Trabzonspor'un en deneyimli ve kariyerli yabancılarından birisi Slovak sol bek. Sparta Prag, Porto ve West Bromwich Albion'da şampiyonluklar yaşadı, Şampiyonlar Ligi ve Premier Lig gibi en üst düzey organizasyonlarda büyük tecrübeler edindi. Ülkesinde fizik ve taktik, Portekiz'de teknik, İngiltere'de ise agresif oyun anlamında sıçramalar yaptığını anlatan tecrübeli oyuncu özellikle Porto'da çok yetenekli oyuncularla birlikte çalışmanın kariyerine sağladığı katkıya vurgu yapıyor.

Kariyerine Inter Bratislava'da başladın, sonra da Sparta Prag'da devam ettin? Bu dönemlerde de şu anda olduğu gibi sol bek mi oynuyordun?

16 yaşında Bratislava'ya, ülkemizin başkentine gittim ve orada ciddi anlamda profesyonel futbol oynamaya başladım. Futbola başladığım günden bu yana da gerek kulüp takımlarında gerekse de Millî Takımımızda sürekli sol bek pozisyonunda görev yaptım.

Slovakya'da ve Çek Cumhuriyeti'nde başlayan kariyerinde buralarda oynarken en çok hangi yönünü geliştirdin? Slovak ve Çek futbolundan öğrendiklerin Batı Avrupa futboluna geçiş yaptığın zaman sana neler kattı?

Slovakya'da futbola başladığım dönemlerde fiziksel idmanlara büyük bir önem ve ağırlık verirdik. Çalışma yöntemlerimiz genellikle uzun mesafe koşularına ve fiziksel olarak yüksek düzeydeki antrenmanlara dayanırdı. Ülkemizdeki hava koşulları nedeniyle devre arası tatili 1.5 ay gibi uzun bir süreye yayılırdı ve biz o süreyi yine fiziksel güce dayalı idmanlarla geçirirdik. Slovakya'da, özellikle Bratislava'da oynadığım dönemde fiziksel gücümü oldukça geliştirdim. Ardından Sparta Prag'a gittim ve Avrupa'nın önemli kulüplerinden birinin bünyesinde yer aldım. Sparta'da Şampiyonlar Ligi deneyimi yaşadım ve daha ziyade taktik bilgimi geliştirdim. Porto'ya gitmeden önce Prag'da ciddi bir hazırlık dönemi geçirdim. Porto'ya gittikten sonra ise teknik beceri yönünden ciddi eksiklerim olduğunu gördüm ve özellikle hocamız Co Adriaanse'nin yardımlarıyla teknik becerilerimi çok hızlı geliştirdim. Şöyle söyleyeyim, Co Adriaanse sayesinde yarım sezonda hiç hayal bile edemeyeceğim bir mesafe kaydettim. Deyim yerindeyse Porto'dayken artık uçak hızlandı. Bunun ardından İngiltere'ye gittim. İngiltere'de ise agresif ve güce dayalı oyunda ayakta kalabilmeyi öğrendim. Kas gücüne dayalı bir oyunda daha agresif bir oyuncu haline dönüştüm ve böylece gelişimimde önemli bir aşamayı daha tamamlamış oldum.

Biraz daha yavaş ilerleyelim. 2004-05 sezonunda Sparta Prag'da şampiyonluk yaşamıştın. Aslında sezonun yarısında oynamana rağmen burada gösterdiğin performanstan ötürü Porto'ya geçtin. Bu transfer nasıl gerçekleşti? Porto'ya transfer olmayı nasıl başardın?

Porto'ya transfer olduğum dönemde Sparta Prag'da düzenli olarak oynamıyordum. Porto beni Sparta Prag'la oynadığım lig maçlarında değil, Slovakya U21 Takımı'yla Birleşik Arap Emirlikleri'nde oynadığım Dünya Şampiyonası'nda keşfetti. Porto'nun o dönemde bir sol bek aradığını ve bu nedenle Prag'a geldiğini biliyordum. O dönemde Sparta'da oldukça az forma şansı bulabiliyordum. Transferimdeki ilginç olan nokta şuydu; Porto'nun oyuncu izleme komitesine aracılık eden insanlar Sparta Prag yetkililerine hangi kulüp için geldiklerini ve beni hangi kulüp için istediklerini söylemediler. Kendilerini sadece "Portekiz'in en iyi kulüplerinden birisi için buradayız ve Marek Cech'e talibiz" diye tanıttılar. Sparta Praglı yöneticiler beni yönetim odasına çağırıp, "Hangi kulübün seni istediğini bilmiyoruz, tek bildiğimiz seni Portekiz'e götürecekleri" dediler. Ben de "Şartlar uygun olursa giderim" cevabını verdim. Hatta orada şöyle ilginç bir diyalog da yaşandı. Beni izlemeye gelen yetkili, kulüp içindeki posterlerden birini göstererek, "Seni bu kulübe götüreceğiz" dedi. Orada Porto logosunu gördüm ve transferim gerçekleşti. Ayrıca ilginç olan bir başka şey; transferin son günüydü ve Şampiyonlar Ligi'ne oyuncu isimlerinin o gün gönderilmesi gerekiyordu. Trabzonspor'da da aynı şey oldu.

