Aslında ülkemizde tarımda kafamızın en az karışık olması gereken ürün fındık. Çünkü fındık, dış ticaret açığının her geçen gün arttığı, dövizin başını alıp gittiği bir ortamda tek kuruş ithal girdisi olmadan, tabir caizse “halisane” bir 2,5 milyar doları her yıl Türkiye’ye kazandırıyor.

Karadeniz Fındık ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Edip Sevinç’in dediği gibi: “Türkiye’ye gerçek manada net dövizi en fazla fındık sağlıyor.”

İşte rakamlar ortada! 31 Ağustos’ta tamamlanacak 2019-2020 sezonu yaklaşık 330 bin ton iç (660 bin ton kabuklu) fındık satışı ile sezon bazında tarihi bir rekora imza atacak.

Bu nerede ise verimsiz geçen son yıllarda Türkiye ortalamasının üzerinde bir fındığın dışa satılması demek. Bilindiği gibi son yılların Türkiye ortalaması 600 bin ton dolayında. Böyle bir tablo ortada iken 730 bin hektarı aşkın bir alanda dünya fındık üretiminin yüzde 70’e yakın kısmını üreten Türkiye’nin böylesi bir ürünün çok daha fazlasını satıp, çok daha fazlasını döviz girdisi yapması gerekmiyor mu?

Dahası, “3 yıl önce Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yıldönümü” ile genel ihracatta 2023 için konulan 500 milyar dolarlık hedefin içinde fındığa 5 milyar dolarlık bir pay ayrılmış olması sebebiyle ekstra bir şeyler yapılması gerekmiyor mu?

Yapılması gereken, fındığı sürdürülebilir bir politika üzerine oturtup, üretimden tüketime kadar bir bütün halinde planlanmasıdır.

Özet olarak üretenden tüketene kadar sektörde zincirin halkası olarak yer alanları, bir bütün kabul ederek üretim ve satış politikalarının oluşturulması gerekiyor. Yani, üreticinin “ben fazla para istiyorum”, tüketicinin de “ben de uygun fiyata fındık yemek istiyorum” talebinin göz önünde bulundurularak dizayn edilmiş orta ve uzun vadeli politikalar.

Tarım ürünü olması hasebiyle kısa vadeli hesaplar bir kenara, özellikle büyük kısmı sanayide kullanılan fındıkta orta ve uzun vadeli stratejilerin de hayata geçirilmesi artık zorunluluk.

Sonuç olarak, 2023 hedefi için yıllık 5 milyar dolarlık fındık ihracatı hedefinin sekteye uğrayacağı görüldü. Bu görüntü Türkiye’yi dünyada kendine rakip yaratmadan üretimden tüketim aşamasına kadar fındıkta sürdürülebilir politikalar üretmeye yöneltmeli. Dünya fındık üretimi ve ihracatının büyük kısmını elinde bulunduran Türkiye’nin, bu ürünün ihracatından elde ettiği gelir bu kapsamda yetersiz. Elimizdeki kaliteli fındığı ham mamul olarak ihraç etmekten ziyade işlememiz, katma değeri yüksek ürün elde etmemiz gerekiyor. Türkiye, elindeki kaliteli fındıkla yaptığı çikolata ve ezme gibi ürünleri Türk ve İslam coğrafyasına rahatça ulaştırabilecek potansiyelde. Avrupa’ya göre hem lojistik hem de iş gücü maliyeti avantajımız var. Ayrıca fındık yani ana mamul bizim. Yani, çok daha uyguna aynı, hatta daha yüksek kalitede çikolata yapabilir ve Türk cumhuriyetleri ile Ortadoğu ve Körfez bölgesine önemli oranda ihracat gerçekleştirebiliriz.

Yoksa günü birlik hesaplar, kısa vadeli politikalar üzerine 730 bin hektarlık bir alanın, 600-700 bin tonluk bir üretimin ve 2-2.5 milyar dolarlık bir dış ticaretin inşa edilmesiyle gerçek manada zenginleşme asla sağlanamaz. Bu politikalar fındıkta hedefleri yakalamak açısından çok da sürdürülebilir politikalar değil.