1 Nisan 2005'te yürürlüğe giren 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un 82. maddesine göre, cezaevi yönetimi, açlık grevlerindeki hükümlülere, bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenmesi halinde, isteklerine bakılmaksızın müdahale edebiliyor.

Psikososyal hizmet birimince de bu hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılması ve sonuç alınamaması halinde, beslenmelerine kurum hekimince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanması gerekiyor. Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, alınan tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayati tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde hastaneye kaldırılarak muayene ve teşhise yönelik tıbbi araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanıyor.

-''Bilinç kapanıklığı tespiti yok''-

Adalet Bakanlığı yetkililerinden alınan bilgiye göre, Sağlık Bakanlığı tarafından cezaevlerinde görevlendirilen aile hekimleri ve doktorlar, açlık grevindeki hükümlüleri düzenli kontrole tabi tutuyor. Cezaevi hekimleri, şu ana kadar Adalet Bakanlığı'na, açlık grevindekilerin bilincinin kapandığına dair olumsuz bir bildirimde bulunmadı.

-''Kimsenin kendini öldürme hakkı bulunmuyor''-

Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Soyaslan, AA muhabirine yaptığı değerlendirmede, insan canı üzerinde ailesinin, toplumun hakkı olduğunu, kimsenin kendini öldürme hakkının bulunmadığını söyledi.
Anayasa'nın 17. maddesinin herkesin maddi manevi varlığını sürdürebileceğini öngördüğünü, ölmeye izin vermediğini anlatan Soyaslan, buna karşın, kişilik hakları doğrultusunda, kişinin kendisini tedavi ettirmeme, aç kalma, açlık grevine başvurma, protesto hakları olduğunu vurguladı.

Yasalara göre aklı başında bir kişiye rızası olmadan müdahale edilemeyeceğini vurgulayan Soyaslan, ''Devlet ve cezaevi personeli hükümlü ve tutukluları yaşatmakla görevlidir. Eğer bir hükümlü bilincini kaybetme aşamasına girmişse devlet müdahale etmek zorundadır. İnsan onuru bunu gerektirir. İnsanlık dayanışması da bunu gerektirir. Bütün genel mevzuat bu müdahaleyi zorunlu kılar. Kişi şuurunu kaybetmişse devlet direnmeyi kırarak onu canlı tutmak zorundadır. Hukuk düzeni bunu gerektirir'' dedi.

-''Devletin gerekli noktalarda devreye girmesi gerekir''-

Ankara Strateji Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Mehmet Özcan da cezaevlerindeki açlık grevlerine devletin müdahale yetkisine ilişkin, bireyin iradesiyle devletin görevi arasında bir çatışma bulunduğunu iddia etti.
Kişinin iradesi üzerinden yola çıkılarak hareket edildiğini belirten Özcan, bir aşamadan sonra bu kişiler cezaevinde tutuklu olduğu için devletin tutuklu kişilerin yaşamları dahil her türlü güvenliğinin sağlanması görevinin devreye girdiğini anlattı.

Ölüm sınırına gelindiğinde devletin müdahalesinin beklenebileceğini dile getiren Özcan, şunları kaydetti:
''Bu aşamada eğer açlık grevlerinde ölüme doğru gidilirse devletin müdahale görevi de doğar. Cezaevlerindeki tutuklular devletin güvenliği ve koruması altındadır. Devletin pozitif hükümlülüğü vardır ve bu evrensel bir kuraldır. Devlet tutuklu olarak bulundurduğu kişilerin sağlığını ve güvenliğini temin etmek zorundadır. Bu anlamda devlet müdahaleyi yeri geldiğinde yapar. Devletin gerekli noktalarda devreye girmesi gerekir. Sanıyorum, bunun için de kritik aşama gelmiştir. Kritik aşamanın gelip gelmediğine oradaki doktorlar karar verecek. Onların verdiği karardan sonra hükümetin veya devletin pozitif yükümlülüğü olarak bu adımı atması gerekir. Hukuken bir engel yok. Tutuklu bulunan insanın yaşamasını sağlamak devletin görevidir.''