Çok değişik tarzda bir futbol kültürüne gittin. Genelde Portekiz'de top oynayan Slovak ya da Çek futbolcu fazla çıkmıyor karşımıza. Bu açıdan oraya giderken kafanda şüpheler var mıydı?

Oraya gitmeden önce kafamda hiçbir tereddüdüm yoktu ama doğrusunu söylemek gerekirse oraya gittikten sonra birtakım tereddütlerim oldu. Özellikle de Quaresma'nın nasıl oynadığını gördükten sonra. Yaptığımız ilk idman o dönemde yeni açılan Dragao Stadı'ndaydı ve ben ortamdan çok etkilenmiştim. Kendi kendime, "İnanılmaz bir stadyum, burası müthiş bir yer" diyordum ve etrafımda idman yapan oyuncuların teknik becerilerini gördükçe daha büyük bir şaşkınlığa uğruyordum. Açıkçası kafamda ciddi endişeler oluşmuştu. Ama idmanlara başladıktan ve önemli bir gelişme kaydettikten sonra şunu gördüm; bir oyuncu ancak üstün yetenekli oyuncularla çalışırsa, antrenman yaparsa gelişim kaydedebiliyor. Ben Porto'da tam anlamıyla bunu yaşadım.

Porto'daki ilk sezonunda Van Gaal'in ekibinden Co Adriaanse'nin çalıştırdığı takımda şampiyonluk yaşadın ve başarılı bir ilk sezon geçirdin. Hollandalı hoca sana ne gibi katkılar sağladı bu ilk sezonunda?

Co Adriaanse özellikle oyunun teknik ve taktik düzeylerinde pek çok şey öğretti. Hollanda ekolünün bir temsilcisi olarak ondan doğru hücum nasıl yapılır ve bu doğru hücum organizasyonları teknik ve taktikle nasıl birleştirilir, bunu öğrendim. Çünkü biz Porto'da tamamen kazanmak ve rakibimiz üzerinde hâkimiyet kurmak üzerine oynuyorduk. Orada bizi zorlayacak ekipler Sporting Lizbon, Benfica ve biraz da Braga'ydı. Ama doğrusunu söylemek gerekirse bizimle onlar arasında ciddi bir seviye farkı vardı. Dolayısıyla tamamen hücum ağırlıklı oynuyorduk. Bununla birlikte bu oyunu Şampiyonlar Ligi'ne de yansıtmaya çalışıyorduk. Tüm bunları üst üste koyunca onunla çalışmak bana taktik ve teknik anlamda büyük bir katkı sağladı. Şu kadarını söyleyeyim, o ortalama bir oyuncuyu iyi bir oyuncuya dönüştürebilen bir hoca.

Aslına bakarsak sol bek olmana rağmen hücum özelliklerin daha çok ön plana çıkıyor maçlarda. Bu anlamda Portekiz futbolunun içinde yer almak hoşuna gitti mi? Kısacası kariyerinde futbol oynamaktan en çok keyif aldığın takım Porto muydu?

Şimdiye kadar oynadığım takımlar içerisinde, formasını giymekten en fazla zevk aldığım şüphesiz ki Porto'ydu. Orada 3 kez şampiyonluk ve birçok kez Şampiyonlar Ligi deneyimi yaşadım. Kendimi muazzam biçimde geliştirdim. Hepsinin ötesinde futbola dair farklı bir bakış açısı edindim. Porto benim için her tarafıyla olumlu bir deneyimdi.

