Türkiye'den görülemeyenleri yurtdışında yaşayan bizler daha rahat olarak görebiliyoruz. 
Hele hele Finlandiya gibi 5 milyon 500 binlik küçük bir ülkede yaşayıp, benim gibi yıllarca medyayı elinden geldiğince gözlemleyen birisi iseniz; resmi daha iyi görürsünüz.
Finlandiya'ya okul açacağız, dialog vs. ayağıyla 2000'li yılların başlarında ayak basan Fetullahcılar, okul işini Fin eğitim sistemi çok güçlü olduğundan başaramadılar ama gerek Fin medyası gerek politikacı gerekse bilim çevrelerinden birçok insana Türkiye'ye bedava gezi ayarladılar.

Bunu diğer Batı ülkelerinde de, yaptılar.
Geleceğe yatırım yapmışlar. Şimdi ise meyvelerini yiyorlar.
Finlandiya'da bir gazeteciye yemek veya birşeyler ısmarlamanız etik değildir. Söyleşinizi yapar, sorularınızı sorar ve fotoğraflarını çeker, gidersiniz.
Şimdi Türkiye'ye bu bedava gezi yapan Fin medya mensupları, siyasetcileri, ile bilim adamlarının tam listesini bulma zamanı. Diğer ülkelerden gidenleri de. Özellikle bu konularda hassas olan İskandinav ülkelerinden gidenleri.
Yayınla listeyi ve rezil et. Tüm ülkelerde aynını yap.

Çoğunun sesleri kesilir. 

