61SAAT KÜLTÜR SANAT : Trabzon Sanatevi’nin düzenlediği 6.sanat günleri kapsamında sanat günlerinin 2.gününde Ünlü Yazar Nermin Bezmen Trabzon’da ki okurlarıyla buluştu. Yazar ‘’Bir hüzündür göç ‘’ başlıklı söyleşisinde göç ile ilgili düşünce ve hislerinden çocukluğundan, yazdığı romanlarına kadar her şeyi söyleşiye katılan okurlarıyla paylaştı. Konuşmalarında ki samimiyetiyle dikkat çeken Nermin Bezmen’in gerçekleştirdiği söyleşiyi 61saat.com okuyucuları için derledik.

Nermin bezmen ‘’ Bir hüzündür göç ‘’ isimli söyleşisinde Trabzon’lu okuyucularıyla şu sözleri paylaştı;

Beni babaannemin gömülü olduğu topraklara getiren bu organizasyona çok teşekkür ederim. Bir parçam burada diye bilirim daha doğru söylemek gerekirse parçası bende kalan bir büyüğüm burada.

Ben hem anne hem baba tarafından, hem de onların anneleri ve babaları tarafından; Rusya, Kırım, Kafkas, Çerkez, Romanya, Fransa diyarlarında toplana toplana gelmişim. Bunların hepsi gönülsüz sürgünler, sürgünün gönüllülüğü olur mu? Olmaz tabi. Gönülsüz göçler, göçmenler diyelim. Dolayısıyla özellikle sanat tarafımın ağır basmasıyla gelişmiş olan duyu halim, duygusallığım, bana hüznü tam anlamıyla yaşatıyor göç konusunda. Bunun için göçmenler ve göçler her daim ilgimi çeken alan içerisinde. Göç ile ilgili duygular öyle oturmuş ki içime en durağan halimde, yıllardır adresimi değiştirmediğim evimde dahi hep içimde bir şeylerin bir yere gittiğini, bir yerlerden de içime bir şeyler akıp geldiğini hissediyorum.

Hüznümün Sebebini Keşfettim!

Çocukluğum çok mutlu geçti, son derece disiplinli ama çok mutlu bir çocukluk geçirdim. Hep istenerek doğduğuma, beklenerek dünyaya geldiğime inandırıldım. Özel olduğuma, kendime ait kalmam gerektiğine ve hep sevildiğime dair his ile büyütüldüm. Fakat yine çocukluğumdan bu yana yine içimde taşıdığım ve sebebini ancak kitaplarımı yazmaya başladıktan sonra keşfettiğim bir hüznüm vardı. Bunu kederden ayırmanızı isterim, keder değil tatlı tatlı insanın içini acıtan ama aynı zamanda arada baş başa kalmak istediğim bir hüzündü bu.

Ve hep sebebini merak ederdim; nasıl bir travma yaşadım ki yıllardır bu hüzünle yaşıyorum diyerekten sorgulardım kendimi. Ne zaman ki aile öykülerimi yazmaya başladım, aile büyüklerimi sadece yazmak üzere değil anlamak üzere araştırdım o zaman hüznümün sebebini keşfettim.

Hiç ağlayarak sızlayarak geçmişini anlatmamalarına, hep dimdik vakur müdanasız yaşamalarına ve sıfırdan hayatlarına hiç şikayetsiz başlayıp bu topraklara asılan büyüklerimin, o kuvvetli duruşuna rağmen bana o duruşu aşılamalarına rağmen, hayatlarının arkasında nasıl derin bir hüzün olduğunu ben kitaplarımı yazarken keşfettim.

O zaman fark ettim ki, aynen gözümün rengi gibi, burnumun kemeri gibi, anneannemin söylediği dedeme ait Moskof inadım gibi hüzünde genlerimden kalmış bana. Benim ayrıca bir hüzün yaşamama gerek yok, o zaten bende kanımda akıyor. Hüzün göçte o kadar kalıcı ki, hiçbir şey tedavi edemiyor. Göçün yanı sıra ailemin sürgün olan kısımları da var. Dolayısıyla ikisinin acısı bende bir arada yaşıyor.

Bana miras kalan en büyük güzellik ….

