'Ömer Güner'siz Trabzon' başlığı ile Aşut yazısında şu ifadelere yer verdi;

On bir yıl önce 10 Haziran 2009 tarihinde yitirdiğimiz Ömer Güner’i iki gün sonra Trabzon’da toprağa vermiştik. Cenaze törenine Ahmet Özer’le Ankara’dan katılmıştık. Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nin önündeki törende söylediklerimi anımsıyorum: “Ömer Güner, Trabzon’un Mustafa Ekmekçi’siydi. Ezilenlerin, baskı görenlerin, emekten yana olanların savunmanıydı…”

Sevgili arkadaşım Ahmet Özer de, “Toplumumuzun alabora olduğu dönemlerde, dalgaların kıyıya attığı nice insana bir ses olmuştur Ömer Güner diyerek, onun bu yanına vurgu yapmıştı…

Ölümünün 3. yılında, Sülüklü’deki gömütünün başındaydık yine. Aile üyelerinin yanı sıra, Trabzonlu gazeteciler de, Onursal Başkanları Ömer Güner’i anmak için oradaydılar. Aynı gün Trabzon Sanatevi’nde Ahmet ÖzerHikmet Aksoy ve ben, Ahmet Şefik Mollamehmetoğlu‘nun yönettiği panelde çeşitli yönleriyle anlatmıştık Ömer Güner’i. Ne yazık ki Ahmet Şefik ve Hikmet Aksoy dostlarımız da artık aramızda değil. Trabzon basınının bu iki değerli kalemini birer yıl arayla yitirdik…

Ömer Güner (Çizim-Harun Yavruoğlu)
Ömer Güner (Çizim-Harun Yavruoğlu)

UNUTULMAZ ANILAR

Ömer Güner’i, 1950’lerin sonlarında, Trabzon Belediyesi Zabıta Müdürlüğü’nde çalışırken tanımıştım. Ortak arkadaşımız Ümran Baran tanıştırmıştı bizi. O günden sonra hiç ayrılmadık. Ölümüne değin kesintisiz sürdü dostluğumuz. Toprak-İskân Müdürlüğü’nde görevliyken merak sarmıştı gazeteciliğe. Bir yandan yerel gazetelere spor yazıları yazıyor, bir yandan da Cumhuriyet gazetesine haber gönderiyordu. Devlet memuru olduğu için, bir anlamda “korsan gazetecilik” yapıyordu! Ama ağırlıklı olarak spor haberleri yazdığından, bu ek işi pek göze batmıyordu. O dönemde Milliyet’in yanı sıra, Cumhuriyet’in siyasal muhabirliğini de ben üstlenmiştim. Ömer Güner’in Ortahisar’daki resmi dairesi, bizim gazete büromuzdu aynı zamanda!

Ömer Güner’le Trabzon günlerimizde öylesine iç içeydik ki, kent dışı yolculuklarımızı bile birlikte yapıyorduk çoğu zaman. Gazetelerdeki ve Trabzon Devrim Ocağı’ndaki görevlerimiz de bir arada olmamızı gerektiriyordu. Birlikte kongrelere, seminerlere gidiyorduk. Yolumuz Ankara ve İstanbul’a düştüğünde, ilk uğrak yerimiz tiyatrolar olurdu. Dönemin en ünlü tiyatrolarındaki oyunları görmeden Trabzon’a dönmek istemezdik. Bir keresinde, Kenterler Tiyatrosu’nda Necati Cumalı’nın “Nalınlar” oyununu izlemiştik. Ömer Güner, oyundaki bir repliği diline dolamıştı sonraları. Sık sık, “Döndü Bacı, nalınların yerini iyi belle!” diye takılırdı bana.

Yarım yüzyılı bulan arkadaşlığımız sürecinde çok şey paylaştık birbirimizle. Özel ilişkilerimizde kanka, toplumsal eylemlerde yol arkadaşıydık. 27 Mayıs Anayasası’nı halka tanıtma toplantılarında, Devrim Ocağı etkinliklerinde, “kardeş köy” çalışmalarında hep omuz omuzaydık. Oyun dergisinin “Her Yer Tiyatrodur” kampanyasını köylere taşırken de, heyelan yüzünden topraklarını bırakıp göç etmek zorunda kalan Çaykara köylülerini uzak coğrafyalara uğurlarken de, kendi ellerimizle onardığımız Maçka’nın Kapıköy İlkokulu’nun bahçesinde voleybol oynarken de; sanatsal etkinliklere, sergilere, müzelere, tiyatro salonlarına koşarken de, haber kovalarken de, çilingir sofralarında sohbetin belini kırarken de sürekli birlikteydik! Büyük sevinçlere de acılara da tanıklık ettik. Mutlu dönemlerimiz de oldu, birlikte gözyaşı döktüğümüz günler de…

İnançlı bir insandı. Beş vakit namaz kılar ama rakısını da içerdi. Kibardı, güzelliklerin hakkını verir, cinsilatiflere iltifat etmekten de geri durmazdı! Bağnazlıktan, tutuculuktan, dogmalardan hoşlanmaz; tam bir “Anadolu Müslümanı” gibi yaşardı. Onun inançlı, benim ateist olmam, aramızda sorun yaratmazdı. Olgun ve hoşgörülü idi. Ümran Baran’ı da beni de olduğumuz gibi benimsemiş ve sevmişti. O, laikliğe bağlı çağdaş bir Cumhuriyet aydını olarak insanların kişisel seçimlerine saygı duymayı içselleştirmişti.