Neden darbeyi görmemezlikten gelip, olayı başka yöne çekmelerini nedeni de ortaya çıkar bazılarının.
Haber veya rapor içi ekstra olarak para alanlarını da, görüyoruz.
Mayıs 2014'te Finlandiya Tarım ve Orman Bakanı ile Azerbaycan'da iş gezisindeyim. Bakü'de bir restorantta Finli şirket bizim heyete yemek veriyor. Son anda ödeme işinden vazgeçti şirket. Hesabı ne yapacaklarını kararlaştırıyorlar. Tek yabancı kökenliyim heyette. Çıkarıp, hesabı ödesem ayıp olacak. Fin devlet geleneğinde de böyle bakanın çıkarıp, hesap ödemesi diye birşey yok. Sonunda "Herkes kendi hesabını ödesin" diye kararlaştırıldı. Bakan, elinde 50 Avro tutuyor, kendi hesabını ödeyecek. Ben "Bunu bizim faturalarımıza ekleyin" dedim ve orada ödemeden, gezi masrafları içinde ödedik.
Yine aynı gezide otelimizde Finli bakan ve işadamlarıyla buz hokeyi maçı seyrediyoruz. Herkes sırasıyla ısmarlıyor. Bakanın sırası gelince o da ısmarladı çay, kahve ve içecek paralarını ödedi. “Hesabı ben ödeyeyim, bendensiniz” diyen yok.
Bizim kültürümüzdeki ikram olayı Batı kültüründe pek yoktur ve devlet adamları da vergi verenin parasını harcarken çok dikkatlidirler.
Şimdi bu Türkiye’ye beleş gezi ve tatil yapıp, aralarında dialogculara 15 Temmuz sonrasında Batı medyasında siper olanları deşifre etme zamanı. Beleş gezilerin hakkını bakalım 15 Temmuz'dan sonra kimler veriyormuş? 
Nerden mi bunları bulacaksınız? Kolay.
KÖLN’DEKİ GÖSTERİ
Geçen haftasonu Almanya’nın Köln şehrinde onbinlerce Avrupalı Türk, 15 Temmuz Darbe Girişimi nedeniyle gösteri yaptılar.
Konuşmacılar Türkiye’den gelen bakan, milletvekillleri ile birlikte Türkler idi. 
Sonuçta kendimizce büyük bir gövde gösterisi yaptık.
Kendimiz tatmin olduk bu gösteriden.
Karşı tarafta bu nasıl bir etki bıraktı? Onları ikna edebildik mi?
Yok, edemedik!
Gösteride Almanya Milli Marşı çalındı ama konuşmacı olarak, bir Alman siyasetçi veya etkili bir kişi var mıydı?
Bu gösteri karşı tarafa ne verdi?
Avrupa’daki yurttaşlarımız streslerini attılar.
Batılı yöneticiler de kalabalığa bakıp, farklı şeyler düşünmeye başladılar.
FETÖ de, bunu kullanıp, karşı tarafı daha da Almanya’da yaşayan yurttaşlarımızın üzerine sürecek.
İlk sonuç olarak, T.C.’nin en büyük etkin olduğu sadece Almanya’da 900 cami derneği bulunan Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)’in Türkiye’den gönderilen imamlarını geri göndermek için; imamların Almanca bilmesi ve şartını getirerek, Türkiye’den gelen imamları geri göndermek olacaktır. Türkiye’den imamların maaşlarının ödenmesini de engellerler.
Diğer sonuç ise; Türkiye’den maddi destek de alan dernekleri, bu maddi bağ nedeniyle kıskaca almak. 
Almanya böyle şeyleri yapınca, diğer AB ülkeleri de aynı şekilde Almanya’yı takip edeceklerdir.
Almanya içindeki hain Türk kökenli vekillerle ve FETÖ destekçileri istedikleri sonucu daha kolay alacaklardır. Çünkü, onlar sisteme göre hareket etmek de daha mağrifetliler.
Yıllardır yurtdışında iyi örgütlenememiz, bu son FETÖ olayında da bizi Avrupa’da neyi, nasıl yapacağımız? Konusunda eksiklerimizi yeniden görmemize neden oluyor.
Büyükelçiliklerimiz etkisiz. Medyaya bile İngilizce metin gönderiyorlar. Bulundukları ülkenin diline de çevirme zahmetine de katlanmıyorlar. Yurttaşlarıyla oturup, bir analiz yapanı “ortakça neler yapabiliriz?” diyeni pek yok. Her kurum kendi içindekileri temizlerken, Dışişleri mevcutlarla hâlâ devam ediyor. 
Sivil toplum örgütlerini nasıl bulunduğumuz ülkede etkili kullanabiliriz? Bunu öğrenmeliyiz, öğretmeliyiz.
Sivil Toplum Örgütlerinin bulundukları ülkelerde kendilerini dinletebilmeleri için Türkiye ile organik değil manevi bağının olması gerek. Bizimkiler, bu işi beceremediklerinden Türkiye’den maddi destekten tutun da herşeyi bekliyorlar. “Armut piş, ağzım düş!” Bunu gören ülkelerde bu dernekleri dikkate almıyorlar. Çünkü, Türkiye’nin resmi ağzından görüş alıyormuş gibi görününce, medya ve diğer alanlarda etkili olmak zor.
İmamlar da artık bulundukları ülkenin dilini konuşabilmeliler. Bunun için bu ülkelerden Türkiye’ye öğrenciler alıp, yetiştirilmeli. Türkiye’den gelen imamlar hep  geri dönmeyi düşündüklerinden de, geldikleri ülkelerde iyi bir uyum da sağlayamıyorlar. Verimsizlerdeler ki bu konuda söylenecek çok şey var.
Yurtdışındaki yurttaşlarımız Türkiye için herşeyi yapmaya hazırlar. Ama yolunu, yordamını iyi bilerek bu insanlarımızı yönlendirmeliyiz. Önlerine çıkanlar önemli.
Bu konudaki düşüncelerimi hep yazarım. 
Organize değiliz. 
1 Kasım seçimlerinde önce Ak Parti Merkez’e gidip, yurtdışı organizasyonu ile muhatap oldum. Ak Parti de organize değil. Peçeteye not alan organizatörü de var. “Yahu şuna unvan kalmadı, buna da şu koltuğu verelim”le bu iş olmaz.
Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTB), yurtdışına yönelik burslar dağıtmış. Şimdi  FETÖcü mü değil mi? Diye araştıracakmışlar, bursları iptal edeceklermiş.  17-25 Aralığın üzerinde 3 yıl geçmiş, 15 Temmuz olmasa FETÖ’ye bursa devam yani. 
Hâlâ daha bunların yöneticilerini tutuyorlar yerlerinde.
15 Temmuz nedeniyle YTB Başkanı diyor ki “Verdiğimiz bursları iptal edeceğiz”. 15 Temmuz olmasaydı devlet eliyle FETÖcü yetiştirmeye devam mı edilecekti?
Avrupalı Türk Demokratlar Birliği (UETD)’ne Ak Parti para vermiş. Özellikle Almanya’da Türk asıllı milletvekillerini de organize edip, seçilmelerine katkı sağlasınlar istenmiş. Sonuç; Almanya’da Türkiye taraftarı tek Türk kökenli milletvekili yok. Sadece UETD, salonlara veya miting alanlarına seyirci toplamayı sağlıyor. Bunun adı da “Avrupa’da örgütlendik” oluyor.
Hem UETD hem de YTB önceki yazımda da belirttiğim gibi Fetullahcılarla da dolu. Her ikisini de kapat, yeniden organize ol. Organizenin başındakiler de, işi bilen kişiler olsunlar.
Ya yurtdışındaki Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)? DİTİB’in sadece Almanya’da 900’e yakın cami ve derneği var?
Benim Almanca kitabım nedeniyle bulunduğum Almanya’da 2007’deki araştırma sonucumdan bir örnek vereyim; Biliyorsunuz Kaplancıları Alman devleti sıkı takibe almış, üzerlerine gidiyordu. Kaplancıların camileri çok zor durumda kalmışlar. “Astık Diyanet’in DİTİB tabelasını, gelen-giden yok. Takipten kurtulduk” dedi bana bir cami derneği başkanı Almanya’da. Kaplancıların camileri kurtuluşu bulmuşlar. 
Fetullahcıların da deşifre olmamak için en kolay sızacakları kuruluşlardan birisi de DİTİB ve camileri.
Hitler’in ‘Kavgam’ kitabını okuduysanız; Yahudiler için “Sağ partilerin başındakilere bakıyorum onlar sol partilerin başındakilere bakıyorum onlar. Her yerdeler!”, dediğini görürsünüz.
Şimdi yurtdışında yaşayan birisi olarak Hitler’in dediği gibi “Her yerde görünüyor bunlar” diyebiliyorum.
YTB, UETD, DİTİB, MUSİAD gibi Hükümete yakın kuruluşların hemen hemen hepsindeler.  15 Temmuz darbe girişimini yapmasalar daha da etkin olarak buraları ele geçireceklerdi.
Yurtdışında şu anda pek etkili olamamamızın en büyük nedenlerinden birisi de “Her yerdeler” olayı da. 15 Temmuz karşıtı görünenlerin bazılarına bakıyorsunuz; onlardan da var.
Kim samimi, kim değil bilemiyorsunuz.
FETÖ, yurtdışında kendi propagandasını yıllarca yaptığı yatırımla ve iyi organizasyonla daha iyi yapıyor.
Bunların, yurtdışında nasıl örgütlendiklerini, yurtdışı seyahatlerinde bunlardan yardım alan Hükümet mensupları daha iyi biliyorlar.
Yurtdışındaki diğer sivil toplum kuruluşlarının bunlara göre çok zayıf örgütlendiğini de bilen Hükümet, 17-25 Aralık olaylarından sonra da pek birşeyler yapmadı Cumhurbaşkanımızın o kadar çırpınmasına rağmen.
15 Temmuz’dan şu ana kadar gördüğüm kadarıyla Dışişleri de pasif durumda yurtdışı temsilciliklerinde. Bu bakanlıkta da biran önce temizlik yapılıp, FETÖ mensupları uzaklaştırılıp, yurtdışına atamalar yapılmalı.
Ben, yine gördüklerimi yazdım.
FİNLANDİYA’DA MEHMET GÖREVDE
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Fin medyası, diğer ülkelerde de olduğu gibi darbeyi ve darbe girişimcilerini değil Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı yerden yere vuran hain demeçlerle doldu, taştı ki kukla hainler yine aramızdan çıktılar.
Önceki yazımda da belirttiğim gibi Fin Devlet Televizyonu YLE,  geçen hafta beni aramıştı ve yarım saat konuşmuştuk. Hem bilgi hem de belge bakımından kendilerini bilgilendirmiştim.
YLE'nin benimle beraber telefonla irtibat kurulup, görüştüğü, hanımı Finli olan ve iki çocuk sahibi, aşağıda söyleşi de adı "Mehmet" olarak verilen söyleşiyi gerçekleştirdiler ki arkadaşı tercih etmelerinde Finli hanımı ve çocuklarının olması etkili oldu.
Saldırılar karşı panzehir olabilecek bir söyleşini Fin medyasında çıktı.
Fin medyasına ve vatanına ihanet içinde olanlara bazı dersler verecek bu Fince söyleşinin Türkçe tercümesi aşağıda ki hem Fince hem Türkçe olarak Facebook’tan Finlandiya’daki yurttaşlarımızla da paylaştım.

