Trabzon Eğitim Sen Şube Başkanı Engin Nur önderliğinde yapılan basın ve kamuoyu açıklamasında şu ifadelere yer verildi;

2018-2019 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILINDA EĞİTİMİN DURUMU

2018-2019 eğitim-öğretim yılı 14 Haziran 2019 tarihinde sona erecek, resmi ve özel öğretim kurumlarında görev yapan 1 milyonu aşkın öğretmen  ve 18 milyona yakın öğrenci yaz tatiline girecektir. 
Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar ve eğitim alanında hayata geçirilen ‘piyasacı’ ve ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, 2018-2019 eğitim öğretim yılında başta öğrencilerimiz olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri derinden etkilemiştir. Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi yapısal sorunlarla karşı karşıya bırakılırken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları 2018-2019 eğitim öğretim yılı boyunca yapılan düzenlemeler, sistem değişiklikleri ve fiili uygulamalarla sürdürülmüştür.


Eğitim sisteminin yıllardır çözüm bekleyen sorunları arasında yer alan ikili öğretim, niteliksiz eğitim hizmeti, eğitimi özelleştirme adımları, kalabalık sınıflar, karma eğitim karşıtı uygulamalar, taşımalı eğitim, fiziki altyapısı yetersiz okullar, okullarda öğrenciler arasında ve öğretmenlere yönelik şiddet, öğrencilerin MEB eliyle dini cemaat ve vakıfların siyasal istismarına açık hale getirilmesi, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik uygulaması, norm kadro ve tayinlerde yaşanan sorunlar,  ataması yapılmayan öğretmenler vb gibi sorunlar bu yıl da çözümsüz bırakılmıştır. 

Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da, eğitim sorunu halkın en temel gündemini oluşturmayı sürdürmektedir. Çocuklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamakta, çocuk yaşta evlenmenin önüne geçen adımlar atılmamaktadır. Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda ve parasız olarak yararlanamamaktadır. 

MEB’in resmi verilerine göre ülke çapında görev yapan 920 bin 524 öğretmenin yüzde 66’sı (607 bin 604) son 17 yıl içinde atanmıştır. 17 yıl içinde KPSS’ye giren her 100 öğretmenden sadece 16’sı öğretmen olarak atanırken, geriye kalan 84 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır. 

MEB, yakın geçmişte devlet okullarını nitelikli okullar-niteliksiz okullar olarak sınıflandırmış ve bu durum kamuoyunca günlerce tartışılmıştır. MEB Bakan yardımcısı Mustafa Safran’ın geçtiğimiz günlerde benzer bir sınıflandırmayı öğretmenlere yönelik olarak yapması, Türkiye’de eğitime ve öğretmene verilen değeri görmek açısından önemlidir. Önümüzdeki eğitim öğretim yılından itibaren MEB tarafından ‘başarılı’ bulunan öğretmenlerin 24 Kasım’da Ankara’ya çağrılacak olması, bakanlığın başarı kriterlerini neye göre belirleyeceği sorusunu akla getirmektedir. 

Yıllardır eğitim sistemini ve öğretmenleri rekabetçi bir mantıkla yönetmeye çalışan, 2023 Eğitim Vizyon Belgesi’nde de yer aldığı gibi öğretmenleri birbirine rakip haline getirerek bireysel performans sistemini hayata geçirmeye çalışan bir zihniyetin eğitim sisteminin sorunlarına kalıcı çözümler üretebilmesi mümkün değildir. 

OKULLAŞMA POLİTİKASI İKTİDARIN SİYASİ HEDEFLERİNE GÖRE OLUŞTURULMUŞTUR 

MEB’in mesleki eğitim ve İmam Hatip Lisesi temelli olarak şekillendirilen okullaşma politikası, öğrencilerin çoğunluğunun bu okullara gideceği veya gitmesi gerektiği ön kabulü üzerinden şekillendirilmektedir. Böylece, bir taraftan sermayenin ihtiyaç duyduğu ara elemanlar ucuz işgücü olarak üretim sürecine dahil olması sağlanırken, diğer taraftan imam hatipleştirme politikaları üzerinden eğitimin dinselleştirilmesi ve siyasi iktidarın politik kitle tabanının genişletilmesi yönünde adımlar atılması hedeflenmiştir.  

