AŞI VE İĞNELER ORUCU BOZAR MI?

İnsan vücudunda gıdalanmaya esas olan kanal ve yollar iki kısımdır:

a. Burun, kulak, ön ve arka yollar gibi tabiî ve aslî kanallar. Bunların herhangi bir yerinden vücudun iç kısmına geçecek olan maddeler ittifakla orucu bozarlar. İç kısma ulaşmayanlar ise, orucu bozmazlar.

b. İkinci kısım yollar ise, sonradan meydana gelen ârızî kanal ve yollardır. Vücuddaki bir kesik, yara, v.s. gibi. Bu yollardan içeri geçiş kesinlik kazandığı takdirde orucun bozulacağında yine ittifak vardır. Ancak iç kısma geçiş şüpheli durumlarda ise İmam Ebu Yusuf ve Muhammed’e (İmameyn) göre oruç bozulmaz, İmam-ı A’zam Hazretlerine göre ise oruç bozulur.
Görüldüğü gibi İmam-ı A’zam ile iki talebesi arasındaki ihtilâf esasta değil, keyfiyet üzerindedir. Yani içe nüfuz katiyet kazandığı zaman, onlara göre de oruç bozulmuş olmaktadır.
Bu genel kaideler ışığında iğne ve aşıları incelediğimizde şu durum ortaya çıkmaktadır: Çiçek aşısı gibi deri üzerinden yapılan aşı ve ilâçlamalar orucu bozmaz. Çünkü deri vücudun dış kısmını teşkil eder. Bunun dışında kalan iğne ve aşılar, genel olarak damardan, kaba etten ve deri altından yapılmaktadır. Her üç halde de ilâç verilmeksizin vücudun derinliğine batırılan iğnenin bir tarafı dışta kaldığı için, yalnız batırmakla oruç bozulmaz. Ancak içeri ilâç, su gibi maddeler enjekte edilirse oruç bozulur. Çünkü bu maddeler vücud içinde kararlaşıp yerleşir. Damardan verilen ilâçlar ise, doğrudan doğruya kana intikal eder. Oradan organlara dağılır. Kaba et ve deri altındaki ilâçlar da yine içeriye nüfuz etmiş sayılır. Bu itibarla vücuda ilâç zerketmek için yapılan aşı ve iğneler, orucu bozarlar. Ancak kefaret icap etmez. Yalnızca kaza kâfi gelir.
Önemli hastalığı olanlar, zaten oruçlarını bozabilirler. Bunlara oruçlu halde yapılan iğne ile oruçları bozulur. Sağlık durumları düzeldiğinde oruçlarını kazâ ederler. Bu gibi kimselerin mümkünse iğneyi geciktirerek iftardan sonra yaptırmaları daha iyidir.

* Vücuda dışardan kan almak, ilâç almak gibidir. Orucu bozar. Fakat kan vermek orucu bozmaz.

* Abdestte ağza su verip geri boşalttıktan sonra, arta kalan yaşlığın tükürük ile beraber yutulması orucu bozmaz.

* Dişlerin arasından çıkan kan, az olup tükürük içinde kaybolmakta ise bu kanın yutulması oruca zarar vermez. Ancak kan tükürüğe galebe çalacak çoğunlukta ise bunu yutmakla oruç bozulur.


GÜNÜN HİKAYESİ

"Kurulan ilk insan hakları mahkemesi"



Hicretin 17. senesinde Halife Hazreti Ömer, ziyaretçi çokluğundan dolayı Resulüllah'ın mescidini genişletmek istemişti. Bunun için Türbe-i Saadet'in etrafındaki arsaları istimlak edip mescide katması gerekiyordu.

Çevredeki arsa ve ev sahiplerine tekliflerde bulundu:

- Evinizi, arsanızı Resulullah'ın mescidini genişletmek için satın almak istiyorum. Kimse malına değerinden aşağısını vereceğimi sanmasın. Herkes kıymetini söylesin, gönlünden geçirdiği fiyatı bildirsin. Resulullah'ın mescidine zorla alınmış arsa ilave etmeyi düşünmüyorum.

