Batum-Tiflis-Kutaysi gezimizi öyle bir kalemde bitirmeyelim, özellikle yaşanan sıkıntalara, kimlikle geçişin sancılarına değinelim istedik. Gürcistan’a girerken Türk tarafındaki işkence, geri kalmış tek banko sistemi insanı çileden çıkartıyor. Hele birde Sarp Sınır kapısının Gürcistan tarafını da Türklerin inşaa ettiği geldikçe akıllara, insanın kendi devletine şaşırası geliyor.

Dünkü yazımızda belirtmiştik ya, Türkiye’de de Nataşa kazanıyor, Batum’da da… Sınırda’da da öyle. Yine aferini Gürcü alıyor.

Meseleye girmeden dünkü yazıyla ilgili aldığım telefon ve e postalardan biraz bahsedeyim. Dün gerek haber merkezimizin, gerek şahsıma ait cep telefonumun zili bir türlü susmak bilmedi. Herkes Trabzon’daki dostunu deşifre eden nataşanın verdiği ismi merak ediyordu. Kim o adam, kim o adam diyordu. Biz o ismi unuttuk, bir daha hatırlamamak üzere. Bizim amacımız birinin öbürünün ismini veya işini rencide etmek değil ki. Siz meselenin aslına bakın. Yıllarca buralarda fuhuş yapıp ömrünü çürüten o Rus kadınlarının intikam için yaptığına bakın. Günaha girmek için harcadığınız paraları sarfettiğiniz çabaları düşünün. Bugün Batum’a giden herkese, Türkiye’de ilişkiye girdiği erkek isimlerini tek tek sayabilen bir çete oluşmuş. Bu çetenin tek amacı intikam. Kaybolan yıllarının, yok olan gençliğinin intikamını almak. Burda ne işleri vardı, biz mi yalvardık gelin gelin diye.. Bunu kimse sorgulamaz. Onlar girdikleri günahı vicdanlarında azaltma gayesindedir.



O nedenle isimlere değil, ailenize, çevrenize geçmişinize ve geleceğinize dair üstlendiğiniz sorumluluğa biraz eğilin. Biraz düşünün. Yarın Dünyanın sayılı turistik merkezlerinden biri haline gelecek olan Batum’a ailenizle birlikte yapacağınız bir turistik seyahati getirin aklınıza. Sonra da bulaşmadığınız için o günaha halinize şükredin bence.

ERHAN ESASPEHLİVAN’IN DÜNKÜ YAZISINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

Yaşanan sıkıntıya gelelim isterseniz.

Önce Sınır kapısına gidiyorsunuz, Trabzon’dan Sarp’a yollar güzel fakat kapıya 5 kilometre kala tır kuyrukları başlıyor. Burada bir aksilik olduğunu anlıyorsunuz, yani problem direk gözünüze giriyor. İlerliyoruz. Akşam saatlerinde bile olsa girişlerde büyük yoğunluk var. Her gün ortalama 6 bin kişi Gürcistan’a kimlikle giriş yapıyor. Sadece 1 TL verip kimliğinizi göstererek sınır kapısı önündeki bekçi kulübesi misali yerden giriş kartlarınızı alıp, gişelere diyeceğim ama tek bir tane olduğu için diyemiyorum. Türk polisi’nin olduğu gişeye gidiyorsunuz. Tek başına bir polis memuru sadece yaya vatandaşlarla ilgileniyor. Nefes almaya vakti yok. 5 dakika dursa, 10 kişilik sıra 100 kişi oluyor. Birde insana kaçakçı muamelesi yapan o banka veznelerini andıran, evrak alışverişinin yapıldığı polis ile vatandaş arasındaki cama açılan delik yok mu? Polisin dediğini duyabilmek, onunla iletişim kurabilmek için neredeyse yeri öpeceksiniz. Ağlanacak haline güldürüyor, insanı bu komik şeyler. Türk tarafı böyle. Personel az. Gişeler yetersiz, fiziki görünüm berbart. Ya karşı taraf, biz Türklerin Gürcistan’a hediye ettiği… Girdiğinizde size bir Avrupa ülkesine girdiğinizi hissettiriyor… Öyle sanıyorsunuz. Modern binalar, ardı ardına dizili gişeler, otomatik geçiş kapıları, kameralarla fotoğraflarınızın çekilmesi gibi, özel güvenlik koridorları, sıcak bekleme salonları... Ah çekip, bize de reva görüleni gördük deyip geçiyorsunuz. Ama içiniz acıyor.

FREE SHOP KRİZİ

Birde Free Shop meselesi var tabi ki. Bu bizim Türkiye’de sorguladıkça kaybettiren, işin işleyişini önleyen birçok konu için önemli bir örnek. Dönüş yolunda heyetten birine arkadaşı, “Gürcistan tarafınadan alışveriş yapma, Türk tarafında ki Free Shop daha kaliteli hemde bizim ülkemiz kazanıyor” dedi. Bu tekliften memnuniyet duyan değerli bir ağabeyimiz, Gürcistan tarafından paket paket alışveriş yapanlara inat Türk tarafına geçip alışveriş yapma talebinde bulundu.