ÖZEL ÖĞRETİMİ TEŞVİK POLİTİKALARI SONUÇLARINI VERMEYE BAŞLAMIŞTIR

Gerek okul sayısı gerekse öğrenci sayısı açısından baktığımızda 4+4+4 ile birlikte eğitimde özelleştirmenin tarihte hiç olmadığı kadar hızlı gerçekleştiği görülmektedir. Bu durum, kamusal eğitimin hükümet ve MEB işbirliği ile çökertilerek, özel öğretimin devlet desteğiyle nasıl ihya edildiğinin kanıtıdır. 

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, göreve geldiği günden bu yana, özel okullarda öğrenim gören öğrencilere yapılan maddi desteğin sonlandırılacağını ifade etmektedir. Ancak MEB tarafından hazırlanan Stratejik Planın basına yansıyan bölümlerinde özel okullara dönük teşvik mekanizmasının devam edeceği anlaşılmaktadır. Bu durum kamusal bir hizmet olan eğitimin doğasına aykırıdır ve eşitsizlik yarattığı için reddedilmelidir.

EĞİTİME AYRILAN KAYNAKLAR OECD ORTALAMASININ HALA ÇOK ALTINDADIR

Bir Bakışta Eğitim 2018 Raporu’na göre, Türkiye’de öğrenci başına ilkokuldan yükseköğretime kadar 4 bin 652 ABD doları harcama yapılırken, OECD ülkeleri ortalaması 10 bin 520 ABD dolarıdır. Türkiye’de eğitime yapılan harcama oranı OECD ortalamasının yarısından az olup, Türkiye OECD ülkeleri arasında Meksika’dan sonra eğitime en az harcamanın yapıldığı ülke olmayı sürdürmektedir. 

İMAM HATİP OKULLARINA YÖNELİK İKTİDAR DESTEĞİ ARTARAK SÜRMÜŞTÜR

Yıllardır siyasal istismar konusu olan imam hatip okulları 2018 yılında da her açıdan desteklenirken, tüm masrafları devlet tarafından karşılandı. Bu şekilde özellikle yoksul ailelerin çocuklarını bu okullara göndermeleri sağlandı. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında imam hatip ortaokullarında okuyan toplam öğrenci sayısı 94 bin 467 iken, MEB’in örgün eğitim istatistiklerine göre yaklaşık 8 kat artarak 723 bin 108 olmuştur. 

Türkiye’de imam hatip okullarında okuyan toplam öğrenci sayısı, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üstün gayretleri ve devletin bütün imkânlarını seferber etmesi sonucunda 2018-2019 eğitim öğretim yılı itibariyle 1 milyon 350 bin 611’e çıkarılmıştır. İmam Hatip Okullarında öğrenim gören öğrenci sayısında artış olması bu okulların öğrenciler ve velileri tarafından kendi doğallığında tercih edildiği anlamına gelmemektedir. Söz konusu artış çeşitli yönlendirme yöntemleri, seçeneksiz bırakma ve kamu yönetimi erkini bu doğrultuda kullanmanın sonucudur.

EĞİTİMDE CİNSİYETÇİ UYGULAMALAR DEVAM ETMEKTEDİR

Bugün eğitim sistemimiz toplumsal cinsiyet eşitliğinden oldukça uzak ve giderek dinsel içerikler kazanan muhafazakâr egemen ideolojinin yoğun baskısı ve denetimi altındadır. Toplumsal yaşamın her alanında görülen cinsiyetçilik ve cinsiyetçi uygulamaların en yoğun görüldüğü alanların başında eğitim gelmektedir. 

Türkiye’de çocuk işçiliği kalıcı ve toplumsal bir sorun olmayı sürdürmektedir. 2018 yılının Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Yılı ilan edilmesine karşın çocuk işçiliğini denetleme konusunda etkili bir politika yürütülmemiştir. Çocukların eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanması için hiçbir somut adım atılmazken, çocuk işçiler sorununun sürmesi, okullarda, cemaat yurtlarında ve kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddet vakalarındaki artışı eğitim sisteminde yaşanan sorunlardan ayrı değerlendirmek mümkün değildir. 

EĞİTİM SİSTEMİ DİYANET-DİNİ VAKIF VE DERNEKLERİN KUŞATMASI ALTINDADIR

MEB uzun süredir eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak protokoller imzalanmakta, yerellerde il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin katılımıyla çeşitli adlar altında toplantılar yapılmaktadır. Bugüne kadar MEB ile dini vakıf ve dernekler arasında imzalanan protokoller aracılığıyla çok sayıda okul, dini vakıf ve derneklerin temel faaliyet alanları haline gelmiş ya da getirilmiştir.
Eğitim sistemi, eğitim biliminin en temel ilkelerinden, laik-bilimsel eğitim anlayışından hızla uzaklaşırken, okullarda dinselleşmeye ve inanç istismarına dayanan uygulama ve faaliyetler kaygı verici boyuta ulaşmıştı.