Herkes arsa ve evinin değerini söyler, binalar, arsalar satın alınır, Resulullah'ın mescidi genişletilmeye müsait duruma gelir. Ancak bir pürüz var. Onu da halletmek gerekiyor.

- Nedir o pürüz?

Hazreti Abbas. Abbas, arsasını satmak istemiyor. Mescide de olsa vermeyi düşünmüyor.

Halife bizzat meşgul olur, tekliflerini tekrar eder:

- Ya Abbas, arsanın değerinden aşağısını vermeyi düşünmüyoruz. Resulullah'ın mescidine böyle zorla alınmış bir arsa ilave etmeyi de uygun bulmuyoruz. Şayet verilen fiyat az geliyorsa emsallerinden de fazla fiyat vereyim, arsanı ver de bu iş bitsin. Mescid-i Nebi ziyaretçileri içine alacak genişliğe ulaşmış olsun, ihtiyacı karşılayacak hale gelsin.

Hayret! Abbas'tan beklenmeyen tavır:

- Hayır, mülk benimse fazla fiyat verseniz de satmak istemiyorum. Zorla alacaksanız o başka!

İçinden çıkılmaz bir durum söz konusu olunca Halife olayı mahkemeye intikal ettirir. Hakim meşhuk hukukçu Übeyd bin Kab.

Taraflar huzurdalar. Devletin iddiası:

- Biz yönetim olarak Abbas'a değerinden fazla fiyat verdik, artık diretmemeli, arsasını vermeli ki, Resulullah'ın mescidi ihtiyacı karşılayacak şekilde genişleme imkanı bulsun.

Abbas'ın cevabı:

- Arsa benimse, mülküme ben sahipsem, değerinden fazla da verseler vermek istemiyorum. Ne para zoruyla, ne de mescide ilave etmek iddiasıyla mülkümü elimden kimse alamaz.

Mahkemenin kararı:
- İslam hukukunun gereği kimse başkasının mülküne ve arazisini isterse para zoruyla olsun, alamaz. Mescid için de olsa mal sahibini zorlayamaz. Abbas'ın mülkü Abbas'ta kalacak, hükümet istimlak için zorlamayacaktır.

Mahkemenin tartışma götürmez bu kararı kesinleştikten sonra taraflar kalkıp gitmek üzere kapıya yönelmişken bir ses işitilir. Bu ses Abbas'tan başkasının sesi değildir.

Bakın ne diyor Abbas:

- Ya Übey, mahkeme bitmiş, karar kesinleşmiştir değil mi?

- Evet mahkeme bitmiş, karar kesinleşmiştir. Kimse senin arsanı fazla fiyat vererek de olsa zorla alamaz.

- Öyle ise der, şimdi beni dinleyin. Mahkemenize açıkça ifade ediyorum. Arsamı şu andan itibaren Resulullah'ın mescidine ilhak edilmek üzere hibe ediyorum. Hem de tek kuruş almadan, hiçbir maddi menfaat beklemeden. Hepiniz şahit olun, parayla alınamayan arsam, hiçbir karşılık verilmeden Resulullah'ın mescidine hibe edilmiştir ve mülk bu andan itibaren halifenin tasarrufuna girmiştir.

Übeyd bin Kab'ın sorusu:

- Ey Abbas, neden böyle bir tutumu tercih ettin? Önce aşırı fiyatla da olsa vermedin, şimdi ise parasız hibe ediyorsun?

Abbas'ın kitaplık çapta cevabı tek cümleden ibaret:

- İslam'ın insan haklarına gösterdiği saygıyı dünyaya duyurmak için!...

KAYNAK: Şahin, Ahmed, Yaşanmış Örnekleriyle Aradığımız İslam, Zaman Cep Kitapları, 3, Feza Gazetecilik, İstanbul 2001