İnsanoğlunun doğasında var.

Kaybetmeden, elindekinin kıymetini bir türlü bilmiyor.

Bugün…

Tarihin anlam ve önemine binaen…

Her bir karışına sayısız şehidin emanet edildiği bu mübarek, paha biçilmez değere sahip topraklarda, ona karşı en azından birkaç dakika duyarlılık gösterebilme gayretiyle Cumhuriyet’i konuşacağız.

Tarih 29 Ekim 1923

Nüfusu yaklaşık 13 milyon olan yurt insanımızın tamamına yakını köy hayatı sürmekte.

Yaşıyor diyorsak, yanlış anlaşılmasın.

Öyle sözün gelişi…

Zira sayısı 40 bini bulan bahse konu bu köylerin 37 bininde ne okul var, ne dükkân, ne kasap, ne doktor ne de eczane…

Günümüze kıyasla inanması güç ama inanın.

Her beş köyün dördünde cami yok cami!

Millet sığır vebası, sıtma, verem, tifo bir yana, bit pireyle başa çıkamaz halde.

335 tane doktor, sadece 8’i Türk 62 eczacı, liyakat sahibi, işinin ehli iki çift hemşire ile birlikte 135 ebenin bulunduğu bu topraklarda, ortalama yaş sınırı 45 olunca, 46’yı görenlerin günleri bir bir sayılmakta.

Ve bununla beraber…

Doğum yapan her beş anneden biri sizlere ömür.

Doğan her iki bebekten biri nefes almıyor.

Üretim yok, imalat sıfır, var olan sanayide makine yok, motor yok.

Milletin yediği yavan ekmeğin bile unu ithal.

Teknolojinin henüz icat edilmediği koca yurtta, sulanabilen arazi alanı yalnız 5 bin dönüm.

İnsanlar dünyadan bihaber.

Vatandaşa traktör göstersen, kaçıp kiremidi ithal, elektriği bulunmayan evine kapanacak.

Yok çünkü.

Karşılaşmamış, görmemiş.

Ülkedeki oto sayısı 1500’e varmıyor.

Bir millet aç perişan.

Üstüne sağdan soldan göçle eklenmiş 500 bin kişi.

(Bu sayıdan tabiî ki at üstünde ölen yaşlı ve çocuklar arınmış.)

Anlayacağınız yokluk içinde boğuşan herkesin hayatı roman.

Hak hukuk bunları konuşmuyoruz bile…

Erkeğin karşısında durabilecek kadın henüz yeryüzüne inmemiş!

Seçmesi seçilmesi şöyle dursun, insandan dahi sayılmıyor.

Okutulması ayıp.

Dolayısıyla yalnızca binde biri okuma hünerine sahip.

Kadın denilenin tek işi var, o da doğurmak…

Resmi nikâh zaten yok.

Nitekim onun için ayrıca fetva lazım.

Zaman mefhumu biraz karışık.

Kimisi hicri, kimisi rumi takvimde.

Mesela.

Yan yana duranların biri Şubat’ta diğeri Aralık’ta yaşıyor.

Metre yok henüz.

Yani var ama memlekete gelmemiş.

Komşundan tarla alacaksın diyelim.

Şöyle arşın, kulaçla alacaksın.

Yurttaşa özgü alfabe bile yok.

Her çeşitten dilin varlığıyla birlikte genelde Farsça ve Arapçanın mikserlenmesiyle ortaya çıkarılan lehçenin adı olmuş Osmanlıca.

Bundan mütevellit güvenilir kaynaklı kitap yok, belge yok.

En acısı da şu ki, öğretmeni dahi yetiştirecek, geleceğe ışık tutacak öğretmen yok.

Zannediyorum, yaşadığımız bu topraklarda Cumhuriyet öncesi nelerin bulunmadığını az buçuk aktardık.

Şimdi bunları 29 Ekim 2019 Türkiye’sinden çıkarın.

Ortaya çıkan sonuçla birlikte bugün nelere sahip olduğumuzu çok daha iyi anlayacaksınız.

Emanetine saygı ve minnetle...

Nur içinde yat Gazi Atatürk!