Porto kulübü genç ve yetenekli oyuncuları ucuza bulup ya da yetiştirip çok yüksek meblağlara Avrupa devlerine satan, bu sırada da sportif anlamda başarısını her zaman koruyabilen bir kulüp. Porto kulübünü ve oradaki bu yapıyı bir Orta Avrupa futbolcusu gözüyle anlatır mısın?

Porto şüphesiz ki Avrupa'nın en iyi kulüplerinden biri. En iyi yaptıkları şeylerden biri dünyanın genç ve yetenekli oyuncularını genç yaşta ucuza alıp çok yüksek meblağlar karşılığında Avrupa'nın büyük kulüplerine satmaları. Bunun için Pepe çok iyi bir örnek. Pepe benim de Porto'da oynadığım dönemde Madeira'dan Porto'ya gelmişti ve 3 sezon oynadıktan sonra Real Madrid'e gitti. Anderson Brezilya'dan gelmişti, 1.5-2 sezon sonra Manchester United'a satıldı. Benim de bulunduğum kadrodan 8 oyuncunun benzer hikâyeleri var. Bana kalırsa Porto bu yönüyle Avrupa'nın diğer kulüplerine çok önemli bir örnek oluşturuyor. Kulüp organizasyonu mükemmel bir şekilde işliyor. Bu organizasyonu İsviçre saatlerine benzetebiliriz. Hiç bir şekilde hata veya aksaklık olmuyor, doğaçlama hiçbir iş yapılmıyor.

Porto'da Ricardo Quaresma ile de birlikteydin. Onu nasıl bir oyuncu olarak tanımlarsın?

Quaresma mükemmel yeteneklere sahip bir oyuncu ve onunla birlikte oynamak benim için gerçekten büyük bir onurdu. Onunla birlikte oynadığım dönemde, "Quaresma, Cristiano Ronaldo'dan daha iyi bir oyuncu" deniliyordu. Sonrasında bir takım sebeplerle Ronaldo onu bazı düzeylerde geride bırakmış olsa da ben hâlâ Quaresma'yı dünyanın en iyi kanat oyuncularından birisi olarak kabul ediyorum. Büyük bir teknik becerisi var. Trivela denilen akıl almaz bir vuruşu kolaylıkla yapıyor. İyi bir oyuncu olduğu kadar çok da iyi bir insan. Onunla saha içinde olduğu kadar dışında da çok iyi bir dostluğumuz vardı. Quaresma'nın en önemli özelliklerinden birisi de şu; taraftarın onu sevdiğini, arkasında olduğunu bilirse, bambaşka bir performans ortaya koyuyor. Müthiş bir özgüvenle doluyor ve taraftar desteğiyle yapabilecekleri üst düzeye çıkıyor.

Porto'nun ardından İngiltere'nin yolunu tuttun ve West Bromwich Albion'a transfer oldun. Burada da 3 sezon forma giydin. Kariyerin boyunca oynadığın en zor lig Premier Lig. Peki oynamakta en çok zorlandığın lig de orası mıydı?

Beni Porto'dan West Bromwich Albion'a transfer eden, takımın menajeri Tony Mowbray, "Seni sürekli oynatacağım. As oyuncularımdan birisi olacaksın" demişti. Ben de bu söze güvenerek tereddüt etmeden Porto'dan ayrılıp West Bromwich'in yolunu tutmuştum. Ama daha ilk maçta işler garip bir hal almaya başladı. İlk maçım Arsenal'e karşıydı ve Mowbray beni o güne kadar hiç oynamadığım bir pozisyonda, orta sahanın sağında görevlendirdi. Bütün dezavantajıma karşın iyi bir oyun ortaya koydum ancak o maçı takip eden günlerde ilişkimiz giderek kötüleşti. Bu tavrı bende şöyle bir izlenim bıraktı; oyuncuların kalitesini ve düzeylerini dikkate almadan kendi bildiğini yapan, oyuncularının gelişimini ve çalışma tempolarını göz ardı eden bir insan. Tüm bunların sonunda orada kalmamın bir faydası olmadığını düşündüm ve takımdan ayrılmak istedim. Fakat tam o dönemde bir gelişme yaşandı, Mowbray görevden ayrılırken yerine Di Matteo getirildi. Di Matteo kalmamı isteyince ben de West Bromwich'te kaldım. Bu anlattığım dönem, profesyonel kariyerimdeki en zorlu dönemdi diyebilirim.

