TBMM 27. Dönem 3. Yasama Yılı açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkiye olarak bu geniş coğrafyada, sadece yaşatmak, yardımcı olmak ve imkân varsa birlikte kazanmak için çalışırız, mücadele ederiz. Sınırlarımız dışındaki hiçbir faaliyetimiz işgal, ilhak, istismar amaçlı değildir. Kendi güvenliğimiz, huzurumuz ve refahımız adına neyin peşindeysek, yakındaki ve uzaktaki tüm dostlarımız için de aynı mücadeleyi veriyoruz” dedi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 27. Dönem 3. Yasama Yılı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın genel kurulda yaptığı konuşma ile başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında şunları kaydetti:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 27. Dönem 3. Yasama Yılı’nın açılışında, sizleri en kalbi duygularımla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum. Büyük Millet Meclisimizin açılışından günümüze kadar, bu çatı altında millî iradenin üstünlüğü inancıyla ülkemize hizmet eden tüm milletvekillerimizi saygıyla anıyorum. Hâlen hayatta olan milletvekillerimizin tamamına sağlık ve afiyet, vefat edenlere Allah’tan rahmet diliyorum. İstiklal Harbimizin Başkomutanı, Meclisimizin ilk Başkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile Cumhuriyetimizin bugünlere gelmesinde emeği geçen herkese ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum.

Malazgirt’ten Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin kuruluşuna, İstanbul’un Fethi’nden İstiklal Harbimize ve terörle mücadele sürecimize kadar bu toprakların vatanımız olması ve ilelebet öyle kalması için mücadele eden, şehit veya gazi olan tüm kahramanlarımızı rahmetle, minnetle yâd ediyorum.

Hâlen, ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ şiarıyla sınırlarımız içinde ve dışında canları pahasına mücadele eden güvenlik güçlerimizin her birini ‘Rabbim muhafaza buyursun’ diyorum. Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Katar’da, Somali’de, Lübnan’da, Balkanlarda ve daha pek çok yerde bayrağımızı gururla dalgalandıran güvenlik güçlerimize Mevla’dan başarılar diliyorum. Aynı şekilde, ülkemizin yumuşak gücü olarak dünyanın hemen her köşesinde, son derece zor şartlar altında, insani yardım ve kalkınma faaliyeti yürüten sivil toplum kuruluşlarımızın temsilcilerine de muvaffakiyetler temenni ediyorum.

“TÜRKİYE’NİN GÜCÜNÜ ANLAMAYANLARA GERÇEKLERİ HER FIRSATTA HATIRLATMAK GÖREVİMİZ”

Bu yıl, İstiklal Harbimizin başlamasının 100. yıl dönümü... Bir asır önce Samsun’dan başlayıp Amasya, Erzurum, Sivas duraklarının ardından Ankara’da ilk menziline ulaşan bu kutlu yolculuk, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışıyla yeni bir safhaya evrilmiştir.

Kurtuluş Savaşımızı bizzat sevk ve idare eden Büyük Millet Meclisi, dönemin tüm zorluklarına göğüs gererek, bu mücadeleyi zaferle taçlandırmıştır. 600 yıllık bir çınarın yerine dikilen genç Türkiye Cumhuriyeti fidanı, inşallah dört yıl sonra bir asrını geride bırakacaktır. Milletimiz, sadece bu topraklardaki bin yıllık varlığı döneminde Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti olarak üç devlet kurmuştur. Cumhurbaşkanlığı forsunda sembolleri yer alan devletlerimize baktığımızda 2 bin 200 yılı aşkın bir mirasa sahip olduğumuzu görüyoruz. Dünyada böylesine derin, yaygın ve kesintisiz devlet tecrübesine sahip bir başka millet yoktur. Bu süreklilik aynı zamanda millet olarak bizim hiçbir zaman esareti kabul etmediğimizi; özgürlüğümüze, onurumuza, ideallerimize hep bağlı kaldığımızı ifade ediyor. Türkiye’yi sınırları cetvelle çizilmiş, bağımsızlığı bahşedilmiş, müesseseleri suni olarak kurulmuş; medeniyet müktesebatı, tarihi, kültürü, hedefleri olmayan toplumlar ve devletçiklerle karıştıranlar oluyor. Ülkemizin ve milletimizin kadim geçmişini ve bugünkü gücünü anlamayanlara, bu gerçekleri her fırsatta hatırlatmanın görevimiz olduğuna inanıyorum. Bir asır önce ‘hasta adam’ diyerek adeta gömmeye hazırlandıkları bu millet, İstiklal Harbi ile kıyam etmiş ve hürriyetini tekrar kazanmıştı.