Oda ne, bir uyarı geldi hemen.

“Beyefendi siz 3 gün Gürcistan’da kalmadınız, o istediğiniz alışverişi yapamazsınız” demesin mi. Gürcistan tarafında ise bunu sorgulamayı bırakın, kimse merak bile etmiyordu.

Alan gidiyordu. Nedeni, biz herşeyi daha iyi bilir ve yaparız, uygularız ya…
Çok garip ve her gün yaşanan şeyler.

Giden herkes bunları biliyor, yaşıyor ve okuyunca çok yazıldı ama kimse bir şey yapmadı diyordur. Evet neden yapılmıyor. Neden Artvin’in, Rize’nin Milletvekilleri, ilgili bakanlıklar, Türkiye tarafında insanlara böylesine işkence çektirilmesine izin veriyor. Neden bu kadar vurdum duymazlar. Neden “Bu Türkler böyle, kendi milletine kıymet vermez, elin adamına en iyisini yapar” dedirtiyor. Neden…

Çünkü yılda bir kez ya gidiyorlar ya gitmiyorlar. Gidecekleri zamanda herşey sütliman hazırlnıyor. Mesele bura da kilitleniyor.

ÇOK KOMİK BİR AN

Yine başımızdan geçen ilginç bir anıyı paylaşalım. Trabzon Basın İlan Kurumu İl Müdürü Abdurrahman Bahşişoğlu ile Batum'un arka sokaklarında eski mahallelerinde yürürken Müdür bey seslendi, "Erhan görüyormusun kadın yerden izmarit topluyor, ne kadar duyarlı”. Şaşırıyoruz. Elinde bir poşet ile tek tek izmaritleri toplayan kadını taktir ediyoruz. Nerede çalıştığını öğrenme girişimlerimiz sonuç vermiyor. Kimileri sigara alamadığı için izmaritlerin dibinde kalan tütünlerden kendine yeni sigara yapıyor diyor, kimileri belediyenin maaşlı elemanı. Bu görüntüye birkaç kez rastladık, devam ederken sigarasını yere fırlatan bir vatandaşı görünce yine yüksek sesle düşündük ve söyleniverdik, “Kadıncağız tek tek toplasın sen öyle sokağa fırlat. Ayıp vallaha”.

Yine bizi şaşırtan bir ses, “Hayırdır kardeş ne arıyorsun”…. Haydaa. Meğer o da bir Türk. Meğer biz Türklerin olduğu caddeye yaklaşmışız. Abondene olup, sıkı bir tartışmamaya girmemek üzere lafı çevirdik. Kiralık ev aradığımızı söyledik. Böylece Batum’da ev kiralarının 250 ile 500 dolar arasında seyrettiğini, ve her zaman sesli düşünmememiz gerektiğini öğrenmiş olduk… Sigara meselesi mi onu hiç konuşmadık

GÜNAH ÇIKARTAN ÇOCUKLAR VE KADIN

Caddede yürürken ismine bile bakmadığımız bir kiliseye giriverdik. Pazar günüydü, Belli ki ayin saatini kaçırmıştık. Artık sesli düşünmüyordum. Karşıma her an Oflu bir imamın çıkabileceği espirisi gülümsetiyordu yüzümü. Oflular hemen kızmasın. Mars’ta bile görmüşler sizi….

İçeriye girdik, esrarengiz bir ses… Sağa sola bakıp bu tanıdık sesin ne olduğunu öğrenmeye çalışıyordum. Meğer elektrik süpürgesiymiş. Ayin sonrası temizliğe rastlamışız. Kiliseye bizden başka genç alımlı birde kadın geldi, günahının bedelinin kilisenin veznesine ödedi. İki mum yaktı, okumaya başladı. Kendi diliyle kendi mantığıyla yalvarıyordu Allah’ına. Kitabıda kendi dilindendi. Bu manzarayı görünce acaba bizden de ücret talep edecekler mi diye düşündük. Öyle olmadı. Asık suratlı, iyi niyetli bir kilise görevlisi bize rehberlik etti. Kiliseyi gezdik. Çocuklarıyla kilisiye gelen babalar vardı. Oğullarına Hz. İsa'yı, Hristiyanlık dinini sıkılmadan dakikalarca anlatıp dua etmeyi öğretiyorlardı. Birkaç fotoğraf çekip, çekilip dışarı çıktık. Bir rahatlama, bir huzur, bir gülümseme… Yok yok öyle şeyler hiç ama hiç olmadı.
Evet, biraz uzun olsa da çıkarılacak cok ders var orada yaşayanlardan ve yaşananlardan. Bir konu daha var ki o çok daha derin, çok daha diplomatik, çok daha uluslar arası, çok daha ruhani bir konu. Gerekli diyaloğu ve empatiyi kurarsam onuda sizlerle paylaşacağım.