Öncelikle Afyonkarahisar’da yanarak şehit olan 25 mehmetçiğimize Allah’tan rahmet Türk Milleti’ne başsağlığı dilerim. Ve dilerim ki bu sabotaj, bu komplo, veya bu ihmal neyse bir an önce ortaya çıkar. Kimseyi istifaya çağırmayacağım çünkü öyle saçma sapan açıklamalar okuyorum ki bu açıklamaları yapan insanlardan istifa etmek gibi bir erdemlik beklemek İsrail’den Türkiye’ye yardım beklemek gibi birşey olur.

Emekli Tuğgeneral Haldun Solmaztürk’ün açıklamalarını yabana atmayın.

AÇIKLAMALARININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN BU LİNKİ TIKLAYIN

Askerliğim sırasında mühimmat sayımlarında bende bulundum.
Bu depolara girecek askerde, komutan da, şoförde özenle seçilirdi.
Mühimmat sayımlarını öyle bir bölük askerle değil… 2-3 asker genelde onbaşı veya çavuş olurdu bu askerler ve komutan ile yapardık.


Kilitli kasalardaki el bombalarını, mermileri bir bir sayardık. Ewt. Fakat bende bir el bombasının yere düşerek patlayacağı ihtimaline yüzde 5 ihtimal vermiyorum.


Çünkü hepsi sapa sağlam kilitli kutularda. Öye kavun karpuz gibide birbirimize atarak saymıyorduk mühimmatı.

Bir ihanet kokusu alıyorum. Hükümet kesnlikle kaza dese de…

Dilerim öyledir.İçerdeki hainlerin sayısı da her geçen gün artıyor.


Neler var anlatılacak, neler var konuşulacak.. Elimizden geldiği kadar ilgili organlara bunları iletiyoruz. Evet bunlar devlet sırrıdır.

Öyle alenen uluorta konuşulmaz. Vatana ihanet edenlere çanak tutmaktan başka birşey olmaz. Ama birilri artık herkesin kafasındaki o şüpheleri gidermeli.. 20 yaşında sarılacak cesedi bile kalmayan şehit mehmetçiklerimizin hesabı birilerinden sorulmalı…


VOLKAN KONAK’I ÖZLEMİŞTİK VE BİR SİTEM ETTİK AMMA...
Karadeniz’in hırçın çocuğu Amerika’da kaldı diye bir twet attık. Atmaz olaydık. Özlemiştik diye bir sitem edelim dedik. bir gün sonra baktık Trabzon’da Zorlu Grand Otel’in önünde yüzlerce kalabalık sarmış etrafını. Seviyoruz onu, sevmekten de usanmayacağız…

Biraz daha bizimle kalmalı. Bizimle olmalı diye düşünüyoruz.


Bir fotoğraf çekilebilir miyiz diye herkes koşuşuyor etrafında.…


Konak hasta olan annesini ziyarete gelmiş. Çok geçmiş olsun diyoruz.
Allah acil şifalar versin diyoruz.


Karadeniz’in hırçın çocuğunun baş kaldırışını özledik diye sitem etmiştim…

Acılı gününde bulaşmayayım dedim bu işlere. Girmedim muhabbete.


Trabzon’un ve Trabzonlu akil insanların ülkenin içinde bulduğu bu zor dönemde ki sessizlikleri beni rahatsız ediyor.
Birilerinin dediği gibi değil artık Trabzon biliyor musunuz?
Sanki susturuldu, bastırıldı, sanki maşa olmaya alıştırıldı.
Dink ile maşa oldu... (Kontragerilla)
Santoro ile maşa oldu... (Ergenekon)
Akyazı ile maşa oldu... (Kıyı kanunu değiştirildi)
Bize ne oldu... Söyleyin... Mert, dürüst, zeki insanlardık biz nasıl alet olduk bunca oyuna.

Trabzonspor’a bir bakın... Taraftarın içine düşürüldüğü şu duruma bir bakın.

Bir hafta önce Sadri Şener’e su şişesi atanlar, bir hafta sonra onu omuzları üstüne kaldıranlarla aynı.

Bir hafta önce Havalimanında onu karşılayanlarla, bir hafta sonra onu istifaya çağıranlar aynı.


Kombineleri alanlar aynı, dağıtanlar aynı.

Bir mert vardı aslan gibi yazardı, onunda ağzına iki parmak bal çalındı. Susturuldu.


Kimileri yeni liste çalışmaları yaparken, kimileri Sadri Şener Başkanlığında devam kararı için yeni yönetimlerin peşine koşar oldu.


Kimileri parasız, laf dinleyen bir yönetim oluşturmanın gayreti içinde. Nasıl olsa Trabzonspor para doğruyor, bizim elimizden kaçamayacak bir yönetim olsunun peşinde.


Kimilerinin kalbi sıkışıyor televizyon karşısında bu takım için, kimilerinin cüzdanı sığmıyor cebine bu takım sayesinde.

