Kasım sayısında Derin Tarih dergisi İngiliz tarihçi Andrew Mango’nun kaleme aldığı yazıyla Cumhuriyet tarihinin en çetrefilli konularından birini masaya yatırıyor. Mango’nun ilk defa Türkçeye çevrilen “Atatürk ve Kürtler” makalesi Kürt sorununun doğuşu ve gelişmesi hakkında önemli ipuçları veriyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtlerle ilişkisinde ilk gerilim Dersim ve Şeyh Said isyanlarıyla yaşandı. PKK’nın silahlı eylemlerinin başladığı 1980’lerden “Çözüm Süreci” görüşmelerinin sürdürüldüğü bugünlere kadar maddi ve manevi ciddi kayıplar verildi. Kürt sorununun hangi saiklerle ortaya çıktığını anlayabilmek için devletin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün tarihi süreç içinde Kürtlere karşı nasıl bir yaklaşım benimsediğini incelemek kaçınılmazdır.

KÜRTLER VE TÜRKLER ÖZ KARDEŞTİR

Mustafa Kemal 1916’da 16. Kolordu Komutanı olarak Diyarbekir’e (Diyarbakır) gönderilene kadar Kürt aşiretleriyle tanışmadı. Mustafa Kemal’in Kürt aşiret liderleriyle ilişkileri yönetme becerisi 19 Mayıs 1919’da Anadolu'ya gelip millî bir direniş hareketi inşa etmeye başladığında test edildi.

Mustafa Kemal'in Kürtlere mesajı özellikle 11 Haziran 1919'da Cemilpaşazade Kâzım’a gönderdiği telgrafta son derece açıktır. Bağımsız bir Kürdistan kurmanın İngilizler tarafından Ermenilerin yararına tasarlanmış bir plan olduğunu ilan eder: “Kürtler ve Türkler öz kardeştir ve birbirlerinden ayrılamazlar. Varlığımız Kürtlerin, Türklerin ve diğer bütün Müslüman unsurların bağımsızlığımızı savunmak için birlikte savaşmasını ve anavatanın bölünmesini engellemesini gerekli kılmaktadır.” Başka bir telgrafında Kâzım Karabekir'e “Kürtleri öz kardeşi gibi kucaklamaya” ve böylece Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri aracılığıyla bütün milleti birleştirmeye hazır olduğunu söylemektedir.

11 Eylül 1919'da Sivas Kongresi tarafından yayınlanan bildirge Erzurum'da kullanılan ifadeleri tasdikler nitelikteydi. Kürt etnik kimliğine ve Kürt göreneklerine saygı gösterileceği özellikle vurgulandı. Mustafa Kemal 3 Aralık 1919'da Mutkili Hacı Musa'nın mesajına verdiği cevapta; “Bütün dünya bilmektedir ki Kürt kavm-i necibi (soylu milleti) kutsal Halifelik kurumuna karşı dinî bir bağlılık duymakta ve Türk kardeşleri ile birlikte bölünmez bir kahraman yığın meydana getirmektedir” diyordu.

CUMHURİYET VE KÜRTLER

20 Şubat 1920'de Ankara'da TBMM'nin kurulmasının arifesinde Mustafa Kemal sürgündeki Jön Türk liderlerinden Talât Paşa'ya yazdığı özel bir mektupta:  “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namı altında vücuda getirilen oluşturulan millî birlik, Erzurum ve ardından Sivas genel kongrelerde tespit edilen esaslara göre Türk ve Kürt millî hudutlarıyla tahdid edilen Türkiye'yi taksim olmaktan kurtarmak ve Osmanlı devlet ve milletlerinin bağımsızlığını temin etmek gayesini hedefledi” diyordu.

23 Nisan 1920'de toplanan TBMM içerisinde Kürt üyeler de bulunmaktaydı. TBMM'nin 20 Ocak 1921'de kabul edilen ilk anayasa vilayetlerin yerel konularda otonom olduğunu açıklıyordu. İki yıllığına seçilen Vilayet konseylerine dinî kurumları, eğitim ve sağlık hizmeti veren kurumları, kamusal işleri, genel anlamda tarım ve ekonomiyi TBMM kanunları çerçevesinde yönetme yetkisi tanınıyordu.

Mustafa Kemal'in fikrini değiştirmediği ve Kürt özerkliğini ülke çapındaki yerel yönetim kapsamında değerlendirdiği ve Lozan Antlaşması görüşmelerinin sürdüğü 16/17 Ocak 1923 tarihinde gazetecilere İzmit'te verdiği brifingde Kürtlere yaptığı göndermelerden açıkça anlaşılabilir.

İPLER KOPUYOR

1926 yılında İzmir'de Mustafa Kemal'e yönelik suikast girişimi sonrasında ‘muhtariyet’ (otonomi) terimi yerel yönetimlere ilişkin hükümlerden çıkarıldı. 24 Temmuz 1923'te Lozan Barış Anlaşması imzalanır imzalanmaz Türkiye içinde Kürtlerin özerkliği konusu rafa kaldırılmış ve Türk hükümetine toprakları üzerinde hükmetme hakkı tanınmıştı. 1923'ten sonra Mustafa Kemal'in Kürt sorununa temel müdahalesi 1925'te gerçekleşti. Bu dönemde Şeyh Said ayaklanması gerçekleşti. Mustafa Kemal daha sert bir müdahalenin gerekli olduğuna karar verdi. Mustafa Kemal 7 Mart 1925 tarihli beyanatında isyanı, bazı önde gelen ve asıl amaçlarını gizlemek için dinî bir maske gibi kullanan kanunen mücrim olan bazı Kürt şahsiyetlere atfetti.

8 Aralık 1925'te Eğitim (Maarif) Bakanı “Kürt, Çerkez, Laz, Kürdistan, Lazistan” gibi ayrılıkçı terimlerin kullanılmasını yasaklayan bir genelge yayınladı. Mustafa Kemal bu yeni düşünce yapısını 1930 yılında manevî kızı Âfet İnan'a dikte ettiği Yurttaş İçin Medeni Bilgiler adlı kitapçıkta dile getirdi. Bu konuyla ilgili paragrafta şunlar yazmaktadır:

“Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır.”  Aynı yıl Türk Tarihinin Ana Hatları adlı eserin basılmasıyla dünya yüzündeki uygarlıkların hepsinin değilse de pek çoğunun Türk kökenli halklar tarafından kurulduğunu ileri süren Türk Tarih Tezi'ni ortaya koymuş oluyordu.

Özetle, İstiklal Savaşı yıllarında Mustafa Kemal Türkiye'nin Müslüman nüfusunun birden çok etnik unsurlu yapısını özellikle fark etmiş, bu etnik unsurların kardeşçe birliğine de özel bir vurgu yapmıştı. 1923 yılından sonra tek bir Müslüman etnik topluluğun özerkliği Türkiye'nin siyasî gündeminden çıktı. Mustafa Kemal tüm enerjisini iktidarını konsolide etmeye ve kültür devrimine ayırdı. Kürtlere ayıracak fazlaca vakti yoktu.