahkûm olmaktan başka şans da kalmamaktadır. Ama bu çelişkili durumu aklı başında akademisyenlere anlatma konusunda büyük bir zorluk yaşandığını görmekteyiz.  

Bu noktada RABS’a hazırlanan herhangi bir adayın sözde “üst makam desteğini almış durumdayım havası”, hocalarımızdan oy isteme seanslarında adayların yüzlerine yansımakta; destek istemekte olduğunuz hocayı sözde “bitmiş bir iş için” dolgu malzemesi olarak kullanmaya çalıştığınızın karşı tarafça anlaşılması riski ile adayı karşı karşıya bırakmaktadır. Anlatılması da, yaşanması da zor bir durumda kalan RABS adayının içinde bulunduğu bu psikolojiyi hayal edebiliyor musunuz?

Aslında bu çıkmaz yola girmeden, işi ta başından dürüstlük temelinde ele alarak, tutulması gereken çok daha akılcı ve mantıklı bir yol vardır. Örneğin, eğer kendinizden ve birikiminizden eminseniz üst makam desteğini alma algısı yaratma çabasına hiç girişmeden, üniversitede rektör olmanın birincil unsurunun akademisyen desteği olduğunu açıklıkla dile getirmek, takibinde onayın üst makam tarafından yapılacağını söylemek ne kadar da etkileyici olur hâlbuki. Eğer görevdeyseniz yaptıklarınızı ve yapacaklarınızı, görevde değilseniz yeni projelerinizi ve farklı olarak yapacaklarınızı hocalarımızla paylaşmak varken, bu azap dolu yola girmek ne kadar da üzüntü verici doğrusu.   

Eminim ki kendisine ve birikimine güvenen bir aday şaşırmadan, dürüstçe kendisini anlatarak oy desteği alma yoluna girse, hocalarımızın gözünde ve gönlünde iyi bir yer edinip, üst makamın da takdirini kazanacaktır. Ancak işin bu tarafı önemli ölçüde bilgi, birikim, proje, ekip kurgusu ve ikna yeteneği gerektirmektedir. Olması gerekeni bu şekilde yapmak yerine çok daha yakışıksız yollara girmek üniversite camiasının kurumsal kimliğini de zarar vermektedir.

***

Bu arada bir sözümüz de üniversiteden emekli olmasına saatler kalmış olan ve giderayak yeni bir makam sevdası peşinde olan eski yöneticilerimize olacaktır. Bu yöneticilerimiz; RABS adaylarının bilgisi dışında ve gıyabında “destek verirseniz yeni dönemde birlikte çalışacağız” kandırmacasını kullanmaktadırlar. Özellikle genç ve başarılı muhalif profesörleri avlamada işe yaradığı bilinen bu kandırmaca konusunda sayın hocalarımızı uyarmak isterim. Bilinsin ki; “yeni dönemde birlikte çalışacağız” kandırmacası genç ve dinamik profesörlerimizin yüzde seksenine teklif edilmektedir. Çünkü bu teklifi alan hocamız, karşısındaki “uyanık” ile başa baş ve samimi bir sohbetin verdiği rahatlığa bağlı olarak teslim olur. Gayet sağlam ve etkili olan bu kandırmaca genellikle işe yarar ama sonrasında herkes yazının başında yer vermiş olduğumuz gibi zayıf, avantacı ve eyyamcıların yönetiminde bir üniversiteye mahkûm olur. Hiçbir dönemde yutmadığım bu zokayı yutma tehlikesine karşı genç arkadaşlarımın dikkatini çekmenin sorumluluğunu da yerine getirmiş olayım. Sonra demedi demeyin. 

TRABZON ÜNİVERSİTESİ

Ben dememiş miydim denilecek konulardan bir tanesini ise daha yeni yaşadık. KTÜ’den doğan ikinci devlet üniversitemize de kavuşmuş olduk. Konu ile ilgili olarak daha yasası ortaya çıkmadan geçenlerde yazmış olduğum yazıda dile getirmiş olduğum gibi; “Trabzon için dile getirilmekte olan ikinci üniversite; büyük olasılıkla KTÜ’nün bünyesinde yer almakta olan bazı sosyal ve eğitim bilim içerikli fakültelerin yeni bir çatı altında toplanması şeklinde planlanmaktadır. Yani gerçekte yapılacak olan yeni bilim dalları ya da araştırma alanlarına yer verecek yeni bir üniversite değil; birbirine yakın alanların yeniden bir araya getirildiği ikiye bölmeden çıkan yarım bir üniversite…” demiştik, noktasına kadar aynen de öyle oldu.

Bu yeni düzenlemenin ne işe yaradığını mantıklı bir şekilde savunabilecek birisi varsa gelsin bize de anlatsın. Daha ortaya çıkmadan önce bu işin detaylarına girmiş ve gerekli değerlendirmeleri yapmıştık. Üzerinde durmayacağım, ancak konu üzerinde birkaç noktaya değinmeden geçmek de olmaz.

KTÜ’yü bu kadar yakından ilgilendiren bir konuda sayın yasa yapıcı büyüklerimizin hangi bilimsel ve yönetsel gerekçeleri esas aldığını bizler de merak ediyoruz. Sadece ben değil, KTÜ’nün mevcut yönetimi de bu konuda örtülü bir moral bozukluğu içindedir. Haklı olarak onlar da KTÜ’nün karpuz gibi ortadan ikiye bölünmesinde kendi fikirlerinin alınmayışından, yeni yapının nelere mal olacağı konusundaki görüşlerinin sorulmayışından rahatsızlık duymuşlardır. Zira bu üniversitede var olan işleyiş çeşitli disiplinlerin (bilim alanları) ortak yürüttüğü programın bir sonucudur. Benim tek endişem iktisadi ve idari bilimlerin de KTÜ’den ayrılması noktasındaydı. Neyse ki teselliyi, bu fakültemizi KTÜ’den ayırmayıp Trabzon Üniversitesi’nde yeni bir fakülte ihdas etmiş olmalarında buldum.

İktisadi ve idari bilimler, mühendislik fakülteleri için olmazsa olmaz bir bilim alanıdır. Günümüzde bütün mühendislik yatırımlarının temel ayaklarından bir tanesi de ekonomidir. Mühendislik mezunlarının işletme ve ekonomi konusunda tamamlayıcı öğrenim görmeleri ülkemizin kalkınması açısından çok önemlidir. KTÜ’nün teknik yapısının korunması açısından bu alan çok gereklidir ve bu tehlikeyi şimdilik yaşamadık çok şükür.

Yazı yazma seyrekliği konusunda üniversite camiasından bana gelen yoğun eleştirileri kabul ediyorum. Ama şunu da söylemeliyim ki, ben bir amatör yazarım ve bu işi sadece bir hobi olarak yapıyorum. Ayrıca dikkat ve emek isteyen bu iş için tatil günlerimden bir tanesini severek ayırmak zorunda kalıyorum. Çalışmalarımın ve işlerimin elverdiği ölçüde daha sık ve düzenli yazmaya gayret edeceğim. Gelecek hafta görüşmek üzere.