İŞTE YLE’DEKİ O SÖYLEŞİNİN TÜRKÇESİ:
Finlandiya’da yaşayan ve Recep Tayyip Erdoğan’ı  desteklediğini söyleyen Mehmet isimli vatandaşımıza göre; Türkiye, sahip olduğu İslam kültürüne rağmen  yüz yıl boyunca boş yere batılı bir ülke yapılmaya çalışıldı.
Son iki haftadır Türkiye’den batılı ülkeleri kaygılandıran haberler geliyor. 
Darbe girişiminden yara almadan kurtulan Cumhurbaşkanı  Erdoğan devletin çeşitli kademelerinden 60 bin kişiyi gorevden aldı. 
Acaba Finlandiya’da yaşayan Erdoğan taraftarları bu gelişmeleri Türkiye’yi yalnızca tatil beldesi olarak bilen Finlilerin de anlayabileceği şekilde nasıl açıklıyorlar?
“Finlandiya’da ağzını açıp Erdoğan’ı destekler bir laf etmeyeceksin”. Bunu söyleyen Finlandiya’da 15 yıldan uzun bir süredir yaşayan Mehmet. Firma sahibi olduğunu, Finlandiya’da Türk hükümeti aleyhinde çizilen olumsuz tablo nedeniyle müşterileri tarafından radikal İslâmcı ve diktatör bir başkanın destekçisi olarak bilinmekten çekindiğini ifade ediyor. Bu nedenle bu röportajda gerçek isminin ve yüzünün kullanılmasını istemiyor.
Mehmet’i ilginç kılan geçmişi; sabit fikirli ve muhalif fikirleri dinlemeyen bir Erdoğan taraftarı değil. 90’li yıllarda Türkiye’de üniversiteden mezun olup bankacı olarak çalışırken tipik bir Kemalist olduğunu söylüyor. Erdoğan’ın İslâmcı AKP partisini desteklemeye başlaması ise Finlandiya’ya taşınmasından sonra.
Mehmet’e göre Türkiye’de olanlar yüz yıldır devam eden kültür devriminin bir sonucu.
“Türkiye’yi batılı bir ülke yapma çabaları başarısızlığa uğradı. Türkiye’de yolsuzluk ve kötü muamelenin tanımı İskandinav ülkelerinden farklı.”
Batılı ülkelerde Türkiye’de olanlar hakkında fikir birliği var. 
Mehmet, Fin medyasından çıkan haberleri yakından takip ettiğini, genellikle yorumların hep tek taraflı ve adil olmadığını, yıllardır devam eden bir karalama edebiyatının hüküm sürdüğünü söylüyor. Bu nedenle yabancılarla konuşurken Türk hükümetini destekler ifadeler kullandığı zaman tepkiyle karşılaştığını anlatıyor.
“Erdoğan taraftarları adeta ‘İŞİDli boğaz kesen caniler gibi’ gösteriliyor.”

