ABD Başkanı Barack Obama, efsanevi Ronald Reagan'dan daha yüksek onay oranlarıyla görevini bırakacak. Bir prensip olarak, eski başkanların popülerlik oranları yükselir. George W. Bush dahi, görevi 10'lu rakamlarda bir onay oranıyla bırakmasına rağmen, emeklilik döneminde popülerlik seviyesinin arttığına şahit oldu. Obama'nın, Amerika'nın en sevilen eski başkanlarından birisi olması da kesin gibi. 

Fakat Amerika'nın en iyi başkanlarından biri, nasıl olur da dış politika konusunda, özellikle de Ortadoğu'da bu kadar hatalı olabilir? Obama Irak ve Afganistan'da yaşanan iki savaş devraldığını ve bu iki savaşı yavaş yavaş bitirme işinin kolay geçmediğini savunuyor. Oysa dış politika konularını takip edenler, Obama'nın Irak ve Afganistan'a yönelik ABD politikasını etkilemek için pek bir şey yapmadığını biliyorlar. Obama bu iki ülkeye müdahil olduğunda ise işler daha da sarpa sardı.

İkinci döneminin sonuna iyice yaklaştığı bu günlerde Obama, bizzat kendi eksikliklerinden dolayı bir hayal kırıklığı yaşıyor gibi. En son yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında, Amerika'nın Ortadoğu'da, anlayamadığı "binlerce yıllık çatışmalara" karışmak gibi bir ilgisinin olmadığını söyledi. Halbuki Amerika'daki birçok kişi Ortadoğu'dan gayet iyi anlıyor. Bir tek Obama ve ekibi bu anlayışa sahip değil.

Bush'un politikaları
Obama seçilmesine giden süreci, "Irak'taki savaşı bitirme ve seçildikten sonraki altı ay içinde bütün ABD askerlerini bölgeden çekme" söylemiyle yürütmüştü. Bu vaadi hiçbir zaman gerçekleşmedi. Adaylar, ancak başkan olduklarında gerçekleştirmenin mümkün olmadığını gördükleri zaman, önceden söz vermiş oldukları bazı konularda geri adım atarlar. Örneğin Irak'ta ve Ortadoğu'nun büyük bir bölümünde Obama, Bush'un politikalarının sonuna kadar kendi seyrinde ilerlemesine izin verdi. Amerika Irak'tan, Obama'nın dediği gibi 2009'un ortalarında değil, 2011'in sonunda, yani Bush'un takvimine göre çekildi.

Irak ve Ortadoğu'nun geri kalanındaki istikrar, Obama, Bush'un politikasının kendi seyri içinde ilerlemesine izin verdiği müddetçe umut verici görünüyordu. Obama 2011 itibarıyla, kendi dış politika başarılarıyla iftihar ettiğini söylediği konuşmalar yaptı. El-Kaide de dahil olmak üzere, terör örgütlerinin artık geri çekilme sürecine girdiğini tekrar tekrar söyledi. Irak'taki şiddet, 2003 öncesi seviyelere gerilemişti. Yemen hükümeti, teröristlerle mücadelesinde üstünlüğü ele geçirmişti.

Obama çok ciddi hatalar yapmaya başlayana kadar, Ortadoğu doğru bir istikamette gidiyordu. ABD başkanı, Irak ve Yemen gibi ülkelere, hangi unsurların istikrar kazandırdığını fark etmemişti. Washington'ın, 2003 senesinde paramparça ettiği Arap-İran dengesini tekrar yerine oturtmadan, Irak'taki tabloyu düzeltmesi mümkün değildi. Washington Türkiye ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin yardımını arkasına alarak, İran yanlısı grupların yükselişinden bezmiş olan Iraklı Kürtler ve Sünni kesimle yeniden temasa geçti. Amerika farklı milis gruplarını da finanse etti ve Bağdat'daki Sünni ve Kürt siyasetçiler için diplomatik koruma sağladı.