Trabzonspor taraftarı, Trabzonspor gibi ruhunu, geçmişini, benliğini kaybediyor yavaş yavaş. Sessiz ve derinden yapılıyor bazı planlar…

İstanbul’a takımı taşıma yönünde fısfıslar namertçe birilerine işittiriliyor.

Kahretsin yenildik diyemiyoruz artık birileri ağzımızın üstüne tokadı vuruyor “ne yapsın Sadri Başkan parası yok, bak nasıl transferler yaptı, ne yapsın Şenol Güneş adama oyuncu mu alındı”. Bunu yapan sermaye, ağababalar veya siyasiler olduğunu zannetmeyin. Bunu yapan sissiziniz. Taraftarın ta kendisi.

Artık başkanda korkmuyor taraftardan, yöneticilerde. Hiç çekinmiyorlar da.
Önceleri maçı ciddiye almayan, aldığı paranın hakkını vermeyen oyuncu bir dahaki maça kadar şehirde gezemezken şimdi partilerde, İstanbul gecelerinde soluğu alıyor hemde Trabzonlu birkaç komisyoncu ile…


Önceleri Hüseyin Avni Aker’de taraftarın taktiri veya tepkisi Tarkan’ın şıkıdmları ile bastırılamazdı. Taraftar kükrer oyuncunun dizleri titrer yönetici kaçacak apı arardı.

Önceleri takım yenildiğinde uçakta suratlar asılır, herkes üzülürdü şimdiki gibi hiçbirşey olmamış tavırları takınılamazdı. Böyle bir durum olduğunda, taraftar ağlarken uçaktaki bir futbolcu güldüğünde yönetici o futbolcunun haddini bildirirdi. Şimdi yöneticiler uçaktaki oyuncularla diyalog kuramıyor. Çünkü takım bize yabancı. Yönetime yabancı. Takımın 12 si yabancı ve yöneticilerin birçoğu onların dilinden anlamıyor bile.

Yaz yaz bitmiyor bu takıma ihaneti…

Yaz yaz bitmiyor bu taraftara yapılan ayak oyunları.
Yaz yaz bitmiyor gerçek taraftarın, gurbetteki o kanına kadar Trabzonspor taraftarının çektiği zulmü, yaşadığı ezikliği..

TRABZON’A YAKIŞMAYAN ZAFER BAYRAMI

Evet yine Trabzonkspor’u aldık parmaklarımızın ucuna sürükledi gitti bizi bir sayfa boyunca. Aslında bu değil di konumuz. 30 Ağustos Zafer bayramı idi en çok hayıflandığım. Tören geçişi esnasında bando vururken, kapalı dükkanların, bomboş sokakların yankılandığı o marşları dinlerken yaşanan ilgisizlikti.
Bu duyarsızlık, bu vefasızlık Trabzon'uma yakışmayan bir BAYRAM.


Çünkü bu bayramın torpili yok, bu bayramda dini istismar yok, bu bayramda harçlık yok, bu bayramda Bakan’da yok, milletvekili de yok Volkan Canalioğlu’na haksızlık edemeyiz. Bir vekil oydu katılan.

Neredeydi Ramazan Bayramı’nda partilerindeki bayramlaşmalara akın eden Trabzonlum.


Çünkü. Bu bayramda yalakalık yapacak adam yok, bu bayramda torpil isteyecek adam yok, bu bayramda yağdanlık gibi başında bekleyeceğiniz, sizi genel müdür yapacak biri de yok.

Bu kadar mı zor durumdasın Trabzonum.
Bu kadar mı ele güne muhtaç oldun.
Bu kadar mı başkaları olmadan yaşayamaz oldun.

Balığın artık seni doyurmuyor mu, yayladaki ineğinin sütü peyniri, yağı yetmiyor mu.

Yoksa Batum’a mı gidesin geliyor her hafta sonu…
Söyle bana Trabzon’um. Sen Bu değilsin. Bir ismin bir namın bir şöhretin var senin.


Zafer Bayramını en iyi sen yaşardın, sen bilirdin. Akın akın meydanlara inerdin. Unuttun mu zafer Bayramını da sana.
Unutturdular mı, ele güne muhtaç edip.
Kredi kartı borcundan, oğluna iş aramaktan, eşine doktor bulamamaktan, kızını dersaneye yazdıracak torpil aramaktan fırsat kalmadı değil mi?

