Elbette değil. Çünkü devir; bedenle ilgili her şeyi en ince ayrıntısına kadar konuşma devri. Beden üzerine konuşmaları da genelde ünlüler üzerinden yapıyoruz. Kimisini göbekli, kimisini selülitli kimisini de fazla zayıf buluyoruz. Sonuçta beden, ünlü ya da ünsüz herkesin kendineait en önemli markası artık. Bu yüzden ona hiç olmadığı kadar fazla bakıyor, şekil veriyor, spor/sağlıklı yaşam/diyet üçgeninde helak oluyoruz. Gülşen de bedenine en çok özen gösteren ünlülerden biri. Ama geçenlerde eski spor hocası çıktı, “Böyle giderse anoreksik olabilir” dedi, Gülşen’in yeni beden biçimine atıfta bulunarak...

Peki Gülşen gerçekten çok mu zayıflamıştı? Hiçbir şey yemiyor muydu? Amacı neydi? Üstat Ortaç’ın bir şarkısında terelellendiği gibi, “kafamda deli sorularla” soluğu Bodrum Gündoğan’da aldım.

Çünkü Gülşen son iki aydır oradaki evine kapanmış, yeni albümünü yapıyor. Eve girer girmez bir de ne göreyim, havuzun
yanındaki masa baştan aşağı donatılmış: Cevizler, bademler, koca bir peynir tabağı ve masanın ortasında baştan çıkarma seviyesi hayli yüksek bir ıslak kek
durmakta! Meğer keki bizzat kendisi yapmış. Tatlı yemeyi çok seviyormuş. Ben öyle şaşkın masaya bakarken kekle ilgili sırrı çok geçmeden yumurtladı Gülşen.
Kek şekersizmiş, çünkü agave şurubuyla yapmış. Malum, tekilanın ham maddesi olan agavenin şurubu aynı zamanda tatlı yapımında da kullanılıyor. “İstanbul’da nasıl buldun?” dedim Gülşen’e. “Bebek’te bir organik market var, oradan” diye yanıt verdi. Agave şuruplu, yani doğal şekerli, fazlasıyla sağlıklı ıslak
keki karşılıklı mideye indirirken beden ağırlıklı röportajımız başlamıştı bile. Buyrun, sizi de daha fazla bekletmeyeyim...

ESKİDEN DAHA SERTTİM VE KASLI OLMAYI SEVİYORDUM
* İyi bir bedene sahip olmak bu çağın gerektirdiği bir zorunluluk mu?- Bence her çağda gerekli ve geçerli. Bundan yüz yıl önce bir kadın, iyi bir vücuda ve aynı zamanda güzel bir ruha sahipse, diğerlerinden ayrılmıştır diye
düşünüyorum. O yüzden tüm zamanlara ait bir zorunluluk bu. Evet son dönemlerde insanlar daha çok efor sarf ediyor bu konuda. Ama bedenin fit olması
yeterli değil. Sağlıklı bir ruh da lazım.

* Senin için güzel beden nedir?- İdeal yağ ve kas oranına sahip bir beden, tamamdır. Ama insanın aynaya baktığı zaman kendini nasıl görmek istediği de önemli. Mesela kendimden örnek vereyim. Bundan birkaç yıl önce çok daha büyük, maskulen kaslara sahip olmaktan hoşlanıyordum. Çünkü daha agresiftim, köşelerim vardı. 30’lu yaşlarla beraber insan iç dünyasına yolculuk yapıyor ve kendini keşfediyor, değişiyor. Daha önce sevdiğiniz şeyleri sevmeyebiliyorsunuz. O yüzden şimdi daha zarif, daha ince uzun silueti seviyorum ve öyle bir siluete sahip olmak, öyle görünmek istiyorum.

* Şöyle diyebilir miyiz: Yaşadığın şeylere göre bedeninin şeklini de değiştiriyorsun...
- Aynen. Benim için öyle oldu. Eskiyle yeniyi kıyasladığımda bu farkı görüyorum. Bedenim ruhuma göre şekil alıyor. Ben böyle bir bedende huzurluyum. Ama bir başka kadın 80 kilodur ve o kadar mutludur ki. Onu şişman bir kadın olarak görmezsiniz. Önemli olan ruhunun ne istediği. O da bedene direkt yansıyor zaten.