Irak'ta ölümcül hatalar
ABD askerlerini geri çektikten sonra, Sünni ve Kürt müttefikleriyle bağını kopardı ve onlara ödediği maaşları da kesti. Obama, mezhep temelli yönelimi olan Irak hükümetine yegane egemen muhatap olarak davranmaya başladı ve artık bunun ölümcül bir hata olduğu ortaya çıktı. İran'dan bağımsız bir Iraklı Şii liderlik inşa etme gayreti içinde olan eski Irak Başbakanı Nuri Kemal el-Maliki, kendi kimliğini parlatmak için Iraklı Sünnileri ve Kürtleri adeta kum torbası olarak kullandı. Amerika ise eski Sünni ve Kürt müttefiklerini, Maliki'nin giderek artan otokrasisinden kurtarmaya gelmedi. Irak'taki dengeler 2012 yılında yeniden paramparça oldu. Irak'ta Sünni kesimin, radikal unsurları artık kontrol edemeyecek kadar zayıf düşmesi an meselesiydi.

Irak'taki bu hatasını tamir edebilmek için, Obama daha da büyük bir hata yaptı. Obama'nın hesabına göre İran, Amerika'nın mırıldandığı dostluk havalarına olumlu tepki verecek ve bölgeyi istikrara kavuşturmada Washington'la ortalık yapacak derecede pragmatik liderleri olan kadim bir medeniyetti. Bahsini İran'ın üstüne oynayarak Obama, bölgedeki mezhep dengesini Tahran'ın lehine iyice bozdu ve böylece Suriye ve Lübnan gibi etrafta bulunan ülkelerin de istikrarlarını kaybetmesine sebep oldu. Obama'nın İran'a ve Suriye devlet başkanı Beşşar Esed'e, Suriye'deki barışçıl devrimi güç kullanarak yok etme izin vermesinin akabinde bir kaos ortaya çıktı ve bu kaos, terörist grupların Irak-Suriye sınırında örgütlenebilmeleri için daha büyük bir boşluk oluşturdu.

Mezhep eksenli gerilimler
Obama'nın hataları bunlarla da kalmadı. Irak'ta güç kazanmakta olan terörist örgütlerle savaşabilmek için, İran'ın Maliki'yi devirme komplosuna onay verdi ve böyle yapmakla, Amerika'nın Irak'ta kalan sözüm ona tek 'dostunu' da devirmiş oldu. İran Maliki'nin yerine, Tahran'a çok daha yakın bir isim olan Haydar el-İbadi'yi getirdi. İbadi mücadele içindeki tüm tarafların arasını bulabilmek amacıyla bir 'ulusal birlik hükümeti' oluşturmak yerine, hükümetin gelirlerini İran yanlısı Iraklı milisleri fonlamak için kullandı. Böylece Irak'taki çatışmanın, bütün vatandaşlarının hayrına olacak şekilde Irak devletini restore etmeye yönelik olmaktan çok, mezhep eksenli bir mücadele mahiyeti taşıdığını iyice tescillemiş oldu.

Mezhepçi bir zeminde hareket etmesine rağmen Maliki, Obama'nın (tabir caizse) 'hareket halindeki otobüsün altına savurduğu' tek Amerika dostu değildi. Amerika Beyrut'ta da, İran yanlısı milis grubu olan Hizbullah tarafından altı oyulmuş devlet egemenliğini restore etmeye çalışan bir koalisyonu yüzüstü bıraktı. Yemen'de CIA, İran yanlısı Husilerle temas kurdu ve böylece onlara Sana'yı işgal edip hükümeti devirecek bir güç kazandırmış oldu.