Mehmet’e göre Fin medyasında darbe girişimi sonrasında sokaklara dökülen halk AKP’nin vahşi ve masum askerleri linç eden sokak çeteleri olarak gösterilmiş. 
Mehmet’i en çok dehşete düşüren bu askerlerin silahsız sivilleri acımasızca vurmaları olmuş. Bize sosyal medyada yayılan videoları gösteriyor. Mehmet’e göre Fin medyasında bu videolar yerine sokak çeteleri vahşeti anlatılmış.
“Orduda erlerin elbette emirlere uyması beklenir ama bunun da bir sınırı vardır. Eğer elinde cep telefonu dışında bir şey olmayan sivillere ateş açılması istenirse bu emre uymaması gerekir. Zaten oradaki insanlarda başta kendilerine ateş edilmeyeceğine düşünüyorlardı.”
Sosyal medyada Erdoğan taraftarlarının askerlere şiddet uygularken gösteren iletiler de dolaşıyor. Video ve resimlerde bazı askerlerin linç edildiği görülüyor.
Mehmet; “dehşet ve öfke içindeki sivillerin bazı askerleri öldürmüş olabileceğini ancak bunun öldürülen sivillerin sayısı yanında çok küçük olduğunu” söylüyor.
“Bazı askerler ateşi ancak cephaneleri bitince kesip teslim oldular. Vatandaş da onlara pek iyi davranmadı doğal olarak!”
Bazıları Cumhurbaşkanının neden silahsız sivilleri darbecilere karşı sokağa döküp hayatlarını tehlikeye attığını merak etti. Bu şekilde çok büyük bir sivil kayıp riskini göze almış olmuyor muydu?
 