MEB ile dini vakıf ve dernekler arasında imzalanan tüm protokoller iptal edilmelidir. Hangi gerekçeyle olursa olsun eğitim alanının dini vakıf ve derneklerin temel faaliyet alanı haline getirilmesi uygulamalarına derhal son verilmeli, eğitimin yok olma noktasına getirilen laik, bilimsel ve kamusal niteliği güçlendirilmelidir.

EĞİTİMDE 2023 VİZYON BELGESİ YENİ SORUNLARI BERABERİNDE GETİRMİŞTİR 

2023 Vizyon Belgesi’nde yer alan Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun öğretmenlerin iradesi dışında, onların görüş ve önerileri alınmadan masa başında hazırlanmak istenmesine eğitim emekçilerinin tamamına yakını tepki göstermiştir. Siyasi iktidar Öğretmenlik Meslek Kanunu ile;

1)Siyasi iktidara ve yönetime tabi öğretmen profili oluşturmak,

2)İş güvencesinin kaldırılması,

3)Katı bir hiyerarşi oluşturulması ve başöğretmenlik ile uzman öğretmenliğin kurumsallaşması,

4)Okul yönetimlerinin profesyonelleştirilmesi; eğitimde ticarileştirmenin artırılması ve bütçeden eğitime ayrılan payın azaltılması,

5)Öğretmenin karar verici değil sadece belirlenen programları uygulayan olduğu bir kimliğe sahip olması,

6)Öğretmenlik mesleğinin sınıf içerisi ile sınırlandırılması ve sadece bu anlamda profesyonelleşmesi,

7)Öğretmenlerin sorumlulukları ve görevleri artarken, hakların geriletilmesi, 

8)Çalışma saatlerinin, maaş karşılığı ders saatlerinin artırılması ve bunun sonucu olarak öğretmen açığının yeni öğretmen istihdam etmeden azaltılmasını hedeflemektedir. 

YENİ ORTAÖĞRETİM SİSTEMİ YAPISAL SORUNLARA ÇÖZÜM OLMAYACAKTIR

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), daha önce açıkladığı 2019-2023 Stratejik Planı’nda 2023’e kadar eğitim sisteminin bütün kademelerini dönüştüreceğini ilan etmiş, bu anlamda ilk adımı ortaöğretim sistemi üzerinden yapmıştır. Ortaöğretim kurumları, AKP’nin toplum mühendisliği açısından özel önem atfettiği bir alanı oluşturmaktadır. Bu nedenle MEB’in ideolojik bir tercihle uzun süredir yürüttüğü dönüşüm programı üzerinden meslek liseleri ve imam hatip liselerinin ortaöğretim içerisindeki payı sistematik biçimde arttırılmıştır. Bu politikanın bir sonucu olarak, sınav sistemlerinde değişikliğe gidilmiş ve genel akademik eğitim baskılanmaya çalışılmıştır.

Öğrencilerin meslek liselerine, imam hatip liselerine ve açık liseye fiili olarak yönlendirilmesi, sınav sisteminin bu amaca uygun olarak yapılandırılması, yoksul ailelerin çocuklarının hayatlarına camdan duvarlar örmüş, yükseköğretime geçiş sürecini daha baştan belirler hale gelmiştir.

Yeni ortaöğretim sistemi ile birlikte 9, 10 ve 11’inci sınıflardaki ders saatinin 40’tan 35’e düşürülmesi, ortaöğretimde görev yapan 70 bine yakın öğretmenin önümüzdeki dört yıl içinde norm fazlası haline gelerek mağdur edilmesine neden olacaktır. Fizik, kimya, biyoloji dersleri birleştirilerek doğa bilimleri deneyimi, tarih ve coğrafya dersleri birleştirilerek sosyal bilimler deneyimi dersleri olarak planlanmıştır.

Liselerde bütün yıllar için ortak ve zorunlu olan ders sayısı sadece Türk Dili ve Edebiyatı ile Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri olmuştur. Seçmeli ve zorunlu derslere bakıldığında örneğin sosyal bilimler zorunlu grup dersleri arasında temel sosyal bilimlere yer verilmemesi, ‘tasavvuf edebiyatı’ ve ‘İslam felsefesi’ gibi derslerin konulması dikkat çekicidir. Yine öğrencilerin gelişimi açısından son derece önemli olan yabancı dil, sanat, spor, çevre bilimi, insan hakları ve demokrasi gibi derslerin geri planda kalmasını iktidarın siyasal-ideolojik tercihlerinin somut bir yansıması olarak değerlendirmek mümkündür. 