Göç öyle bir duygu ki, dediğim gibi torunlarda bile içindeki yolculuğu kaçışları yaşatmaya devam ediyor. Sadece fiziki bir olgu değil, göçmek zorunda kaldığınız bir ülkede yaşadığınız kadarıyla hayatınız, hayalleriniz, rüyalarınız, size ait bir parça bir yerlerde kalıyor geri kalan kısmı sizle beraber gidiyor.

İnsanın ruhu da göçüyor. İşte o göçtüğü yerde ruhunu sağlam tutabilmesi çok önemli. Sanırım bana büyüklerimden bana miras bırakılan en büyük güzelliklerden biri de bu.

Hep zor bir şey yaşadığım zaman, maddi manevi fiziki ne olduğu fark etmez, dibe vurduğum zamanlar en büyük kuvveti bu geçmişte buluyorum. Ve diyorum ki ‘’ Nermin silkelen kendine gel, dedelerin ninelerin neler yaşamışlar, nasıl dik durmuşlar, nasıl sıfırdan başlamışlar, başarmışlar.

Nasıl hiç biri sana ağlayarak hiçbir şey anlatmadıysa sen de öyle ol.’’Bu bana güç veriyor. En dibe vurduğuma inandığım an aslında kendimi en güçlü hissettiğim ana dönüşüyor. O kadar dipteyim ki daha fazla gidecek dip kalmadı, artık çıkma zamanı dedirtiyor bana.

Bu duygularla büyümüş olmak aslında hep ders verir gibi bu duyguya sahip olmayı öğretmekle gelişmiyor, ailelerinizin öykülerini bilmek ve masal dinler gibi onların nasıl başardığını nasıl şikayetsiz yaşama asıldıklarını öğrenmek bilinç altına yerleşerek insana bu terbiyeyi veriyor. Ben geçmişimi romanlaştırdığım zaman, ki bunlar Kurt Seyt Shura Kurt Seyt Murka ve Mengene Göçmenleri adı altında toplanan üç roman, toplam binyüz küsür sayfalık hikayenin okurla buluşmasıyla oluştu.

Bir de geçen baharda kendimi‘’Dedem Kurt Seyt Ve Ben ‘’ kitabını yazmak zorunda hissettim, çünkü bu kitapları yazarken fiziki yolculuklarımın yanı sıra öylesine ruhsal yolculuklar yapmıştım ki onları da okurumun bilmesini anlamasını ve beni dedelerimi ninelerimi daha yakından hissetmesini arzu ettim.

Özellikle liselerde üniversitelerde gençlere konuştuğum zamanlarda, diyorum ki onlara ‘’ Yazar olmanız şart değil lütfen yaşayan aile büyüklerinizin hikayelerini dinleyin not alın, bugün önemsemeye bilirsiniz. O köşede oturan bastonla zor yürüyen bakıma muhtaç olan aile büyüklerinizi gördüğünüzde lütfen onlara o gün gördüğünüz haliyle bakmayın onlarda bir zamanlar bebekti küçük bir çocuktular, sevgiler yaşadılar belki gizli yaşadılar belki peşinden gidecek kadar kahramanlık gösterdiler, aşık oldular kırıldılar kırdılar, kıskandılar kıskanıldılar onlarda bir zamanlar sizin yaşınızda oldular.

O gözle bakın, o zaman daha çok şey öğrenmek isteyeceksiniz. Size anlatmadıkları anlatmaya cesaret edemedikleri kim bilir neler var ne olur deşin biraz, irdeleyin dinleyin. Çünkü bunun sebebi aile geçmişini ileriye bırakmakla ilgili bir sorumluluk değil insanın en büyük sorumluluğu öncelikle kendine yönelik kendini tanımakla ilgili kendini tanımayan kendini anlamayan kimsenin ne bir başkasını ne bir dünyayı anlayabileceğine inanıyorum. Öncelikle sınırlarımızı arzularımızı hayallerimizi, nereye kadar neyin arkasından koşabileceğimizi bilmemiz lazım ve bunları bir liste yaparken birden bire istediğimiz kadar ileriye dönük bir şey hayal ediyor olalım birden bire geçmişinize bağlanıyorsunuz. Eğer geçmişinizi biliyorsanız…

‘’Kendimi Dedemi Anlamak İçin Paraladım’’