Ama sen yinede bir oku 30 Ağustos’u…
Bugün bir itoğlu it Türkiye’nin bir bölümünün başka bir devletin kontrolü altında olduğunu ilan edip serbestçe dolaşırken sokaklarda.
Bakın 30 Ağustos’da ne olmuş. Kim ölmüş kim kalmış. Bu millet kime karşı durmuş. Nasıl bu toprakları kazanmış.
Bugün üç beş çapulcu ile mücadele edemeyenler, Türkiye’nin doğusunda bir savaş varken bunu milletten gizleyenler. Terör sorunun çözemeyenler, şehit cenazeleri olduğunda bakanlarını, vekillerini konuşturanlar… Neden hep garibanlar şehit oluyor sorusunun cevabını veremeyenler. Türkiye’nin hangi ilinde deniz olup olmadığını bilmeden, milliyetçiliği matematik oyunu zanneden liderlik vasfına bürünmüş fikir fukaraları…

Okuyun… ilk emrimdir. Okuyun. Kurtuluş ilimdedir okuyun. Aydınsınız. Okuyun. Dininize, ilminize, Allahınız aşkına okuyun.
Bakın 30 AĞUSTOS da ne olmuş.
Kaç ordu ile savaşmışız. Kaç millet bize tuzak kurmuş. Bu toprakları kimlerden almışız. Annenizin nenesi uçkurunu niye sıkı bağlardı da şimdi rahat rahat entari ile geziyor.


Bunu bir sorgulayın. Allah aşkına bi kendinize gelin.


LÜTFEN ÜŞENMEYİN VE ŞU MİLLİ MÜCADELEYİ BİR KEZ DAHA OKUYUN

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınıyor, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son veriliyordu. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız bu topraklar düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.

Türk milletinin bu durumu kabul etmesi elbette mümkün değildi. 19 Mayıs 1919'da Atatürk'ün Samsun'a çıkmasıyla, lideriyle kucaklaşan Anadolu, Atatürk'ün önderliğinde Kurtuluş Savaşı'nı başlattı. Amasya Genelgesi'nin yayınlanmasının ardından Erzurum ve Sivas Kongreleri yapıldı. Daha sonra 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelen Atatürk, 23 Nisan 1920'de TBMM'yi kurdu. Böy-lece hem memleketin yönetimi halkın iradesine verilmiş oluyordu. Hem de Kurtuluş Savaşı'nın merkezi Ankara oluyordu.


TBMM meclisi yaptığı görüşmelerde yurdun durumunu ve kurtuluş çarelerini aradı. "Misak-ı Millî sınırları içinde vatanın bir bütün olduğu ve parçalanamayacağı görüşü"nden hareketle, düşmanla mücadele kararı alındı. Oluşturulan düzenli ordularla savaşa girildi. İlk başarı, Doğu'da Ermeni çetelerine karşı kazanıldı. Daha sonra, Batı cephesinde, Yunanlılarla, I. İnönü ve II. İnönü Savaşları yapıldı. Bu savaşların kazanılmasıyla Yunanlılar'a büyük bir darbe indirilmiş oldu. Bunun üzerine Yunan ordusu yeniden saldırıya geçti. Saldırı üzerine Mustafa Kemal, or-dularına: "Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi.


Türk askeri, büyük bir azim ve fedakârlıkla bu karara uydu. 23 Ağustos ve 12 Eylül 1921 tarihleri arasında yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle, Türk milleti 1699 Karlofça Antlaşmasından beri ilk defa toprak kazanmaya başlıyordu. Sakarya Savaşı, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği önemli bir savaş olarak da tarihe geçti. Bu zafer sonunda, TBMM tarafından, Mustafa Kemal'e "gazi" unvanı ve "Mareşal" rütbesi verildi.


Türk tarihinin dönüm noktalarından biri olan Sakarya Savaşı'ndan sonra, büyük bir taarruzla düşmanı tamamen yok etme kararı alındı.


1922 yılı Ağustosuna kadar, hazırlıklar tamamlandı. Güneydeki Türk birlikle-ri, büyük bir gizlilik içinde Batı cephesine kaydmld". İstanbul'daki cephane depolarından silah ve cephane kaçırıldı. İtilaf Devletleri tarafından tahrip edilerek kullanılmaz hâle getirilen toplar onarıldı. Yeni silâhlar satın alındı. Ordumuza taarruz eğitimi yaptırıldı. Bu hazırlıklardan sonra, Gazi Mustafa Kemal'in başkomutan-lığını yaptığı ordumuz, 26 Ağustos 1922'de düşmana saldırdı. Bir saat içinde düşman mevzileri ele geçirildi. 30 Ağustos'ta düşman çember içine alındı. Sağ kalanlar esir alındı. Esirler arasında Yunan Başkomutanı Trikopis'te vardı.


Bu savaş, Atatürk'ün başkomutanlığında yapıldığı için Başkomutanlık
Meydan Muharebesi olarak adlandırıldı.


Büyük Tarruzun başarıyla sonuçlanmasından sonra düşman, İzmir'e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922'de İzmir'in kurtarılmasıyla yurdumuz düşmandan temizlenmiş oldu. Hain düşmanın, haksızca ve alçakça işgaline "dur" diyen ve kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan bu büyük zaferi her yıl, 30 Ağustos günü, bayram yaparak kutluyoruz.