Sosyal medya mecraları güncel hayatın bir parçası haline geldikten sonra insanlar yaptıkları her şeyi ilk başta küçük çaplı da olsa paylaşmaya başladı. Günler geçtikçe, yediklerini, içtiklerini, yolculuklarını, spor faaliyetlerini, eğlencelerini, hastalıklarını bütün detaylarıyla insanlara ulaştırma yarışı baş gösterdi. Aldıkları beğeni, geri dönüş ve tepkiler, bu eylemi tamamen rahat ve hiçbir şeyden çekinmeden paylaşma konusunda onları daha da cesaretlendirdi.

Zaman geçtikçe bu paylaşım çılgınlığı gittikçe daha büyük bir yarış halini aldı. İnsanlar artık bir mekâna gittiklerinde anın tadını çıkarmaktan çok, fotoğraf ya da videosunu paylaşmaya başladılar. Sohbet etmek için bir araya gelen arkadaş grubunun her biri elindeki telefonlarla bulundukları ortamı, “ne kadar güzel vakit geçiriyoruz” temalı mesajlar eşliğinde bir “hikâye” haline dönüştürüyorlardı bile. “Hikâye” paylaşmadan gün geçmiyor, her atılan adım bir “hikâye” olarak sosyal medya dehlizindeki yerini alıyordu.

Peki bu “hikâye” nasıl girdi hayatımıza?

NEDİR BU “HİKÂYE”?

“Hikâye” formatı ilk olarak Snapchat isimli uygulamayla 2012 yılında girdi hayatımıza. Fakat pek çok insan, FacebookInstagramWhatsapp ve Youtube ile 2017’de bu formatı gördükten sonra daha çok kullanmaya başladı. Hatta yapılan tespitlere göre, 2019 yılı “hikâye” formatının en parladığı yıl oldu.

“Hikâye” İngilizce’deki “story” kelimesinden geliyor. Ancak gerçekte “hikâye” kelimesiyle aynı gerçeklikte olmadığını belirtmek gerekiyor. Metin tabanlı hikâyelerden daha çok, fotoğraf ve çıkartmalar gibi görsel öğelere dayanan paylaşımlar demek daha doğru olur. Nasıl kullanılırsa kullanılsın, şu an ulaştığı popülarite neticesinde, yakında mobil içerik üreten neredeyse tüm uygulamaların vazgeçilmez bir parçası olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Hikâye” normal içerikten farklı bir yapıya sahip:

İlk olarak, direk erişilebilir bir özelliğe sahip değil. Bir hikâyeyi o kişiye ait profil resmine tıklayarak görebiliyorsunuz. Instagram’da uygulamanın üst kısmında “hikâye” oluşturan kullanıcıların profil resimleri yatay olarak listeleniyor, Whatsapp’te ise bir liste mevcut; buradan ilgili kişinin hikâyesine erişebiliyorsunuz.

İkincisi, hikâyeler sonsuza kadar yayında olmuyor. 24 saat yayında kaldıktan sonra otomatik olarak kendilerini siliyor (veya sadece siz görebiliyorsunuz). Normal durum paylaşımlarından en önemli farkı da bu diyebiliriz.

Hikâyeler, doğru bir kullanım şekliyle faydalı olabilir, ancak genele baktığımızda amacını çoktan aştığını görmemek mümkün değil.

Hikâyeler genel olarak şu maksatlarla kullanılıyor:

  • Günlük küçük paylaşımlar. Beğenilen güzel bir yemek, sevimli olduğu düşünülen bir kedi ya da köpek… Sadece görülüp geçilecek şeyler.
  • Anlamsız resimler. İlle de bir mana yüklemek gerekmeyen, çekilmiş bir fotoğrafın üzerine eklenen çıkartma, etiket veya filtre ile paylaşma. Buna cesaret sağlayan en büyük etken, şüphesiz herkesin görebileceği şekilde yorum yapılamaması.
  • Daha sonra silinmesi hedeflenen, bir anket, bir soru, bir geri sayım gibi şeyler.

İşin açıkçası popüler olmasının en büyük sebeplerinden biri, hikâyelerin normal bir paylaşımdan daha çok görüntülenebiliyor olması. İnsanlar sırayla kaydırarak listesindeki insanların durumlarını daha hızlı, tek bakışta ve vakit kaybetmeden görme imkanı buluyorlar. Bu da insanların aklına gelen en ufak bir şeyi “nasıl olsa 24 saate silinecek” anlayışıyla, çok detaylı düşünmeden paylaşmasına zemin hazırlıyor ve bu da genç kitle arasında büyük rağbet görüyor. Hatta daha da önemlisi, hikâyeler sayesinde günlük 450 milyon aktif kullanıcı sosyal medyada bir araya geliyor.

Hikâyelerin popülerliği sadece kişisel kullanım amaçlı olmakla kalmıyor elbette; şirketler “sponsor reklamlar” başlığı altında bu formatın etinden sütünden sonuna kadar faydalanıyorlar. Bu sahada en aktif sektörler ise, fitnes, moda ve parekende satış yapan şirketler. Markalar bu sayede insanlaştırılıyor ve karşımızda bizi anlık ikna edebilen yapılar kuruluyor.