‘’Dedem Kurt Seyit ve Ben ‘’ kitabı bana en yakın zaman diliminde yaşadığı ve hakkında en çok bilgi edindiğim büyüğüm olduğu için benim daha yakınımda olan bir duyguyu getirdi bana. Ama aynı kitapta dedem Kurt Seyit gibi diğer dedelerimin ninelerimin bende bıraktıkları izleri, farkında olmadan bana verdikleri dersleri de yazdım. Aslında her kişinin kendini, ailesini yazması bir psikoterapidir. Kendinizin bu benim karakterim ben böyleyim böyle yaparım böyle düşünürüm diye klişe bir başlık altında sahiplendiğiniz duyguların tavırların davranışların hatta beden dilinizin bile bir nineden bir dededen size kalmış ya genetik bir özellik ya onların hayatında yaşanmışlıklarından aldığınız dersler veya uyarılarla geliştiğini fark ediyorsunuz.

Ve bu özellikle göç gibi derin, tedavisiz olgunun benim ailem kadar ağırlıklı yaşandığı durumlarda, bir de benim duygusal bakış açımla baktığım zaman gerçekten geçmişimde yaşanmış her şeyin bir sebebini anlamını ve benim genlerime yatırım olarak bırakılan izleri takip etmeyi başardım.

Bunların büyük bir kısmı bana ders oldu şöyle ki ; En yakınım olduğu için Kurt Seyit dedemden bahsedeceğim; Çocukluğumdan beri dedeme en çok benzeyen ben olduğum söylenirdi özellikle tatlı yumuşak iddiasız gibi gözüken ama çok derinde temelleri sağlam olan inat, bu birilerini üzmek inadı değil de zorlukla çirkinlikle başa gelen kötülüklerle başa çıkma inadı, ve hiçbir zaman zaaf içinde olduğunu göstermeme inadı. Ama en önemlisi hayatta geldiğim noktaya gelmemi sağlayan bu saydıklarımdır. Dedemin hayatını başından sonuna kadar izlerken, kitap yazmak için araştırırken, sadece aktarmak yazıya dökmek için yaptığım bir araştırma olmadı bu çalışma.

Kendi başına bir serüvendi ve dedemi aslında anlamak üzere paraladım kendimi, sadece bana anlatılanı ve bildiğimi aktarmak bana yetmedi. Her yaptığının her seçimin arkasındaki sebebi araştırdım, kendimi onun yerine koydum. Onu anlamaya çalışırken baktım ki, aslında kendimin anlamını çözmeye başlamışım. Kendimde olan bazı zaafların neden olduğunu, nerden geldiğini anlamaya başladım.

Ve dedemle ortak paydada buluştuğumuz karakter yapısının, dedemin hayatında güzelliklere mutluluğa çevresini mutlu etmeye yöneldiği seçimleri benim karşıma çıktığı zaman düşünmeden aynen kopyaladım çünkü o huyla o kararla dedemin yaşadığını biliyordum ama aynı şekilde aynı karakter yapısının dedemin hayatında nasıl yok olmalara dibe vuruşlara kendini ve onu sevenleri nasıl üzdüğünü gördüğüm noktalarda da kendimi firenledim. Çünkü genlerimizde kayıtlı bir şeyler var ama dedenizin ninenizin size o kayıttı veren bilgilerin onların hayatına neler getirdiğini nelere mal olduğunu veya nasıl bir mutluluk güzellik yarattığını bildiğiniz zaman kendinizi terbiye edebiliyorsunuz.

‘’İntihara bakışım değişti! ‘’

En merak ettiğim konu dedemin büyük bir hüzünle yaşadığı vatan özlemine rağmen hayattan büyük bir keyif alması, hayata sıfırdan defalarca en baştan başlaması, yaralarını sararak yola çıkabilmesi, başa gelenlerle alay edebilecek kadar kendini güçlü hissetmesi gibi özelliklerinin yanında birden bire hayatını niye intiharla sonlandırdığıydı. O kadar kuvvetli ve onca şeyi yaşamış; Rus İhtilali’ni yaşamış Karpatlar Cephesi’ni yaşamış, bir koca aileyi baba topraklarını ana vatanını Kırımı gözyaşları içersinde geride bırakıp bir taka sırtında Türkiye’ye kaçmış, sıfırdan kendisine yabancı bir ülkede yeniden hayata atılmış, yeniden mutluluğun peşinde elinden geleni yapmış defalarca batmış çıkmış hiç pes etmemiş bir adam sonunda niye intihar eder diye düşünüyordum. Ve dedemi anladıktan sonra, intiharla ilgili genel bildiğim bana öğretilmiş olan inanç da değişti; dedemin durumunda intihar bir zaaf değil zaten gelmekte olan ölüme meydan okuyup ben senden önce, sen gelmeden giderim demekti. Fakat bu dedemi bana daha iyi anlatmasına rağmen benimde karakter yapım itibariyle bir zaaf anında aynı şeyi yapabileceğim işaretini verdi, her kendimi gerçekten zor ve çaresiz hissettiğim anlarda ‘’Önünde örneğin var ama sen ona benzemeyeceksin’’ diyorum. Bu anlamda ben bir kez daha sizin huzurunuzda, varlığımın sebebi olan duygularımın sebebi olan ve yazarlığım sebebi olan aile büyüklerimi saygıyla sevgiyle anıyorum. Hepsi cennet mekanında sanırım onlara karşı küçükte olsa varlığımın teşekkürünü almışlardır diye ümit ediyorum.