BİR SEVDA İNSANIYDI

Ömer Güner, her şeyden önce çok iyi bir insandı. Hatta bana göre, “ideal insan” profilinin prototipiydi. Dürüst, güvenilir, yardımsever, paylaşmacı bir kişilikti. Onun yalan söylediğine bir kez bile tanık olmadım. Tembelliğin gölgesi düşmemişti üzerine. Hep vızır vızır çalışır, durmadan koştururdu. En başta Uzunsokak, onun bu canhıraş koşuşturmalarının yakın tanığıdır.

Kibirden uzak bir insandı. Klasik bürokratlardan farklı olarak büyük bir içtenlik ve alçakgönüllülükle sorun çözmeye çalışırdı. Ben onu, gelecekteki “sosyalist devlet” ütopyamızın ideal bir kamu görevlisi gibi görürdüm hep! Çünkü gerçek bir emekçi önderi gibi sevgiyle yaklaşırdı insanlara…

Hikmet Aksoy, Attila Aşut ve Ömer Güner, Trabzon Gazeteciler Cemiyeti'nde
Hikmet Aksoy, Attila Aşut ve Ömer Güner, Trabzon Gazeteciler Cemiyeti’nde

Küçük yaşta kitap, gazete, dergi okuma alışkanlığı edinmişti. Dünya Klasikleri’yle lise yıllarında tanışmış, “Varlık” dergisini ve yayınlarını okuyarak kendini yetiştirmişti.

Kentin kültürel gelişiminde ve ilerici birikiminde Ömer Güner’in emeği büyüktür. Trabzon’un her mahallesinde ve sokağında onun ayak izlerini görebiliriz. Kıyıkent’in sokaklarını evi gibi severdi çünkü!

Haberin hakkını veren bir gazeteciydi. Ayrıca genç meslektaşlarına her zaman “baba”ydı. Bizim meslekte insanlar birbirini pek sevmez. Ama Ömer Güner için kötü söz söyleyen bir gazeteciyle karşılaşmadım henüz.

Bir sevda adamıydı Ömer Güner. İşini aşkla, tutkuyla, coşkuyla yapardı. Meslek heyecanını onun kadar derinden duyan çok az insan tanıdım Trabzon’da. İlerlemiş yaşına ve hareket yeteneğini büyük ölçüde kısıtlayan Parkinson hastalığına karşın, son günlerinde ölümün elinden adeta bir şeyler kurtarmaya çalışıyordu! İvecenliği ve telaşı bu yüzdendi. Azrail’le köşe kapmaca oynadı durdu. Yine de son haberini gazeteye geçmeden teslim olmadı ölüme!

ESKİ TADI YOK TRABZON’UN!

Gizleyecek değilim: Ömer Güner’in ölümünden sonra Trabzon yolculukları eskisi kadar tat vermiyor bana. Ömer Güner, Yenimahalle’deki evinin üst katını ayırırdı her gittiğimde. Orada çok rahat ederdim. Ailenin bir üyesi gibiydim. Akşamları terasta çilingir sofrasını kurar, rakı eşliğinde eski günlerin anılarına dalardık…

Ömer Güner, Trabzon'daki evinde köşeyazısını yazarken Attila Aşut onu fotoğrafladı.
Ömer Güner, Trabzon’daki evinde köşeyazısını yazarken Attila Aşut onu fotoğrafladı.

Ömer’ciğim sabahları erken kalkar, gazeteleri gözden geçirir, sonra daktilosunu kucağına alarak günlük yazısını ak kâğıda geçirirdi. Benim kadar güçbeğenir olmadığı için kolay ve çabuk yazardı. Kahvaltıdan önce yazısını önüme koyar, “İstediğin gibi düzelt! Sonra başıma ekşime!” derdi. Düzeltilmiş yazıyı birlikte Karadeniz gazetesine götürür; dönüşte Gazeteciler Cemiyeti’ne uğrardık. Cumhuriyet gazetesinin kırk yıllık muhabiriydi. Daha çok spor muhabirliği dalında uzmanlaşmıştı. Trabzon sevdalısı bir insandı. Yerel gazetelerdeki yazılarında bu yüzden sıklıkla kentin sorunlarını gündeme taşırdı. Çevreye duyarlıydı. Özellikle Devlet Sahil Yolu’nun yapımı sırasında denizin katledilmesini eleştiren çok sayıda yazı yazmıştı. Çünkü o da bir “sahil çocuğu” idi. İlk gençlik yılları Ganita’da geçmişti. Ne var ki oradaki baba evi, tünel açılması sırasında yıkılmıştı. Ömer Güner’le zaman zaman Ganita’ya iner, bu özel mekândan geride kalan küçük çay bahçesinde dalgaların sesini dinleyerek söyleşirdik…

Onu çok özlüyorum.

Ömer Güner’siz Trabzon, derin bir yalnızlık duygusudur benim için…