NASIL KULLANILIYOR?

İnsanlar günlük çok iyimser bir istatistikle, en az 5-6 saatini sosyal medya mecralarında geçiriyor. Mahremiyet konusunun gün geçtikçe sıradanlaştığı ve hatta önemsenmediği düşünülürse, 24 saatlik hikâye dünyasında yaşayan bir kitlenin var olduğu gerçeğin bir parçası. Bugün hikâye formatı o kadar yaygınlaşmış durumda ki, süreklilik arz eden bir paylaşıma göre daha az temkinli ve daha fazla cüretkâr olunabiliyor.

Yapılan istatistiklere göre en fazla paylaşım yapılan kişisel durumlar şu şekilde sıralanabilir:

  • Meşhur bir mekânda yiyip içme,
  • Arabada yolculuk,
  • Konserler, eğlence ortamları,
  • Spor,
  • Kedi ve köpek temalı fotoğraflar,
  • Hastaneler,
  • Deniz kenarı,
  • Giyim kuşam,
  • Okunulan kitaplar,
  • Yolculuk öncesi bilet ve pasaport,
  • İzlenilen dizi ve filmler.

13 yaşından büyük olduğunu beyan eden herkes sosyal medya mecralarını rahatça kullanabiliyor. Sosyal medyanın güvenlik konusunda oluşturduğu riskler, özellikle de çocuklar için hiç de göz ardı edilemeyecek şekilde ciddi bir seviyede.

Çocuklarınızın gelip geçici olduğu için hikâye formatında neler paylaştığını çoğu zaman takip edemediğiniz gibi, sizi engellemesi durumunda hiçbir zaman görme imkânınız da olmayabiliyor. Gelip geçici hikâyelerle paylaşılan özel durum ve anların kişi hakkında nasıl bir mahremiyet ihlali oluşturduğunu hafife almamak gerekiyor.

Burada yaslanılan en büyük dayanak, hesabın gizli olması durumunda sadece istediğiniz kişilerin bunları görebileceği şeklinde oluyor. Ancak iyice bilinmeli ki, sosyal medya hesaplarını kullanmaya başlarken, resimlerinizin istenildiği gibi kullanılmasına izin vermiş oluyorsunuz. Bu bir reklam olabileceği gibi, bir kampanya, bir tanıtım, bir sunum da olabilir. İşin endişe veren diğer yönü ise, üçüncü parti programlar vasıtasıyla gizli sanılan içeriklere ulaşılabilmesi de pekâlâ mümkün.

HİKÂYE PSİKOLOJİSİ

Geçici süreyle paylaşılan hikâyeler, psikolojileri olumsuz etkiliyor. İnsanlar, başkaları görmezse, hikâyelerinin gerçek olmadığı gibi bir hisse kapılıyor. Eğer yediği bir yemeği ya da yaptığı bir antrenmanı birileri hikâyesinde görmüyorsa büyük bir eksiklik hisseder hale geliyor.

Medya Psikolojisi Araştırma Merkezi sorumlusu Dr. Pamela Rutledge, Esquire’a verdiği bir röportajda, “Instagram hikâyelerinde kendimizi en iyi şekilde sunmak istemek, diğer insanlar tarafından doğrulanmaya ve kabullenilmeye ihtiyacı olan özlemin karışımıdır, bu da nadiren gerçek kimlik ve şuurlu davranışlar içerir” diyor ve insanların kendini sunarak, saplantı derecesinde başkalarının değer belirleme gücüne sahip olmalarına izin verdiği uyarısında bulunuyor.

2017 yılında yapılan bir araştırma, bu tür paylaşımları depresyon ve endişe yüksekliği ile ilişkilendiriyor. Hikâye formatının kişisel etkileri henüz tam manasıyla anlaşılabilir olmasa da burada geçirilen zaman ve yapılan paylaşımların insan psikolojisini daha da kötüleştirmekten başka bir amaca hizmet etmediğini anlamak zor değil.

Hikâyeler bir anlamda muntazam düzenlenmiş bir hafıza ve insanların kendilerine ilgi duyduklarını hissetmeleri bir zorunluluğa dönüşmüş durumda.

Tüm sosyal medya gibi, hikâyeler de insanlar için bir yoldur. Her insan kendi yolunu seçiyor ve orada hayatının tüm evrelerini gözler önüne seriyor. Her paylaşım bir adım olsa da, gerçek yaşam davranışının internette olduğundan daha iyi görünmesi için düzenlenmiş bir dünyadan başka bir şey değil. İnsanın kendini olduğundan daha iyi gösterip, günün sonunda gerçekte öyle olmadığını bilerek ayrıldığı bir mecra sadece. Sürekli beğenilmek ve onaylanmak için çırpındıkları, tekrar tekrar ilgi çekici paylaşımlara yöneldikleri, mor ışıklarla bezenmiş, sizi sonsuza dek içine çeken bir girdap.

Tek amacı olan siz misiniz, yoksa sizin üzerinizden amaçları olanlara mı hizmet ediyorsunuz, işte bu muamma.