Oysa Tony Mowbray, İngiltere'ye ilk gittiğin sıralarda senin ideal bir profesyonel olduğunu ve takıma önemli katkılar yapacağını söylemişti. Acaba başlangıçta o lige adaptasyon sağlayamamış olabilir misin?

İngiltere'de yaşadığım zorlukların oraya uyum sağlamamdan kaynaklanan sıkıntılardan dolayı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü şöyle bir şey vardı; Tony Mowbray, maçın adamı seçildiğim müsabakaların ardından bile beni yedek bırakıyor ve kendime olan güvenimi sarsıyordu. Bana hiç bir şekilde güven vermiyordu ve o takımın önemli bir parçası olduğumu bana hissettirmiyordu. İngiltere Ligi'nde agresif oynamanız ve sürekli güçlü kalmanız gerekiyor. Bunun da getirdiği birtakım zorluklar var. Ama benim orada sıkıntı yaşamama neden olan şeyler bunlar değildi. O dönemde kötü oynamış olsam bunu bugün gönül rahatlığıyla söyleyebilirdim. Ama öyle olmadı. İyi oynadığım maçlardan sonra bile bana karşı takındığı tavırlar güven kaybetmeme yol açtı.

WBA'da geçirdiğin ilk sezonun ardından küme düştünüz ve takımın başına Di Matteo getirildi. İtalyan teknik adamla birlikte takımın değişmez isimlerinden biri oldun ve yeniden Premier Lig'e çıkmayı başardınız. Di Matteo'dan ve o sezondan biraz bahseder misin?

Di Matteo benim için gerçekten de önemli teknik adamlardan birisi. İngiltere'deki konumumu gözden geçirme ve West Bromwich'ten ayrılma aşamasına gelmişken beni yeniden kendimle ve futbolla barıştırdı. Onun döneminde kendime olan güvenimi yeniden kazandım, sürekli oynayan bir oyuncu haline geldim ve eski performansımı yakaladım. O sezon West Bromwich'le yeniden Premier Lig'e dönmemiz de ayrı bir güzellikti.

Türk futbolunun oynadığın liglere oranla en bariz farkı ne sana göre?

Hiç kuşkusuz oynadığım ligler arasında en kalitelisi Premier Lig'di. Türkiye Ligi'ni ise birçok özelliğiyle Portekiz Ligi'ne yakın buluyorum. İki ligde de fiziksel mücadele daha büyük bir önem kazanıyor. Türkiye Ligi'ndeki fiziksel ve taktik mücadelenin beni olumlu anlamda çok şaşırttığını da söylemeliyim.

İleriye çıkmayı seven bir sol bek olduğun için günümüz futbolu gereği önünde oynayan kişinin de defansif özelliklerinin olması gerektiğini düşünüyor musun? Mesela zaman zaman sol kanatta görev yapan Halil Altıntop buna bir örnek olabilir.

Şüphesiz ki önümde oynayan oyuncunun defansif oyuna da katkı yapması ideal bir durum olur. Önümdeki oyuncunun bu zihniyetle oynaması, bana yardımcı olması, işimi kolaylaştırır. Bu bakımdan Halil iyi bir örnek, çok dengeli bir oyuncu. Önümde oynayan oyuncu Quaresma tipinde birisiyse ve rakip beke korku verip ileri çıkmasına imkân vermiyorsa, bu da benim için çok olumlu bir durumdur. Çünkü bu sefer o kanattan bana ağır bir yük binmez. Fakat bu bahsettiğiniz konuda Halil'den daha iyi bir örneği görmedim.

Co Adriaanse, Tony Mowbray, Roberto Di Matteo, Roy Hodgson, Şenol Güneş ve diğerleri. Kariyerinde birçok teknik adamla çalıştın. Senin üzerinde en çok emeği olan ve senin kendini en çok geliştirdiğini düşündüğün isim kimdi?

Bu soruya cevap vermeden önce şunu söyleyeyim, Şenol Hocayı değerlendirmenin dışında tutacağım. Çünkü Şenol Güneş'le sadece 4-5 ay çalışma imkânım oldu, bu nedenle onu bu değerlendirmeye dâhil etmeyeceğim. Kariyerime olumlu etki eden birinci isim Co Adriaanse'ydi. Kendisiyle sadece 1 sezon çalışmış olmama rağmen bana ofansif ve defansif oyunla, taktik disiplinle ilgili çok önemli katkılar sağladı. Onun ardından Di Matteo'nun ismini söyleyebilirim. Yine taktikle ilgili olarak onunla önemli mesafeler kat ettim. Dünyanın 1 numaralı savunma ekolu olan catenaccioyu o öğretti. Catenaccionun temel prensiplerini onunla uyguladık. Benim için 2 numarada da Di Matteo gelir.