“15 TEMMUZ GECESİ BU MİLLETE SIKILAN HER KURŞUN KARARLILIĞIMIZI DAHA DA PERÇİNLEDİ”

Son dönemde de PKK’dan DEAŞ’a ve FETÖ’ye kadar envaiçeşit terör örgütüyle dize getirmeye kalktıkları bu necip millet, bir kez daha kıyam ederek, istiklaline ve istikbaline olan bağlılığını göstermiştir. Bu süreçte verdiği mücadele ile Türkiye Büyük Millet Meclisimiz de ikinci defa gazilik unvanıyla şereflenmiştir. 15 Temmuz gecesi bu millete sıkılan her kurşun, atılan her bomba, bizi büyük ve güçlü Türkiye’nin inşası yolundan vazgeçirmek bir yana, kararlılığımızı daha da perçinlemiştir.

İstiklal Marşı ‘korkma’ diye başlayan bir milleti, darbeyle teslim alacaklarını sananlar, daha gün doğmadan ‘hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal’ nidasına teslim olmuşlardır. Şayet bugün geleceğimize çok daha güvenle ve cesaretle bakıyorsak, işte bu mücadelenin başarısı sayesindedir. Bu vesileyle herkesi, milletimizin yakın tarihteki en büyük demokrasi, hak ve özgürlük zaferi olan 15 Temmuz’un şanını, şerefini, anlamını koruma hususunda azami hassasiyet göstermeye davet ediyorum.

Aynı şekilde, millî iradenin tecelligâhı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin itibarının gözetilmesini de her şeyin üzerinde tutmamız gerekiyor. Çok partili siyasi hayata geçişi sağlayarak ülkemizi demokrasiyle tanıştıran bu Meclis’e sahip çıkmak, millî iradeye ve hukuk devletine de sahip çıkmak demektir. Bu sebeple, millî iradenin üstünlüğü yerine küçük bir azınlığın çıkarlarını korumayı amaçlayan tüm darbelerin, cuntaların, siyaseti ve hukuku örseleyen nice ayak oyunlarının ilk hedefinde hep bu Meclis olmuştur. Hamdolsun her seferinde millî irade üstün gelmiş, Meclisimiz yeniden millet adına görev üstlenmiştir.

“TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK GÜCÜ; MİLLETİYLE VE ONU TEMSİL EDEN KURUMLARIYLA SERGİLEDİĞİ BİRLİK VE DAYANIŞMADIR”

Türkiye Büyük Millet Meclisi, İstiklal Harbi’ni yönetirken de 15 Temmuz’da darbecilerin karşısına cesaretle dikilirken de milletimiz adına tarihte eşine az rastlanır bir mücadele veriyordu. İnşallah gelecekte de bu kutlu çatı altında aynı mücadele kararlılıkla verilmeye devam edecektir. Siyaset yaparken de Meclis çalışmalarını yürütürken de hepimiz önce bu ülkeye ve millete karşı sorumlu olduğumuzu unutmayacağız. ‘Önce milletim’, ‘önce memleketim’ demeyen hiç kimsenin bu kutlu kurumun çatısı altında yer almaya hakkı olmadığını düşünüyorum.

Türkiye’nin en büyük gücü, milletiyle ve onu temsil eden kurumlarıyla sergilediği birliktir, beraberliktir, dayanışmadır. Bu öyle bir güçtür ki; ne parayla, ne teknolojiyle ne de diğer imkânlarla kıyas kabul eder. İşte bunun için her fırsatta ‘bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız, kardeş olacağız, hep birlikte Türkiye olacağız’ diyoruz. İşte bunun için terörle ve şiddetle arasına mesafe koyan tüm kesimleri, millî meselelerde aynı ortak paydada buluşmaya davet ediyoruz. Bu hissiyatla hareket eden herkesle ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın tüm meselelerini konuşmaya, görüşmeye, birlikte hareket etmeye hazırız.

Milletimizin ve onların temsilcileri olan siz milletvekillerinin sesine hiçbir zaman kulağımızı ve yüreğimizi kapatmadık, kapatmayacağız. Yeter ki siyasi konulardaki rekabetimizi ve farklılıklarımızı, ülkemize ve milletimize karşı olan sorumluluklarımızın önüne geçirmeyelim. İnşallah önümüzdeki yasama dönemi, Meclis çatısı altında bu yönde örnek bir iş birliği sergileyeceğimiz bir devir olarak tarihe geçecektir.