Mehmet, Erdoğan’ın yalnızca kendine bağlı gönüllüleri devleti savunmak üzere sokağa davet ettiğini söylüyor. Başlangıçta darbe girişimine ordunun ne kadarının katıldığı belli değildi. Sonradan bunların ordunun oldukça küçük bir bölümünün olduğu anlaşıldı.
Çarpışmalar sonucunda resmi verilere göre 265 kişi öldü. Bunların 161’i devlete bağlı polis, asker ve sivillerdi. 104 kişi ise darbe girişimine katılan subay ve erlerdi.

Tesettür Finlandiya’da serbest Türkiye’de kısıtlanmıştı.

Türkiye’de Kemalist bir ailede yetişen, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün ideallerine hayran biri olan Mehmet Finlandiya’da nasıl Erdoğan taraftarı oldu? Finlandiya’da gördükleri onun olaylara farklı yönden bakmasına neden oldu. Çocuğunu ilk defa kreşe götürdüğünde tesettürlü Somalili bakıcı onları karşılamıştı. Finli eşi gülerek “bak bu kadın Türkiye’de olsa bu işte çalışamazdı” dediğinde Mehmet durumun garipliğinin farkına vardı; kapalı bir Somalili kadının Hristiyan Finlandiya’da çalıştığı konumda Müslüman Türkiye’de çalışması mümkün değildi. 

Örtünme özgürlüğü Türkiye’ye sadece bir kaç yıl önce geldi.
“Bize Atatürk’ün Türkiye için en iyiyi en doğruyu bildiği anlatıldı, aynı Kuzey Kore’de olduğu gibi! Halkın çoğunluğu aptal ve cahil kabul edilir, onlara dinin iyi bir şey olmadığı anlatılmaya çalışılırdı”.
Mehmet’e göre Atatürkçü demokrasi “Benim gibi düşünüyorsan konuşma hakkın var” şeklindeydi. 
2002 yılında iktidara gelen Erdoğan ve AKP’yi muhalefet de otoriter ve aykırı seslerin susturan bir yönetim olarak tanımlıyor.
Mehmet’in Müslüman çocukları Noel’de Kiliseye gidiyorlar.
Mehmet Türkiye’ye şeriat kanunlarının gelmesini desteklemiyor, ancak Türkiye’de İslâm tabanlı bir kültürün olmasının doğal olduğunu düşünüyor. Örnek olarak Hristiyan Finlandiya’da dinsiz-ateist vatandaşların da Hristiyan kültürünü yadırgamadıklarını söylüyor.

Mehmet’in çocukları Müslüman oldukları için okuldaki din derslerine girmiyorlar. Noel ve Paskalya gibi dini bayramlarda ise diğer çocuklarla birlikte kiliseye gidiyorlar. 
Mehmet’e göre çocukların içinde yaşadıkları ülkenin kültürünü bilmesi gerekiyor. Oysa Türkiye’de öğretmenin çocukları camiye götürmesi diye bir şeyin mümkün olamayacağını hatırlatıyor.
“AKP’nin her yaptığını desteklemiyorum”