-Bilinç açıksa hasta-hekim ilişkisi gözetilmeli-

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi İç Hastalıkları ve Endokrinoloji Uzmanı Doç. Dr. Selçuk Dağdelen de kişinin muhakeme yeteneğini yitirmesi, bilinç bulanıklığı ya da tamamen bilinç kaybı halinde, hekim için zorla beslemenin mutlak görev olacağını söyledi.
Dağdelen, Türkiye'de gündemde bulunan açlık grevinin dünya tıbbı açısından ''uzamış açlık ve bireyin kendi iradesiyle gıda alımını normal beslenmesini ertelemesi ve geciktirmesi'' olarak tanımlandığını anlattı.
Dünya Tabipler Birliği'nin yayımladığı Tokyo Bildirgesi'nde, kişinin kendi iradesiyle aç kalmak isteyene rızası olmadan tedavi verilmemesi kararının bulunduğunu hatırlatan Dağdelen, bildirgenin 1991'de revize edilmesiyle uzamış açlık süresince kişiye hasta hakları gözetilerek yaklaşılması ve zorla beslenme verilemeyeceğinin kabul edildiğini belirtti.
Bu durumun bazı özel durumlarının bulunduğunu ifade eden Dağdelen, ''Nasıl bir hekim, bilinci kapalı bir hasta acil servise geldiğinde rızası olmadan hayat kurtaracak bir tedaviyi uygulama hakkına sahipse, kendi hakkında beyanda bulunamayacak ya da muhakeme yeteneğini yitiren bir kişiye hekimin müdahale etme sorumluluğu vardır'' dedi.
Bilinç kaybının aniden yitirilmediğini, bu durumun yavaş yavaş meydana geldiğini anlatan Dağdelen, şunları kaydetti:

''Yaklaşık 20'li günlerden itibaren muhakeme yeteneğinde azalma başlıyor. Bu süreçte her gün görüşerek kendi bedeni hakkında karar verme yeteneği var mı yok mu? O zihinsel yetenek sürüyor mu sürmüyor mu? Bilinç muayenesi yapılarak her gün tekrar tekrar bu kişiye sorularak bir yaklaşım önerilir.''

Tıbbi etik sorunun, hukuki açıdan da istisnai durumları bulunduğunu dile getiren Dağdelen, İngiliz Yüksek Mahkemesi'nin 1994'te verdiği kararı örnek gösterdi.

Kararda, bireyin aç kalma hakkına saygı duyulması gerektiğinin yazdığını ancak, ''Bu duruma kişinin üçüncü tarafların yararına veya üçüncü tarafların zoruyla aç kalmamasını istisna'' olarak gösterdiğini bildiren Dağdelen, bunun önemli bir saptama olduğunu savundu.

-Hasar ne zaman başlar-

Açlık grevinde ilk 21 günün güvenli bir dönem olduğunu aktaran Dağdelen, tamamen açlık durumunda 38. günde, geri dönüşümsüz organ hasarı oluştuğunu, 36. ve 40. günde kalıcı hasarların oluştuğu bilgisini verdi.
Uluslararası literatürün kabul ettiği yaklaşık 45-60. günde ağızdan hiç bir şey alınmıyorsa, buna su ve vitamin desteği de dahil, ölüm gerçekleşir. Organ hasarı ve ölümler ani ortaya çıkmaz, tedricen 20. günden 40'lı günlere kadar hızlanarak organ hasarı oluşur.''

Açlık grevlerinde ölüm nedeninin daha çok iç organların hasarından kaynaklandığını dile getiren Dağdelen, koşullara en iyi uyum sağlama yeteneği olan organın beyin olduğunu söyledi.

Selçuk Dağdelen, ''Eğer kişi kendi durumuyla ilgili muhakeme yeteneğini yitirmişse yani bilinç bulanıklığı ya da tamamen bilinç kaybı halinde, hekim için zorla besleme mutlak görevdir. Ben inanıyorum ki o müdavi hekimler de bunu yapacaklardır'' dedi.