Restoranlarında
çoğunlukla Türkiye'den gelenlere iş verir. Hiçbir ayrım yapmadan.
İstanbul'dan gelen var personelinin arasında, Kars'tan, Kayseri'den,
İzmir'den, Diyarbakır'dan gelen...
Bir özelliği de Londra'ya okumaya gelenlere hem iş verir, hem de maddi yardımda bulunur. Yani okutur onları.
İşte
bu şekilde işe aldıklarından biri çalışkanlığıyla, kılığıyla-
kıyafetiyle, efendiliğiyle bir süre sonra Hüseyin Bey'in hem gözüne
girdi, hem de güvenini kazandı. Delikanlı iki-üç yılda Sofra restoranlar zincirinin genel müdür yardımcılığına kadar yükseldi. Hatta
Hüseyin Bey, insan kaynakları birimini, yani personel alımı
sorumluluğunu da ona verdi.
ŞEYTANIN AKLINA GELMEYECEK PLAN
Sonradan öğrendik... O delikanlı Sofra'nın çeşitli restoranlarına 2
yılda onlarca kişi almış. Hepsi de kendisi gibi Güneydoğu kökenli. Ve de
hiç belli etmeden ancak şeytanın aklına gelebilecek bir plan
hazırlamış.
Sofra kapılarını sabah 08'de kahvaltı servisi için açar, gece yarısına kadar çalışır. O
nedenle personel vardiyalı hizmet verir. Son vardiya gece yarısından
sabaha kadar ertesi günün mezelerini, sulu yemeklerini ve
kahvaltılıklarını hazırlamakla görevlidir.
Genel müdür yardımcısı o
genç bir gece yarısından sonra zincirin restoranlarına yerleştirdiği
adamlarına, "Harekete geçme zamanı geldi" haberini ya da talimatını
gönderdi.
Hemen gereğini yaptılar: Yağ-kir içinde önlükler taktılar,
yemeklere izmaritler attılar, bir gün öncesinden kalmış yemekleri yeni
pişmekte olanlara eklediler... Ve daha ne rezaletler. Hepsini de hem
filme çektiler, hem de fotoğrafladılar..."
***
YA RESTORANLARI BİZE DEVREDERSİN YA DA
Dehşetle dinledikten sonra sordum:
- Peki ne için yaptılar bütün bunları?
-
Dur dinle... Ertesi gün o genç Hüseyin Özer'in odasına dayandı.
Masasına fotoğrafları yaydı, lap-top'una filmi koyup izlettirdi ve resti
çekti: "Ya restoranlarını bize devredersin, ya da bütün bu fotoğrafları
ve görüntüleri hem Sağlık Bakanlığı'na, hem de Belediye'ye teslim
edersin." Restoranlarda hijyen, İngiltere'de en küçük ödün bile
verilmeyen bir tabu. Çok ağır para cezaları veriliyor, restoranlar
süresiz kapatılıyor, hatta sahibi ciddi hapis cezalarına çarptırılıyor.
BİZ PKK'YİZ..
- Kimmiş bu genç?
- Hüseyin Bey de aynen bunu sormuş: "Sen kimsin?
'Biz' derken kimi veya kimleri kastediyorsun? Delikanlı sırıtmış: "Biz
PKK'yız. Örgüt, Sofra zincirini istiyor. Hayır dersen, sen bilirsin..." Ve çıkıp gitmiş.
- Sonra?
-
Hüseyin Bey, o gün, o öğleye kadar Londra'daki 4 restoranı dışında
zincirin tüm halkalarını elden çıkarmış. Kimini yarı değerine, kimini
ölmüş eşek fiyatına satıp-savmış. Zararının 20 milyon pound'un üstünde
olduğu söyleniyor.
***
NUTKUM TUTULDU
Tam anlamıyla nutkum tutuldu...
- Hüseyin Özer, Kraliçe'nin yemeğinde dört sandalye ötemdeydi. Ve çok durgun, yorgun, moralsiz görünüyordu. Bu yüzden mi çöktü?
-
Çöktü ne demek; hayatı da, ruhsal durumu da allak-bullak oldu. Paranoya
uçurumuna yuvarlandığını bile söyleyebilirim. Şimdi kalan
restoranlarında ne zaman bir esmer Türk görse, can havliyle personelinin yakasına yapışıyor: "Çıkarın bunları,
yediklerini- içtiklerini bana yazın..." Bir defasında yine esmer tenli
bir grup gelmiş. Hüseyin Bey'de aynı refleks, aynı korku, aynı tepki...
Şef garson kulağına eğilip, "Şimdiden 400 pound'luk hesap yaptılar.
Çıkaralım mı?" diye sormuş. Para büyük... Hüseyin Bey'in yanıtı:
"Kalsınlar... Ben gideyim. Gözüm görmesin..."
***
BİRİLERİ GÖZYUMUYOR
Dostum devam etti: "Şimdi Hüseyin Özer ve Sofra'sı yeniden toparlanmaya çalışıyor. 4 restoranına 5'incisini eklemeye çalışıyor."
"Londra'da o kadar mı güçlü PKK?" diye sordum.
Çatalını
önündeki humus tabağına değdirirken yanıtladı: "Türk veya Türkiyeli
topluluğu arasında o kadar at koşturuyor. Tabii birilerinin göz yumması
nedeniyle..."
***
Abdurrahman Şimşek'in Abdullah Öcalan'ın son
sevgilisi Ayfer Kaya'nın İtalya'da bir kebap zincirini yönettiğine
ilişkin haberini okuyunca, Hüseyin Özer'i ve Sofra zincirini bir kez daha düşündüm...
PKK, İtalya'daki o kebapçı zincirine nasıl sahip oldu acaba?