Mehmet, Türkiye haberlerini hem hükümet taraftarı hem de muhalif medyadan takip ediyor çünkü bazen bir taraf olayları olumlu göstermeye çalışırken diğer taraf da aşırı derecede abartabiliyor.
Batı ülkelerinde Türkiye’deki düşünce ve ifade özgürlükleri konusunda uzun süredir devam eden endişeler var. Darbe girişimi sonrasında ülkede yaklaşık 90 gazeteci tutuklandı. 3 haber ajansı, 16 televizyon ve 23 radyo kanalı, 45 gazete ve 15 dergi kapatıldı. Bunların çoğu yerel medya kuruluşları.
Gazetecilerin tutuklanmalarına neden olarak Gülenci örgüt üyesi olmaları gösterildi.
“Yapılan her şeyi desteklemiyorum elbette, prensip olarak gazetecilerin tutuklanmasını doğru bulmuyorum. Erdoğan ülkeyi bir kanser virüsü gibi saran bu terörist yapıyı söküp atma sözü verdi. Eskiden Hizmet ismiyle tanınan cemaat barışçıl İslâmî bir organizasyon olarak biliniyordu. Mehmet, örgütün yöneticilerinin darbe girişimiyle gerçek amaçlarını ortaya koyduklarını” söylüyor.
“Girişimin hemen başında Erdoğan, bunun Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’in işi olduğunu ilan etti. Başlangıçta hükümetle işbirliği içinde olan Gülenciler devlet kademelerinde önemli yerlere getirildiler. Aralarının bozulmasından sonra Gülenciler özellikle emniyet ve adalet teşkilatından temizlenmeye başladı. Sırada ordudaki temizliğe geldiğinde, Gülenciler kendilerini kurtarmak için son çareye başvurdular. Türkiye’de halen darbe konusunda çeşitli teoriler konuşuluyor, henüz kimin yaptığına dair kesin bir kanıt yok. ABD Türkiye’den Gülenin bu işin içinde olduğunu gösteren sağlam kanıtlar talep etti. Türkiye ise Fethullah Gülenin derhal kendisine teslim edilmesini” istiyor.

Mehmet kendisinin de Gülenci arkadaşları olduğunu, çoğunlukla iyi insanlar olduklarını, aralarında olaylardan habersiz öğretmenlerin olduğunu söylüyor. Ancak organizasyonun yöneticilerinin son derece tehlikeli insanlar olduğunu söylüyor. Kimlerin kesin olarak örgüt içinde  olduğunu belirlemek de oldukça zor; cemaatin kurduğu okullardan gelenlerin örgüt üyesi olabileceğinden şüpheleniyorlar.
Gülenciler casus aranır gibi aranıyorlar.
Gülenciler her yerde ve kendinden şüphe duyulan herkes hızla görevinden alınıyor. Mehmet’in Türkiye’deki akrabaları da bu temizlik hareketinin yalnızca Gülencilerle sınırlı kalmayacağından, Kemalistler ve diğer muhaliflere de uzayabileceğinden endişe duyuyorlar. 15 bin kadar öğretmen açığa alındı ve bazı özel okullar da kapatıldı.
Peki neden havayollarından ve telekom işletmesinden 200 civarında çalışan çıkarıldı? Mehmet bu insanların Gülenci olabileceklerini, talimat üzerine izinsiz dinleme yapabileceklerini düşünüyor.
“Biliyorum bu biraz James Bond filmlerine benzedi” diyor!