“TBMM’NİN SORUNLARI ÇÖZME VE ÜLKEMİZİN ÖNÜNÜ AÇMA İRADESİNİN BÜYÜKLÜĞÜNE İNANDIK”

Türkiye, Cumhuriyet döneminde yeniden ayağa kalkma mücadelesi verirken, aynı zamanda darbeler, vesayet, geri kalmışlık, iş bilmezlik gibi nice sıkıntılarla da boğuşmak zorunda kalmıştır. Şöyle geriye dönüp baktığımızda; demokraside, ekonomide, altyapıda, sanayide, ticarette, eğitimde, sağlıkta, velhasıl her alanda uzunca bir süre milletimizin oldukça düşük hizmet standartlarına mahkûm edildiğini görüyoruz.

Bu durumun elbette pek çok sebebi vardır. En önemli sebeplerden birinin, siyaset kurumunun kendi içindeki rekabeti, ülkeye hizmetin üzerinde tutması olduğunu düşünüyorum. Bunu gördüğümüz için, yaklaşık 18 yıl önce, Türkiye’nin yönetimine talip olarak milletimizin huzuruna çıktığımızda, ilk önce siyasetin üslubunu ve tarzını değiştirmekle işe başladık. Daha da önemlisi, sadece karşımızdaki devasa sorunları görmekle kalmayıp, asıl onun gerisindeki büyük potansiyele odaklandık. Evet, biz ülkemize inandık, milletimize inandık, kendimize ve politikalarımıza inandık.

Her şeyden önce de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, sorunları çözme ve ülkemizin önünü açma iradesinin büyüklüğüne inandık. Demokrasimizi, hak ve hürriyetleri tüm kesimler için genişleterek, inanç ve ifade özgürlüğünü gerçek anlamda tesis ederek güçlendirebileceğimize inandık. Eğitimde, çocuklarımızı 70-80 kişilik sınıflardan kurtarabileceğimize, üniversiteye girmek için yaşanan yığılmayı önleyebileceğimize inandık. Sağlıkta, vatandaşlarımızı hastane kapılarında eziyet çekmekten kurtarabileceğimize, herkese insanca hizmet sağlayabileceğimize inandık. Sosyal güvenlikte, ülkemizde yaşayan istisnasız herkesi kucaklayabilecek sürdürülebilir bir sistemi kurabileceğimize inandık. Kadınlardan gençlere, engellilerden yaşlılara, kimsesizlerden bakıma muhtaçlara kadar herkesin yanında olabileceğimize inandık. Ulaşımda, ülkemizin her yerine karayoluyla, havayoluyla, demiryoluyla hızlı, konforlu ve güvenli şekilde erişilebilmesini sağlayabileceğimize inandık. Enerjide, kendi su, güneş, rüzgâr, termal ve kömür kaynaklarımızı en etkin şekilde değerlendirebileceğimize inandık. Bayındırlıkta, yerleşim yerlerimizin tamamını, insanlarımızın ihtiyaçlarına uygun ve modern bir şehirleşme anlayışıyla dönüştürebileceğimize inandık. Sanayimizi, dünyayla rekabet edebilecek düzeye çıkartabileceğimize inandık. Savunma sanayinde, ülkemizi dışa bağımlılıktan kurtarabileceğimize inandık. İhracatımızı, hem çeşit, hem pazar hem de rakam itibarıyla katbekat artırabileceğimize inandık.

“YENİ YÖNETİM SİSTEMİMİZ, SORUNLARIMIZI DEMOKRASİNİN İMKÂNLARIYLA ÇÖZEBİLECEĞİMİZİN EN BÜYÜK İSPATIDIR”

Büyümemizi, ülkemizin potansiyeline ve hedeflerine uygun seviyelere yükseltebileceğimize inandık. İstihdamı, herkesin kendisini ve ailesini geçindirebileceği bir iş bulabileceği seviyeye getirebileceğimize inandık. Adaletten güvenliğe her alanda, milletimizi özlemle beklediği hizmetlere kavuşturabileceğimize inandık. Dış politikada, bayrağımızın onurunu, pasaportumuzun ve paramızın değerini, ülkemizin itibarını hak ettiği yere çıkartabileceğimize inandık. İşte bu inançla yürüttüğümüz Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerimiz döneminde ne yaptıysak, neyi başardıysak, hepsini de Yüce Meclis’le birlikte, sizlerle birlikte gerçekleştirdik.

