Saygı Öztürk, terörle yoğun bir şekilde mücadele eden Güneydoğu’da gitmedik yer bırakmayan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu hedefine koydu. Bakan Soylu’nun   çalışma ekibinde yer alan Salih Çoban, Ali Faik Hacıooğlu, Erdem Sürmen ve Selahattin Aydınlı ile ilgili ilginç iddialar ortaya koyan Öztürk’e çok çarpıcı bir cevap geldi.
Basın Danışmanı Selahattin Aydınlı, yaptığı yazılı açıklama ile Saygı Öztürk’e cevap verdi. Öztürk ile daha önce çalıştığını hatırlatan Aydınlı, bir de dikkat çekici bilgi paylaştı. Aydınlı, 1999 yılında  beraber çalıştığı Saygı Öztürk’ün Star Gazetesinde  Hizbullahçıların gözaltına alınması ile ilgili yaptığı habere korkarak muhabirlerin imzasını attığını ileri sürdü. Aydınlı, konuyla ilgili mahkemede ise Öztürk’ün, “Bu haberle benim ilgim yok” diyerek yalan beyanda bulunduğunu kaydetti.  
 
Aydınlı, “”Saygı’sız Öztür” başlıklı yazılı açıklamasında ise Öztürk’ün köşe yazısında kendisiyle ilgili bir dizi hataya imza attığını belirtirken,  Muhalif olmak başka bir şeydir; ilkeli olmak başka bir şey.
Kıskanmak başka bir şeydir; yalan başka bir şey.
Gazeteci olmak başka bir şeydir, Saygı’sız olmak başka bir şey.
 Bugün Sözcü Gazetesi’ndeki Saygı Öztürk imzalı bir yazıda maalesef bütün bu kavramların birbirine karıştığını gördük.
Muhtemelen basın özgürlüğü kisvesi altına sığınıp insanların yalan yanlış bilgilerle  gelişigüzel itham edebildiği, karakter suikastı yapıldığına üzülerek şahit olduk.
Ya istihbaratı yanlış almış, ya da aldığı istihbaratı beğenmeyip kendi fantezisini kaleme almış” ifadelerini kullandı.



Saygı Öztür'ün köşe yazısından o bölümler... 
 
AK PARTİNİN HİÇ BİR TEŞKİLATINDA GÖREV ALMADIM
Aydınlı, yazılı açıklamasına şu şekilde devam etti:  Mezkur yazıda; benim, Selahattin Aydınlı’nın;
- AK Parti Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı olduğum yazılmış.
Hayatımda AK Parti’nin hiçbir teşkilatında , hiçbir kademede görev almadım.
 - Sınavlara girmeden, uykusuz kalmadan İçişleri Bakanlığı’nda bakan müşaviri olduğum yazılmış.
Sınavlara girmedim, uykusuz kalmadım çünkü İçişleri Bakanlığı’nda bakan müşaviri değilim. 
Almadığım bir kadro için niye sınava gireyim? Resmi Gazete’nin internet sitesinde arama yapılarak İçişleri Bakanlığında bakan müşaviri olmadığım kolaylıkla teyit edilebilir. 
 
Kaldı ki;
Bakan Müşavirlikleri istisnai kadrolar olup doğal olarak herhangi bir sınav uygulaması olmadan üçlü
kararname ile alınan kadrolardır. Ucuz duygu sömürüsü yapmanın alemi yoktur.
 -İçişleri Bakanımız sayın Süleyman Soylu’nun yanında, İçişleri Bakanlığı’nda Bakan Müşaviri olduktan sonra TRT’ye geçişimin sağlandığı yazılmış.
Olmadığım Bakan Müşavirliğinden durduk yere niye TRT’ye geçtiğimi anlamamakla beraber, bu hikayenin belki de tek doğru tarafı, halen TRT Genel Müdürlüğü kadrosunda olduğumdur. Ancak hikayenin Saygı Öztürk açısından acıklı tarafı şudur ki bendeniz memuriyete 2011 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda Basın Müşaviri olarak adım attım.
 
Yani yeni memur değilim.
6 yıllık devlet memuruyum.
 
Daha sonra TRT’ye geçtim ve TRT’den de geçici görevlendirmeyle İçişleri Bakanlığı’na Basın Danışmanı (dikkat, müşavir değil) olarak geçici görevlendirmeyle geldim.
 
Yani İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu tarafından memur yapılmadım.
 
Tekrarlıyorum 6 Yıldır devlet memuruyum. Yapılan hukuki işlemde herhangi bir anormallik bulunmamaktadır. Devlet memurluğu yapmış herkes, buradaki silsileyi çok rahat şekilde kavrayabilir.
 
Keza diğer bakanlık müşavirlerimiz Erdem Sürmen ve Ali Faik Hacıoğlu’da 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 59. maddesine uygun olarak Bakan Müşaviri kadrolarına atanmışlardır.
 
Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün bakanlık müşavirleri nasıl atanıyorsa, uygulanan usül aynıdır.
 
Bu atamalarda KPSS şartı olmadığı ve görev yapan bakanlara müşavirlik hizmeti yapmak üzere uygun göreceği kişilerle çalışabilmesi için kullanılan kadrolar olduğu izaha muhtaç olmayan bir konudur.
 
ESKİ MESAİ ARKADAŞI... MAHKEMEDEN KORKTU...
Bütün bu yalan, çarpıtma ve manipülasyonların yanında eğer sayın Saygı Öztürk, kendisiyle eski mesai arkadaşı olduğumuzu;
 
1999 yılında Star Gazetesi’nde Emniyet Muhabiri görevi yaparken, kendisinin Hizbullahçıların gözaltına alınmasıyla ilgili yaptığı haberi, yayın yasağı gelmesinden sonra korkarak haberin altına benim ismimi yazıp servis ettiğini, bundan dolayı kendisiyle beraber ifade vermek için mahkemeye çıktığımızı, orada korkup “bu haberle benim ilgim yok”  diyerek yalan beyanda bulunduğunu, suçu muhabirin üzerine attığını yazabilseydi, köşe yazısında en azından bir tane dürüst ve etik paragraf olabilirdi. Maalesef bu şansı da ıskalamıştır.
 
Yalan ve belaltı vurmayı Türk basınının sırtına bir kambur olarak yükleyen bu zihniyetin bu ülkeye verdiği zararı tarif edecek kelime bulamamakla beraber, kendisinin bu zihniyetle asla bu ülkenin basın tarihine nakşolmuş bir gazeteci olamayacağını, bulvar gazeteciliğinden öteye gidemeyeceğini bilmek bizler için yeterli tesellidir. Kamuoyuna “Saygı’yla”  duyurulur”