* Bedeninle ilişkin her zaman böyle miydi? Hep bu kadar çok efor sarf ediyor muydun?
- Evet, her zaman bakımlıydım. Çocukluğumdan beri spor yapıyorum. Lisede voleybol ve karate yapıyordum. Sert tarafım ön plandaydı. Yıllar içinde daha naif olmaya başladım. Karateden sonra geldiğim nokta şu: Artık bir bale sanatçısıyla pilates yapıyorum. O zarif ve estetik hatlara ulaşmak için...

OZAN’LA İLİŞKİMİZİN BOYUTUNA BU AD KOYMALAR ULAŞAMAZ

* Ozan Çolakoğlu ile aranızda olup biten nedir? Müzikal flört mü, dostluk mu, aşk mı? Yorma beni ve söyle hadi...
- İlla bir şeyin adının konulması mı gerekiyor? Ben ilk defa bir şeyin adını koyamıyorum. Çünkü şu son üç yılda o kadar kıymetli bir insan tanıdım ki...
O kadar değerli, o kadar müstesna bir insan. Yetenekli, farklı ve iyi kalpli...
O kadar güzel özellikleri var ki. Onu tanımak, onunla çalışmak nefis. O yüzden bütün o ad koymalar, konumlandırmalar bizim ilişkimizin boyutuna ulaşamaz... Birbirimizin hayatında öyleyiz... Sevgilim mi hayır, arkadaşım mı hayır, dostum mu hayır, prodüktörüm mü hayır; bunların hepsi ve hiçbiri aynı zamanda. Daha fazlası. Bilmediğim bir şey.

BARIŞ’IN YAPTIĞI KORKUNÇTU, ÜZÜLDÜM

* Spor hocan arkandan konuştu. Hakikaten anoreksiya durumun var mı?
- Hiçbir zaman kilo vermek gibi bir derdim olmadı. Kafama takılan tek şey, düzensiz yemek yememdi. Çünkü işim gereği çok seyahat ediyorum ve stüdyoda çok fazla çalışabiliyorum. Bazen ne protein alabiliyorum ne meyve sebze yiyebiliyorum. Dedim ki, bunu bir düzene oturtmam lazım, böyle olmaz. Profesyonel biriyle çalışmaya karar verip Şeyda Coşkun’u aradım. Son altı aydır onun sayesinde beslenme tarzım değişti. Öyle ki, İstanbul’daki aşçım bile artık Şeyda’nın söylediği sağlıklı tarzda yapacak yemeklerimi.

* Nasıl bir tarz bu?- Mutlaka günde üç öğün yemek yiyorum. Kesinlikle almam gereken besinler var. Onları alıyorum doğal yoldan. Yemediğim hiçbir şey yok aslında. Sadece
hayatımda yağ yok. Onun yerine balık, fındık, ceviz yiyorum.

* Diyelim ki hüzünlendin, kafan bir şeye bozuldu. Buzdolabına gidip tüm ıvır zıvırları yemek istemiyor musun mesela?
- Bu kadar düzgün beslendiğiniz zaman canınız ne isterse arada yiyorsunuz. Önemli olan senin bahsettiğin bu anları yaşam şekli haline getirmemek... Ayrıca
benim her gün yaptığım kurabiyelerim, poğaçam, kekim var.

* Peki spor hocan neden öyle konuştu? Derdi neydi?- Barış sekiz yıldır tanıdığım, dönem dönem beraber çalıştığım bir spor hocası. Maskulen gözükmeyi sevdiğim dönemler onunla çalışıyordum. “Ben artık bu silueti istemiyorum” dedim Barış’a. Kabul etmedi. Ben de, “Senin çalıştırma şekline saygı duyuyorum ama sen de benim isteklerime saygı duy” dedim ve yollarımız ayrıldı. O da sanırım bunu hırs yaptı ve medyaya bu şekilde konuştu. Oysa hiçbir hırs adabın, etiğin ötesine geçmemeli. Olmadığım bir şeyle itham etmesi ve bir de bunu basınla paylaşması korkunçtu. Çok üzüldüm.

Gider yapmayı sevmiyorum

* Yeni albümde yeni neler var? Sound, söz ve dert olarak...
- Aslında konsept bir albüm yapmayı çok istiyorum. Ama benim albümlerim daha zengin ve çeşitlilik içeriyor. Bu yüzden elektronik, house altyapılar da var, akustik slow’lar ve orta tempo şarkılar da...