Trabzonspor'un Avrupa kupaları bakımından en tecrübeli oyuncularından birisin. Sana göre bordo-mavili ekibin UEFA Avrupa Ligi'nde yukarılara tırmanması için neler yapması gerek?

UEFA Avrupa Ligi'nde başarılı olmak için Şampiyonlar Ligi'nde deplasmanda oynadığımız Inter maçının oyun zihniyetini sahaya koymamız gerekiyor. Nasıl ki o maçta topa iyi sahip olup Inter'in etkili bir oyun ortaya koymasını engellediysek ve oyunlarını kilitlediysek aynı zihniyeti ortaya koymamız lâzım. Bu işin defansif boyutu. Ofansif boyutta da daha fazla gol şansı yaratmamız, daha hareketli hücum varyasyonları yapmamız gerekiyor.

Kariyerin boyunca oynamış olduğun en yetenekli ya da en iyi oyuncu kim?

Çok sayıda iyi oyuncuyla oynadım. Ama Quaresma'nın kesinlikle ayrı bir yeri var. Quaresma'nın öyle bir yönü var ki, siz topu nasıl atarsanız atın o vücudunun herhangi bir bölümünü kullanarak kontrol etmeyi ve topa hükmetmeyi becerebiliyor. O yüzden onu ayrı bir yere koyuyorum.

Trabzon'a alışabildin mi? Yemeklerle aran nasıl?

Trabzon küçük bir şehir ve bu küçük şehri tanımakta da herhangi bir zorluk yaşamadım. Burada Türk arkadaşlar edinmeye başladım. Yemek konusunda son derece memnunum. Çünkü Türk mutfağı Slovak ve Portekiz mutfaklarına çok benziyor. Futbol haricindeki zamanımı daha fazla dışarıda geçiriyorum ve yeni yerler keşfetmeye çalışıyorum.

Kendini bir cümlede özetlesen, nasıl bir sol bek olduğunu söylersin?

İnsanın kendisini tarif etmesi zordur. Çünkü kimi insan kendisini över, kimisi ise kendisine karşı çok acımasız davranabilir. En iyisi başka insanların sizi tarif etmesidir.

Sana göre bölgende oynayan Türkiye'de ve dünyadaki en başarılı oyuncular kimler?

Doğrusunu söylemek gerekirse ben boş vakitlerinde televizyonda çok fazla futbol izleyen bir tip değilim. Ama benimle aynı pozisyonda oynayan oyuncular içinde en fazla beğendiğim isim Fabio Coentrao. Portekiz Millî Takımı'yla 2010 Dünya Kupası'nda çok başarılı bir performans sergiledi ve ardından da Real Madrid'e transfer oldu. İzlediğim, takip ettiğim nadir oyunculardan biridir Coentrao.

Hücuma destek verdiğin halde fazla gol atamadığını görüyoruz. Bunun nedenini neye bağlıyorsun?

Sana göre en zayıf yönün hangisi?

Benim önceliğim gol atmak değil. Gol attırmayı, takım arkadaşlarına servis yapmayı seven bir oyuncuyum. Birinci sebep bu. İkinci sebep ise uzun boylu bir oyuncu değilim ve duran toplarda öne çıkmıyorum, çünkü bu bana bir avantaj sağlamıyor. Bu iki sebepten dolayı gol sayım düşük kalıyor. Zayıf yönüm olarak ise şunu söyleyebilirim. Koşu anında iyi savunma yapabiliyorum. Ama rakibin koştuğu ve benim statik bulunduğum anlarda zorlanabiliyorum. Rakip kadar hızlı dönemeyebiliyor ya da ona gerekli cevabı veremiyorum. Bu yönde yaşadığım sorunları çözmem ve kendimi geliştirmem gerekiyor.

Trabzonspor'daki hedeflerin neler?

Kariyerim boyunca üç farklı takımda, üç farklı ligde şampiyonluklar yaşadım. Türkiye'ye de aynı hedefle geldim. Trabzonspor'la 3 yıllık sözleşmem var ve ben bu üç yıl içinde bir şampiyonluk yaşayabileceğime inanıyorum. Röportaj: Nuri Bekar