‘’Trabzon’a geliyor olmak beni farklı bir etki altına aldı! ‘’

Fırsat olursa burada vefat etmiş ve gömülü olan babaanneciğimin de bu vesileye mezarını bulmak inşallah kısmet olur diyorum. Bir de babaanneme şükran borcumu mezarı başında ödemek isterdim. Trabzon’a geliyor olmak sanırım beni bu bağlamda farklı bir etki altına aldı.

‘’Hiçbir tarafla düşman olmamaya yeminliydim! ‘’

Şunu çok rahat söyleye bilirim ki genlerinde topyekun dediğim gibi anne baba tarafından nereye gidersek gidelim, gittikçe artan bir şekilde ya sürgün ya göç duygusu ve onun acısı olmasına rağmen, ben hiçbir kimlik kavgası kendimde hiçbir çatışma yaşamıyorum. Genlerimde olan bütün farklı coğrafyaların kültürlerin görgülerin hepsini kendimde mezd etmeye yeminliydim. Hikayeleri öğrendiğim zaman yazarken hiçbir tarafla da düşman olmamaya yeminliydim. Çünkü şunu çok iyi gördüm ki kin nefret düşmanlıkla yaşanan hayat öncellikle kişinin kendisinden bir şeyleri götürüyor. Ve o hırsı kızgınlığı pozitife yönlendirebilmek için gerekli enerjiyi oturup de nefret kusarak kin duyarak harcamaktan yana olmadım hiçbir zaman. Belki de bu kadar değişik coğrafyanın bende bıraktığı iz olsa gerek hepsinin kimliğini içimde öylesine sahiplenmişim ki bütün dünyaya güzel bakabilmeyi arzu ediyorum. Beni çok üzen yaralayan şeyler olmasına rağmen insana güzel bakabilmeyi istiyorum. Unutmaktan yana değilim insanın acılarını geçmişinde yaşanan kederleri hüzünleri bilmesi aktarması anlatması öğretmesi lazım, ama nefret aşılamadan kin kusmadan ve kusturmadan.

Aslında keşke demode olsa da artık anlatmak zorunda kalmasam dediğim göçleri, onun getirdiği acıları konuşmak gereği olmayan bir dünya görebilsem. Ama insan bu insan oldukça bunu da zor görüyorum. Çünkü maalesef tarihten kitaplardan ders alamıyoruz, ya tarihi okumuyor yöneticilerimiz ya da okuyanlarda insanlık deyişiyle bana olmaz benim başıma gelmez ya da ilk başaran ben olacağım takıntısıyla bakıyor, bu takıntıyla ne maceralar yaşanır ve en acısı arkasında nice fidanları beraberinde götürür.

En büyük duam dileğim, komşu coğrafyamızın böylesine kanla yüreğinin attığı günlerde en azından kendi içimizde şu beraberliği, birliği ve her birimizin geçmişinde kendine ait yaşamış olduğu acı kaybı olsa da şu gün içinde birbirimize olumlu bir anlam katmayı, ve çocuklarımıza da anlamı güzel bir hikaye bırakmayı diliyorum.

Söyleşinin ardından Nermin Bezmen’e  Trabzon Sanatevi tarafından 6.Sanat Günler etkinliğine katıldığı için teşekkür ödülü verildi.                                                                                                                                   

Nermin Bezmen söyleşinin ardından okurlarının kitaplarını imzaladı.