Trabzon Şehir Müzesi’ni, açıldığı günden bugüne değin üç kez ziyaret ettim. İlkinin ardından yaptığım iki ziyaret, direnişti; şahitliğime, şehrin kültüre, sanata bakış açısına, 4 bin yıllık tarihten çıkarılana…
Son ziyaretimin ardından, gördüklerim, gözlerimi doğruladı: Fabrikasyon ürünü bir facia.
Müze diye sunulan, tribüne dönük şehir tanıtım kataloğu olmuş. Şehrin kanaat önderlerinin müzeden anladıkları, belediye arşivciliği kadar…
Cehalet sepetinden çıkarılan ‘müzelik olmak’ deyimini de özümsemişler ki; üç beş eski eşyayı camın içerisine yerleştirerek müze kurduklarına kendileri inandıkları gibi halkı da inandırmışlar.
*
Müzeleri var eden, tarihte yeri olan öyküler, o öyküler etrafında gerçekten değeri olan objeler ve ilk örneklerdir.
Trabzon Şehir Müzesi bu duruştan o kadar uzak ki… İçerisi, eskici dükkânında ya da tarihi bir mekânın eteğinde turist bekleyen hediyelik eşya, yeme içme reyonu gibi…
Turşu kavurması, öğrenci kimlik kartı, araba plakası, nüfus cüzdanı, mısır ekmeği, örtü, tabak-çanak… Ne ararsan var!
Steteskop da var şırınga da ama Afrika’ya hayat veren Türk olarak tanınan Trabzonlu doktor Celalettin Algan yok! Oysa onun Afrika’dan Trabzon’a gönderdiği masklar, kardeşi Nizamettin Algan’da. Şehir Müzesi’ne o masklar yakışmaz mıydı?
Duvara “Tarabzan” yazan, Jules Verne’yi tanır mı? Verne’nin, “İnatçı Keraban Ağa” adlı romanı var. Kitap, Karadeniz kıyılarında yapılan yolculuğu anlatıyor ve içerisinde fotoğraflar da var. Bavul, sporcu lisansı, sürahi yerine, bu romanın ilk baskısı müzeye koyulmaz mıydı?
Sırıkla yüksek atlama rekortmeni Süleyman Rıza Kuğu’nun 1924, Paris Olimpiyatları’na giderken geminin kaptanına Trabzonlu atletlere iletmesi için verdiği yüksek atlama sırığının hikayesi, “afgurmak, gopça, lalak, sufatsuz” kadar duvarınızda yer bulamaz mıydı? Ne tesadüftür ki; müzeyi kuranların vaat ettikleri projeye verdikleri ad ile Kuğu’nun olimpiyatlara seyahat ettiği vapurun adı aynı: Gülcemal! Ne hazindir ki; Gülcemal Vapuru müzede yok.
Tuna’dan Vikingler’e kadar Karadeniz’in kültür kökleri anlatılabilecekken, camın içerisinde korkunç bir şekilde tabanca ve mermi kovanları yerleştirilmesi tercih edildi. Düne kadar, “Trabzon bu değil” narası atanlar bugün müzeye boş mermi kovanları koyarak ne mesaj vermiştir, neyi hafızasında tutmuştur?
Trabzon bunu hak ediyor mu? Ediyorsa, mevzuyu sosyologlar tartışsın. Etmiyorsa, bu ayıp ne yana düşer?
*
Yapamadınız.
Bilmediğiniz işe, bilmeyenlerle koyularak kendinizi de şehri de bilinmeze sürüklediniz.
Oysa…
Dünya Müze Oscarı’na aday gösterilen, kurduğu oyuncak müzesinin dünya üzerindeki oyuncak müzeleri arasında başkent unvanı taşıdığı, müze kurulacağı vakit Japonya’ya davet edilen ve kendisinden fikir alınan adam Trabzonlu.
Sorsaydınız, eksilmez çoğalırdınız.
Vakit, Sunay Akın’dan el alma vaktidir. Çok sesli açılan müze sessizce tadilata alınmalı ve Akın’ın desteğiyle, fabrikasyon ürünü katalog niteliğindeki bu mekân, gerçek anlamda bir Şehir Müzesi’ne dönüştürülmelidir.
Yoksa…
Bu şehir karanlığa mahkûmdur.