Kapitalizmin hızlı dönüşümünün devam etmesi ve tarımsal teori yakalaşımlarının bizzat, uluslararası sermeye, Büyük devletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya bankası ve IMF gibi örgütlerin denetiminde geri dönülmez bir aşamaya sürüklenmesi dünyada ciddi gıda ve üretim krizleri yaratmaktadır..

Burada temel mesele az gelişmiş ülkelerin tarımlarının uluslararası sermayenin denetimine girmesi sonucu küresel gıda zinciride aynı şekilde kontrol altına alınmıştır. Bu bağlamda ülkemiz tarımındada geleneksel ürünlerden uzaklaşıp, küresel sermayenin istediği ürünleri ithal etmeye ve üretmeye çeşitli yasal baskılarda devreye sokularak toplumsal zorlamalar ile yasaklar devreye sokulmuştur.

Bu husus hem üreticileri tarımdan uzaklaştırmış ve köylülük de yavaş yavaş çökertilmeye başlanmış,bununlada kalınmayarak tüm tarımsal sektörlerde satılmıştır.

Türk tarım'ının ürün çeşitliliği girdiler, tohumlar ve pazar açısından ülkemizin çok uluslu şirketlere bağımlılıştırılması bu olayın göstergesi olup,neticede küçük ölçekli üreticiler yani köylüler devreden çıkmış ve çıkmayada devam etmektedir. Bu süreçte üretken köylülüğün direnme takatı kalmamış ve kendiside tüketici konumuna sürüklenmiştir. Buradaki çıkmazda önemli rol oynayan yanlış devet politikalarını fırsat bilen uluslararası sermayenin küçük üreticileri,devre dışı bırakarak kendisine bağımlı hale getirmesidir. Aslında garip olan ve garip olduğu kadarda güncel olan ve tamamen sessiz kalınan konu"tarım ve tarımla uğraşanların geleceğinin ne olacağı konusudur." Ancak çıkış noktasının burdan başlaması ve üretimin yeniden toplumsallaştırılması gerekirgen yaratıla sorun ise pazara bağımlılık, üretmeden tüketmenin dah ada kronikleştirilmiş olmasıdır.

Ancak, pazar tezgahları mali açıdan  pekte herkesin ulaşabileceği klasiklikten çıkarak, buradada emperyaizmin insanları nasıl açlığa sürüklediğinin manzaralarını görmek ayan beyan ortadadır. Artık işgali yaşamak bu olsa gerek demek çokta üzücü ancak güncelde bir gerçek. Yani daha açıkcası pazar yerleride emperyalizmin denetiminde tüketicilere geçit vermemektedir. Aslında "Köylülüğün" kendine has bir üretim tarzı olduğu kendi ihtiyaçlarını, kendi emek gücüyle kendi toprağından karşılayarak kendi içinde özgür yaşadığı tarihsel bir olgudur. Bu aynı zamanda değişen kapitalist koşullara rağmen, kaybolmama direncinin bir haykırışı olup, özgün bir beka stratejisinin üretim ve yaşam sevincidir. Ancak bu direnç var olmayı devam ettiremeyerek köylülük çökertilmiş ve kentlerde mutluluk sınırları zorlanır hale gelmiştir.

Temel üretim aracının toprak olması ve toprağıda artırmanın mümkün olmayışı tarımdaki kapitalizmin toprağın her zaman tek elde toplanıp, üreticileri hegemonya altına almanın mekanizmaları kesintisiz işletilmektedir. İşte tamda burada ülkemiz tarımının nasıl bağımlı hale getirildiğini görmek mümkündür. Artık tarımda üretim koşulları kapitalist pazar tarafından belirlenerek köylü üretimden kopartılıp tarım dışında bırakılarak kendi pazarlarında tüketici durumuna sokulmuşlardır. Bugün kırsal boşalıyor ve göç travması bir türlü durdurulamıyorsa sorun burada yatmaktadır. Yok olmayla karşı karşıya kalan küçük üreticileri yani köylüleri anlamak ve kalkındırmak için kırsalda yöntemsel bir faaliyetin yani kırsal  devrimi başlatmakla mümkün olur, aksi halde köylülük yok sayılmış olur.

İşte gelinen aşamada tarım sorunu bir çıkmaz sokağa sürüklenmiş ve tıkanma noktasına gelmiştir. Bu durum ise köylülüğün tasfiyesini kapitalizm zorunlu bir süreç olarak görmüş ve ülkemiz taŕımının gelişmesinin temelini oluşturan tüm sektörleri satılmış buda kafi görülmeyerek toprak satışlarıda hızla devam etmektedir. Bu deneyimlerde göz alındığında, köylülüğün kendilerini yeniden üretime konumlandırımaları için,devletin bir tarımsal yapı planlamasıyla üreticiyi kayıtsız şartsız desteklemesi gerekmektedir. Zira uluslararası sermaye,köylülüğün piyasa emek fiyatının altında bir gelirle hayatını ikame etmeye razı etmeye yönelik faaliyetleri yürütmektedir. Bu durumun kapitalist pazar için bir nimet olarak  görülmesi karşısında ülkemiz köylüleri çareyi topraklarını terketmekte bulmaktadır.

NETİCE OLARAK;

Onun için soruna günümüz küresel gelişmelerinin mecrasında yaklaşılmazsa, süregiden üretim ve köylülük tartışmalarının sonunu bulamayız. Bu çıkmaz tarım sorunlarının bilim, tekoloji, üretim, pazar, emek ve refah çerçevesinde yorumlanarak planlama yapılmalıdır. Artık dünyanın hiç bir yerinde uluslararası tarım şirketlerinin etkisinde olmayan, onların girdilerini ve teknolojilerini kullanmayan, onlara direkt veya dolayılı ürün satmayan ve kendi emeğiyle kavrulmayan hiç bir küçük çiftçi bulunmamaktadır. Yani bu şirketler ülke, ülke tarımsal hakimiyet paylaşımlarına aleni olarak devam etmektedirler. Onun içindirki kırsalda yaşayan ve tarımla uğraşan çiftçilerin sayısında önemli azalmalar olmuş ve bu hususta tarımsal dışa bağımlılığı yanlış ve plansız tarım politikalarıyla zorunlu hale getirmiştir. İşte bundan dolayıdır ki ülkemizde 1927 yılında nüfusun 0/076'sı tarımla uğraşırken yani köylerde yaşarken 1980 yılında bu rakam 0/056'ya 2011 yılındada 0/023'e düşmüştür. Şimdi ise kırsal alsn nüfusu 0/06.5 ile 5.546,280 kişiye düşmüştür.Bu husus köylülüğün emperyalist bir işgal altıda olduğunun ve tasfiyesinin çok ciddi bir durumu ve göstergesidir.

ÜRETİM YAPARAK EMPERYALİST İŞGALE GEÇİT VERMEME UMUDUYLA.