* Türkçe barlar çok fazla. Ve insanlar bu barlarda içinden acı geçen gaz şarkıları seviyorlar. Bunu nasıl buluyorsun?
- Evet, ‘giderli şarkılar’ deniyor ya... Sonuçta yıllarca “Fesupanallah”la dans etmiş bir milletiz, “arkası gelmez dertlerimin” diyerek. Acıyı
da seviyoruz, onunla eğlenmeyi de. İkisi bir arada olunca galiba tam oluyor, beklentileri karşılıyor. Gideri olan şarkıları sevenler de var. Benim
şarkılarım ise günlük konuşma dilinin şiirselleşmiş hali gibi.

* Demet Akalın’ın başını çektiği intikam şarkıları var bir de...
- Bu tarz şarkılar hep vardı. “Arkanı dön ve çık” mesela. Kökleri oradan geliyor belki de... Ben kelimelerin kalbini kırmadan yazılmış, acı çekiyorsa bile bunu zarafetle anlatan şarkı sözlerini daha çok seviyorum ama. Gider yapmayı sevmiyorum. Ama yapanları da dinliyorum, kapalı da değilim.

* Bir Serdar Ortaç şarkısı söyler misin mesela?
- Bundan 10 yıl önce filan söyledim. Serdar’ın yapacağı şarkıya bağlı. O kadar güzel besteleri var ki... Ona karşı oluşan bu önyargının sebebi biraz
da fabrikasyon oluşu. Aynı sound’u devam ettirmesi. Yoksa iyi bir şey yaparsa alırım, kapalı değilim. “İlla ki bütün şarkılar benim olsun” egosunu taşımıyorum.

KENAN’IN ŞARKILARI AKLIMDA KALMADI

* Bu yaz çıkan albümleri nasıl buldun?
- Satış ve yarattığı etkiye bakılınca, Ozan Çolakoğlu’nun albümü en iyisi. Torpil yok. Herkes bunu biliyor zaten. Yalın’ın albümünü de beğendim.
Konsept dediğim albümlerden. Çok güzel anlatımlar var. Kenan’ın ise birkaç şarkısını dinledim ama hiçbiri aklımda kalmadı. Ama Kenan’ı eleştiriyor
gibi algılanmayayım. Sonuçta her şarkı, her albüm birilerine hitap etmek zorunda değil. Ruh halimiz sürekli değişiyor. Bir sene sonra dinlediğimde seveceğim
belki. Şu anki ruh halime uymuyor sadece.

HEM ÖZGÜR HEM DE MUHAFAZAKÂRIZ

* Popüler bir şarkıcı ve üreten biri olarak memleketin gidişatını nasıl görüyorsun?
- Her gün şehit haberi almaktan dolayı acı duyuyorum. Artık bu savaşın, kanın durmasını ve gerekenin yapılmasını istiyorum. Bir de insan hayatına daha
çok değer verilmesi en büyük dileğim. Bu ülkede artık çukura düşüp ölen insanların haberlerini okumak istemiyorum. Bir de telif hakları meselesi var tabii...
Yıllar öncesine göre bu konuda daha iyi pozisyondayız. Ama hâlâ yurtdışındaki gibi değil durumumuz. Düşünün, orada bir sanatçı tek bir şarkının getirisiyle
yedi sülalesine bakabiliyor.

* Giderek muhafazakârlaşıyor muyuz, yoksa hep mi böyleydik?
- Ufak ufak, göze batmadan, yavaş yavaş başka boyutlara doğru değişen, ilerleyen bir sistem var. Bir yandan da hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşayan bir
kesim var. Yani durum karmaşık. Hem özgür hem de çok muhafazakârız.

* Popüler sektörde de bir otosansür oluştu. Mesela klipler RTÜK’e takılmasın diye daha usturuplu davranıyor yönetmenler, şarkıcılar...
- Duruma göre uyumlanan bir insan değilim. Şartlar ve durumlar neyse ona göre şekil alıp değişen biri olmadım. Bizim yaptığımız işlerde de özgürlüğün olmaması diye bir şey söz konusu olamaz. Ya özgür bir şekilde yaparsın ya da yapmazsın. Benim hayatımda hiçbir şeyin ortası yok zaten. Ya olur ya da olmaz. Yarım olursa siz de yarım olursunuz. Enerjiniz yarım olur, insanlara ulaşamazsınız. Eşikten atlayıp da başka bir boyuta geçemezsiniz.