Türkiye’de yargı zaten hiçbir zaman bağımsız değildi.
Kimlerin Gülenci olduğunu belirlemek oldukça zor bir iş. Türk hükümeti uzun zamandır bir liste oluşturuyordu. 
Erdoğan taraftarları talep ettiği idam cezasını duyan bazı Gülenciler korkudan daha da derinlere kaçmış olabilirler. Binlerce hakim görevden alındı. Peki böyle bir durumda yargı nasıl bağımsız kalabilecek?
“Yargı zaten bağımsız değildi, Gülenci hakimler cemaat hakkında yazı yazan gazeteci ve yazarları mahkum etti. Olaylara yalnızca kısa bir dönem içinde bakmak yanıltıcı olabilir, daha uzun bir zaman dilimi içinde doğru değerlendirebilirsiniz” diyor Mehmet.
İşkencenin sistemli olduğuna inanmıyorum
Bütün bu yaşananlara ek olarak Uluslararası Af Örgütü Türkiye’deki toplama merkezlerinde kötü muamele ve işkence uygulandığını duyurdu. Tutuklu askerlerin acı veren pozisyonlarda uzun süre aç ve susuz bırakıldığı iddia edildi. Bu bilgilere kaynak olarak da avukatlar, doktor ve sağlıkçılar gösterildi.
Twitter’da yanyana yarı çıplak yatan, elleri bağlı asker resimleri dolaşıyor. Resimler Af Örgütünün iddialarını doğrular nitelikte görünüyor.
“Ben sistemli bir işkence olduğuna inanmıyorum ama kötü muamele edilmiş olabilir. Türkiye’de polisin müdahale tavrı Finlandiya standartlarında kötü muamele olarak görülebilir.
Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde gözaltında bulunan asker sayısının 650-800 arasında olduğu söyleniyor. Bunlardan en azından 300 kadarı kötü muamele görmüş, Af Örgütüne göre.
Darbe girişiminde bulunan generaller yakalandıktan sonra kameraların önüne geçirildiler. Videoda polislerden birinin “Mutlu musunuz şimdi” dediği duyuluyor. Tutuklu generaller kameraların önüne zavallı ve üniformasız bir şekilde getirildiler. Yüzlerinde ve vücutlarında açık olarak görülen yaralanmalar, Bakan’ın bildirdiğine göre, kaçmakta kullandıkları helikopterin vurularak düşürülmesi sonucunda oluştu.
Eğer işkence ve tecavüz olduysa elbette Kabul edilemez ama ben olduğuna inanmıyorum, diyor Mehmet. Af örgütüne bu merkezleri denetleme izni verilmesiyle söylentilerin ortadan kalkacağını” düşünüyor.
"İdam cezasının geri geleceğine inanmıyorum"
Batı ülkelerinde Erdoğan’ın idam cezası hakkındaki sözleri de endişe ile karşılandı. Hükümet taraftarları caddelerde idam isteriz şeklinde slogan attılar. Cumhurbaşkanı önüne gelmesi halinde böyle bir kararı onaylayacağını açıkladı.
Mehmet, idam cezasının Türkiye’ye geri geleceğine inanmıyor. Bu sözlerin öfke içindeki insanları yatıştırmak için söylendiğini düşünüyor. Türkiye ölüm cezasını 2004 yılında kaldırmıştı. Cezanın geri getirilmesinin AB üyelik görüşmelerine nihai darbeyi vuracağı söyleniyor.
Mehmet Erdoğan yönetimine durumun kontrol altına alınması için zaman tanınması gerektiği görüşünde. Görevden alınanlar içinde masum olanlar olabileceğini, görevlerine iade edilebileceklerini düşünüyor. Hükümetin olağanüstü hal imkanlarını  diğer muhalifleri susturmak için kullanmaması gerektiğini düşünüyor.

Erdoğan’ın muhalifleri ülkenin onun diktatörlük yönetiminde batı ülkelerinden uzaklaştığını ve Türkiye’yi bir İslâm devletine dönüştürdüğünü düşünüyorlar.

"Bu halk batılı olmak istemiyor."

Mehmet, Türkiye’nin hiçbir zaman Batı’nın dostu ve AB üyesi bir ülke olabileceğine inanmıyor, olmasını da istemiyor. Türkiye için Kemalizm döneminin bittiğine inanıyor.
“Bu halk batılı olmak istemiyor. Türkiye bir Avrupa ülkesi değil, Ortadoğu ülkesi de değil, kendine özgü bir ülke. Hükümetin İslâmî kültürü dikkate alması gerekiyor.”
Mehmet’e göre; Türkiye ekonomisi tekrar ayağa kaldırıldı ve fakirlere sosyal imkanlar sağlandı. 
Mehmet konuşurken ülkesinde çocuklara bedava okul kitapları verilmesinden, okula uzak çocuklara ücretsiz taksi hizmeti sunulmasından gurur duyduğunu anlatıyor. 
Erdoğan’ın desteklenmesinin tek nedeni dindar olması değil. Mehmet’e göre Türkiye Erdoğan yönetiminde doğru yolda ilerliyor.