MÜLAKATA DAYALI SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN İSTİHDAMINDA ISRAR SÜRMEKTEDİR  
 
15 Temmuz sonrasında tüm kamuda olduğu gibi eğitim alanında da sözlü sınav/mülakat üzerinden kullanılarak sözleşmeli öğretmen atamaları yapılmaya başlanmıştır. Öğretmen atamalarında mülakat uygulamasında ısrar, liyakatin adım adım terk edilerek, yerine sadakatin gelmesine neden olmuştur. 15 Temmuz 2016 sonrasında tek bir kadrolu öğretmen ataması yapılmazken, Nisan 2019 itibariyle MEB bünyesinde görev yapan sözleşmeli öğretmen sayısı 83 bin 366, ücretli öğretmen sayısı ise 92 bindir. 

MEB, öğretmen atamalarında mülakat kriteri olarak KPSS’den alınan puanın 50 puan ve üzeri yaparak eski düzenlemeyi değiştirmiş, öğretmen atamalarında siyasi torpil ve kayırmacılığı ön plana çıkarmıştır. İktidara eleştirel ve muhalif yaklaşanlar, farklı kimlik ve mezheplerden olanlar elenirken, öğretmen atamalarının öğretmenlik meslek ilkelerine göre değil, iktidarın siyasal çizgisine göre belirlenmesinin önü açılmıştır. 

EĞİTİMDE YAŞANAN ŞİDDETİN ÖNÜNE GEÇİLEMEMİŞTİR 

Toplumsal-ekonomik olumsuzlukların ve gelir adaletsizliğinin giderek derinleştiği ülkemizde okullarda yaşanan şiddet, 2018/19 eğitim öğretim yılında da eğitim alanının en önemli sorunları arasında yer almıştır. Okullarda ve okul önlerinde yaşanan şiddet olaylarının tırmanışa geçmesi sonucunda yüzlerce şiddet olayı meydana geldi ve bu olaylarda çok sayıda öğrenci ve öğretmen arkadaşımız hayatını kaybetmiştir. 

Okullarda yaşanan şiddetin giderek artması, Türkiye’de eğitimin çok ciddi bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu göstermiştir. MEB’in okul içinde özel güvenlik birimleri veya okul çevresine polis yığarak sorunu kolluk kuvvetleri ile çözme arayışının hiçbir işe yaramadığı bir kez daha görülürken, eğitimde şiddet sorununun çözülmesi için yapısal, kurumsal ve kültürel anlamda köklü dönüşümlere ihtiyaç olduğu görülmüştür. 

KAMUSAL, BİLİMSEL, DEMOKRATİK, LAİK EĞİTİM MÜCADELEMİZ SÜRECEKTİR

Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar ile 2018/19 eğitim öğretim yılında yaşananlar, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığını açıkça göstermektedir. Okullarda yaşanan yoğun dinselleşme ve eğitimi ticarileştirme uygulamaları okullarımızı eğitim yuvası olmaktan uzaklaştırmıştır. 

Kamuda ve eğitimde siyasi ve idari kararlarla hayata geçirilen hukuksuz ihraçlar ve açığa almalar, sendikal faaliyetlerden zorlama yorumlarla suç üretme çabaları, öğrencilerin yarış atı gibi sınavdan sınava koşturulması, öğretmenlerin mülakat sınavı ile sözleşmeli istihdam edilerek esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlanması, siyasal kadrolaşmanın arttığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin ülkemize ve çocuklarımıza olumlu katkı yapması mümkün değildir. 

Yıllardır toplumsal yaşamın her alanında sürekli kamplaşma ve kutuplaştırma politikaları üzerinden siyaset yapanlar, benzer bir bölünmeyi okullarda öğrenciler, öğretmenler ve veliler arasında oluşturmaya çalışmış ve bunda kısmen de olsa başarılı olmuşlardır. 

Okul öncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin laik, bilimsel ilkeler doğrultusunda verilmesine, demokratik ve kamusal yönünün geliştirilmesine özen gösterilmelidir. Derslik, okul, öğretmen açıklarından eğitimin genel bütçe içindeki payına kadar, eğitimin hemen her alanında köklü bir değişime gereksinim vardır.

Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik eğitim hakkı için mücadelemizi arttırarak sürdüreceğimiz bilinmelidir.