Müttefiklerle ilişkiler bozuldu
Obama ekibi zaman zaman kendisini İran'ın ve Suriye'nin otokrasileriyle rahat hissetti, ama Türkiye ve Suudi Arabistan dahil, Amerika'nın uzun zamandır dostu ve geleneksel müttefiki olan ülkelerle iletişim kurmada sorun yaşar oldu. Aynı şekilde Amerika, Washington'ın da terörist olarak sınıflandırdığı İran yanlısı örgütlere göz yumdu ve İran'ın bu örgütleri bütün Ortadoğu'da (Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da ve Yemen'de) finanse edip kullanmasına müsaade etti. Ancak iş, İran karşıtı olan ve bazıları Amerika'nın terörist listesinde bulunan Sünni gruplara gelince, Amerika bir güç gösterisine girişerek bu grupları bitirmenin peşine düştü.

Obama, kendisini Suriye'nin kuzeyinde terör örgütleriyle bir mücadele içinde bulan Türkiye gibi ülkelere yönelik taraflı politikalarında ısrar etti, ama bu örgütleri durdurmak için hemen hiçbir şey yapmadı. Çünkü Amerika bu gruplardan bazılarına, Irak'ın içindeki kara gücü olarak bel bağlamakta. Obama, Bağdat ve Şam'daki İran müttefiklerinin kendi halklarına karşı başlattığı acımasız, kanlı bir bastırma hareketinin neticesi olarak terörün, hem Irak'ta hem de Suriye'de yayılmış olduğu gerçeğine de kayıtsız kalmış göründü. Irak ve Suriye'de halka yönelik acımasız operasyonlar uzadıkça, terör örgütlerinin yeni üyeler ve fon bulması, böylece büyümesi daha kolay hale geldi.

Türkiye'nin çağrıları karşılıksız kaldı
İbadi ve Esed'i frenlemeleri için Tahran ve Moskova'ya daha büyük baskı uygulamasına yönelik Ankara'nın defaatle yaptığı çağrılara rağmen, Obama her iki ülkenin de kontrolden çıkmasına müsaade etti. Esed güçlerinin ateşiyle bir Türk F-16'sının düşürülmesi hakkında Obama hiçbir yorum yapmadı. Ama Türkiye kendi hava sahasının savunması sırasında bir Rus savaş uçağını düşürdüğünde, Obama Türkiye'nin bu hamlesiyle ilgili duyduğu büyük hayal kırıklığını ifade etti ve Ankara'nın egemenliğine yönelik yabancı saldırılar durumunda NATO'nun yardıma gelmesini şart koşan maddesini işletmeyi reddetti.

Obama'nın 'mantrası', Rusya ve İran gibi güçlerin, Amerika'nın geçtiğimiz on sene boyunca Irak'ta çektiği çileye benzer şekilde, Suriye ve Irak'taki bataklıklara saplanmasına zemin oluşturmayı öngörüyordu. Ancak Rusya da İran da uzaktan savaşmayı akıl edecek kadar önsezili çıktı: Yerel müttefiklerini silahlandırıp fonlarken, bir yandan da hava saldırıları gerçekleştirip danışmanlarını bölgeye gönderdiler ki bu, Obama'nın ısrarla karşı koymayı reddettiği bir taktikti. Obama bu reddedişi yüzünden de Ankara gibi bir dostu, sınırlarını korumak ve Türkiye'nin içinde bir terör dalgası oluşturan teröristleri yakalamak için ordusunu Suriye'ye sokarak 'kendi başının çaresine bakmaya' mecbur etti.

Yüksek ahlaki meziyetlerine ve ülkedeki popülerliğine rağmen Barack Obama, dış politikada gereksiz derecede ihtiyat gösterdi ve bu ihtiyatlı tutumu ABD dış politikasını bir çok zaman felç etti. Bu davranış ise Amerika'nın dostlarını ve müttefiklerini yüzüstü bıraktı ve onları kendilerine Washington'dan uzaklarda dostlar aramaya mecbur etti. İşte Obama'nın bırakacağı miras böyle bir mirastır.