Bu hayata gelirken hepimizin bir yaşam amacı var.

Her ne kadar biz bunu fark etmeden yaşıyor olsak da hayatımıza çektiğimiz insanlar, karşımıza çıkan her olay bunun bir parçası. Bunu kavramaya başladığın an aslında hayat çok kolay oluyor.

Tabi ki zaman zaman isyan edebiliyoruz. Başımıza gelenlere öfke besleyebiliyoruz orası ayrı. İnsanız canım sonuçta oluyor öyle durumlar.

Bu hayatta herkes hem öğrenci hem öğretmen birbirinin hayatında.

Öğreteceklerin ve ya öğreneceklerin bittiğinde iyi ya da kötü çıkıyoruz birbirimizin hayatından. Buna üzülmek ya da kendimizi kahretmek yerine arkasındaki güzelliği görmeye çalışmak daha iyi diye düşünüyorum ben.

Mesela ben daha öncesinde kafe sektöründe çalışıyordum. En son tanınmış bir kafede müdür yardımcısıydım. Fakat ne gecem vardı ne gündüzüm.

Bir personel hastalanıyor ve işe gelmiyor diye sürekli izinlerim yanıyordu. Öğlen 12 de işe başlayıp genelde gece 2’ye 3’e kadar çalışıyordum.

Ekstra bir gelirim olmuyordu bunlardan benim. Yani bir mesai ücreti almıyordum. Bırakın mesai ücreti almayı takdir bile edilmiyordum.

Sonrasında tabi artık sinir krizleri ve alerjiler başlamıştı. Ben işten ayrıldım. Ama o kadar öfkeliydim ki. Bu öfkem yüzünden iki ay işsiz kaldım biliyor musunuz?

Çünkü bütün her şeye kapattım kendimi. Müdürü de affedemedim, çünkü çocukluğumdan beri beni tanıyan birinin bunu bana yapmasını hazmedememiştim.

Sonrasında onu affetmek için çalışmalar yaptım.. Belki de bana sabrı öğretmek istedi.

Belki de fazla fedakârlığın iyi olmadığını ya da belki de herkesin bu hayatta yalnız mücadele ettiğini öğrenmek için bunu yaşamıştım. Ben affettim. Çok zor oldu ama affettim.

Sonrasında ne oldu dersiniz? Sektörün lideri olan bir alarm firmasında işe başladım. Bir yıl dolmadan pandemi başladı zaten. Bütün her yer kapandı biliyorsunuz.

Ben ise hiçbir ay eksik maaş almadım ve çalışmaya devam ettim. Eğer orada çalışmaya devam etseydim aylarca işsiz kalacaktım.

Yani aslında yaşadığım kötü olay bana çok güzel bir kapı açtı. Şimdi çalıştığım yerde çok mutluyum ve burayı da o alarm firmasında tanıdığım biri sayesinde buldum.

Yani yaşadığım o olayda belki de müdürü affedemeseydim bu güzellikler bana gelmeyecekti. Sırtımda koskocaman bir yük ile her işte mutsuz olacaktım zaten.

Sonrasında kendime geldim ben. Hayata karşı dik durmayı, insanlara karşı daha farklı bakmayı öğrendim. Her olayın bizim iyiliğimize olduğunu anladım.

O durum beni o zaman üzdü sadece. Sonrasında bununla başa çıkmayı öğrendim ben. Aslında bize düşen şey olanları anlayabilmek.

Kendimizden fedakârlık etmeden sadece öfkemizi geri plana atabilmek için anlamak önemli. Onları affedebilmek için önemli onları anlamak.

Bu aralar herkesle tartıştığım konu da affetmekle alakalı. Affetmek karşındakine yapılan bir iyilik değil, aksine kendine yaptığın iyiliktir.

Kızgın olduğun herkesin enerjisinin bir kısmı sende oluyor ve sen bu yükle yaşıyorsun. Karşındakini affettiğinde bunu onun bilmesine gerek yok zaten.

Senin kendi içinde affetmen gerekir kişileri ya da olayları. İnanın bana affettiğiniz insanların yükü üstünüzden gidince, siz rahatladığınızı görünce kendinize kızıyorsunuz bunca zaman neden yapmadım diye.

Beklentiler karşılanmayınca kırgınlıklar ya da kızgınlıklar oluyor ya aslında, işte affettiğinizde beklemeyi de bırakıyorsunuz ve enteresan bir şekilde o kişi yapması gerekenleri yapmaya başlıyor.

Ben bunu defalarca denedim. Sizde deneyin pişman olmayacaksınız. Bununla alakalı çok kısa bir hikâye anlatmak istiyorum.

Bir gün bir profesör derse girer ve öğrencilerine bir teklifte bulunur.

“Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?” Öğrenciler hocalarını çok sevdikleri için tereddütsüz bu teklifi kabul eder. “ o zaman ben ne dersem yapacağınıza söz verin.” Der.

Öğrenciler merak içinde bekliyorlardır. “Yarın hepiniz plastik bir torbada beşer kilo patates getireceksiniz.”

Öğrenciler ne olduğunu anlamaz ama ertesi gün ellerinde beş kiloluk patates poşetleri ile okula gelirler. Sıraların üstüne patatesleri dökerler ve hocalarının ağzından çıkacakları merakla beklemektedirler.

“Bugüne kadar affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, üzerine o kişinin adını yazın ve poşet koyun” der.

Ne olduğunu anlamayan öğrencilerine açıklamaya devam eder. “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız.

Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde her yerde yanınızda taşıyacaksınız” der. Aradan bir hafta geçmiştir.

Profesör sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlarlar:

“Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.”

“Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bana artık.”

“Hem sıkıldık, hem yorulduk?”

Profesör gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

“Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.

Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, hâlbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir…”

İşte çok sevdiğim bir hikâyedir bu. Affetmek kendimize yaptığımız iyiliktir unutmayın. Şimdi bize acı çektiren ne varsa sırtımızda taşımayı bırakıyoruz. Onu sevgiyle kabul ediyoruz, teşekkür ediyoruz ve serbest bırakıyoruz.

Kuşlar kadar hafif olmaya çok az kaldı. Siz istemezseniz bu konuda kimse size yardım edemez. Kendi değerinizi bilin ve yüklerinizden kurtulun.

Sevgiyle ve umutla…