Anayasa bir ülkenin teminatıdır, güvencesidir.

Tabi bu Anayasa halkın istekleri, beklentileri doğrultusunda hazırlanmış; halkın hür iradesiyle kabullenilmişse.

Yoksa bir darbe sonrası halka zorla kabullendirilmiş ve yıllarca halkın istekleri göz ardı edilmiş bir Anayasanın değiştirilmesi elzemdir. Mevcut Anayasa üzerinde birçok değişiklik yapılmış, tabiri caizse “yamalı bohçaya” dönmüştür.

Bunca değişiklik yapılmasına rağmen yürürlükteki Anayasa hala tam anlamıyla ülkemizin, milletimizin beklentilerine cevap verememektedir.

Düşünün ki daha düne kadar cumhurun başı olan Cumhurbaşkanı’nı halk doğrudan seçemiyordu. Böyle bir şey olabilir miydi? Ama yıllarca böyle yapıldı. Ne zamanki “367” denilen bir garabetle Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılamadı ve milletin iradesi devre dışı bırakılmak istendi; o zaman da millet duruma el koydu ve artık doğrudan benim başımı ben seçeceğim dedi. Tabi doğru olan buydu ama şimdi de başka bir sıkıntı ortaya çıktı.

Bir tarafta halkın seçtiği ve güçlü yetkilere sahip fakat bu oranda siyasi sorumluluğu olmayan bir Cumhurbaşkanı; diğer tarafta yine halkın seçtiği, aynı zamanda siyasi sorumluluğu olan bir Başbakan.

Evet, böylesi karmaşık bir durum var, hem de devletin idaresinde.  İşte bu ve bunun gibi birçok çelişki ve yetki karmaşası içeren bir Anayasayla devletimizin çok da ilerlemesi mümkün değildir.

Anayasa değişikliği bir ihtiyaçtan öte bir zorunluluk haline gelmiştir. Şimdi bazıları kalkmış “seni başkan yaptırmayacağız”, “iki dünya bir araya gelse başkan olamazsın” söylemleriyle; halkın isteklerini, bir şahsa hem de devletin başı olan bir şahsa indirgeyebiliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Seni başkan yaptırmayacağız dediğin kişi sen istesen de istemesen de; sevsen de sevmesen de ülkenin CumhurBAŞKAN’ı. Sen neyin peşindesin.

Yoksa sen ülkede bir yönetim boşluğu olur, bir kriz olur da bize bir görev deşer mi diye düşünüyorsun. Yoksa seni oraya getiren güçler sana böyle mi söyle diyor. Tabi başkanlık sistemi olur, başka bir sistem olur; bunlar tartışılabilir.

Ama ille de bu olmaz demek aklıma “istemezuk”çuları getiriyor. Her şeye olmaz demek, yerine bizim de fikrimiz bu diyerek halka gitmeyi tercih etmek sanki akla daha uygun gibi geliyor bana. Zaten adında halk olan bir partiden de beklenen budur.

Fakat bırakın böyle davranmayı halkı yok sayan bir tutum sergiliyor, bu parti. Ben burada Sayın Bahçelinin sözlerini çok değerli buluyorum. Sayın Bahçeli ülke menfaatlerini kendi parti menfaatleri önünde tutarak adeta bu süreci yönlendirmektedir.

Sayın Bahçeli ülkedeki rejim sorunu tespit etmiş ve bunun ileri de oluşturacağı muhtemel krizleri öngörerek büyük bir liderlik örneği göstermiştir. Sayın Bahçeli’nin; “Demek ki karşımızda iki temel tercih bulunmaktadır.

Parlamenter sisteme devam edelim mi, yoksa başkanlık sistemine geçelim mi?

Başkanlık sistemine geçme arzusu taşıyanlar bir de fiili durum yaratmıştır. Bu fiili durum bu şekliyle devam ederse Türkiye bir kriz ve kaos ortamına sürüklenebilir. Bunu da aşmak lazımdır. Siyaseti yeni bir kaos ve kriz dönemiyle tıkamamak lazımdır.”

“Biz millete gitmekten korkmayız, bunda da mahsur görmeyiz. Millet neye karar verirse baş göz üzerine diyerek seve seve yaparız. ”

Sözleriyle Sayın Bahçeli her şeyi özetlemiş ve ülkemizin ihtiyacı olan; Sayın Cumhurbaşkanımızın da işaret ettiği “üniter başkanlık” sistemin önünü açmış, tarihi bir görev üstlenmiştir.