Demokrasilerde iktidar kadar muhalefetin de önemli olduğuna inandığımız için, bu başarıyı, hiçbir ayrım yapmadan Yüce Meclis’in tüm milletvekillerine ait görüyoruz. Demokraside, ekonomide, altyapıda Cumhuriyet tarihinin en büyük atılım hamlesinin gerçekleşmesinde, icraatıyla, teklifiyle, tenkidiyle emeği olan herkese şükranlarımı sunuyorum. Türkiye’nin, uzun, meşakkatli, zaman zaman kesintili de olsa demokraside bugün geldiği yer, hepimizin ortak zaferidir.

Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin hayata geçirilmesiyle birlikte hepimizi, inşallah, çok daha aydınlık bir gelecek bekliyor. Meclisimizin gayreti, milletimizin takdiriyle hayata geçen yeni yönetim sistemimiz, artık sorunlarımızı herhangi bir müdahaleye meydan vermeden, demokrasinin imkânlarıyla çözebileceğimizin en büyük ispatıdır. Bir yılını geride bıraktığımız Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ni, sürekli güncelleyerek, sürekli geliştirerek bizden sonraki nesillere en büyük mirasımız olarak bırakacağımıza inanıyorum.

“TÜRKİYE, AYNI TARİH VE MEDENİYET DAİRESİNDE BİRLİKTE OLDUĞU TÜM DOSTLARININ MESELELERİYLE İLGİLENMEK ZORUNDADIR”

Kadim bir medeniyet ve tarih birikiminin varisi olmak, bize büyük itibar kazandırma yanında, ağır sorumluluklar da yüklüyor. Bugün bölgemizde ve dünyada, kalbiyle ve gözüyle bizi takip eden yüz milyonlarca insan bulunuyor. Türkiye, sadece komşularının değil, onlarla birlikte bugün bize uzak gibi gözükse de aslında aynı tarih ve medeniyet dairesinde birlikte olduğumuz tüm kardeşlerinin ve dostlarının meseleleriyle ilgilenmek zorundadır.

Suriye’ye sırtımızı dönemeyeceğimiz gibi, Filistin’e, Libya’ya, Pakistan’a, Afganistan’a, Arakan’a, Türkistan’a da sırtımızı dönemeyiz. Irak’ı, İran’ı görmezden gelemeyeceğimiz gibi, Azerbaycan’dan Kazakistan’a, Özbekistan’dan Türkmenistan’a, Kırgızistan’dan Kırım’a kadar Asya coğrafyasının hiçbir köşesine bigâne kalamayız. Kıbrıs’taki, Yunanistan’daki, Bulgaristan’daki soydaşlarımızın haklarını korumak nasıl vazifemiz ise, tüm Balkan ve Avrupa coğrafyasına da aynı gözle bakmakla mükellefiz. Akdeniz’in, Ege’nin, Karadeniz’in her karışındaki gelişme bizi doğrudan ilgilendirir. Avrupa’dan Kafkaslara, Orta Asya’dan Güney Asya’ya kadar her yerde bu anlayışla varlık gösteriyoruz.

Türkiye olarak bu geniş coğrafyada, sadece yaşatmak, yardımcı olmak ve imkân varsa birlikte kazanmak için çalışırız, mücadele ederiz. Sınırlarımız dışındaki hiçbir faaliyetimiz işgal, ilhak, istismar amaçlı değildir. Kendi güvenliğimiz, huzurumuz ve refahımız adına neyin peşindeysek, yakındaki ve uzaktaki tüm dostlarımız için de aynı mücadeleyi veriyoruz. Birileri sınırlarından binlerce kilometre öteye kaynakları sömürmek, bu uğurda gerekirse terör örgütlerini, canileri, diktatörleri desteklemek için gidiyor olabilir. Biz ise çevremize sadece yaşatmak, yardım etmek ve imkân varsa birlikte kazanmak anlayışıyla bakıyoruz.

“NE BEDEL ÖDERSEK ÖDEYELİM, İNSANİ DURUŞUMUZDAN VAZGEÇMEYECEĞİZ”

İnsan merkezli bu anlayışın elbette bir bedeli var. Ne bedel ödersek ödeyelim, Türk Milleti’ni diğerlerinden ayıran bu insani duruşumuzdan hiçbir zaman vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz. Bugün ülkemizde, çeşitli ülkelerden gelen yaklaşık 5 milyon yabancı bulunuyor. Esasen Anadolu nüfusunun kahir ekseriyeti, son 150 yıldır neredeyse kesintisiz bir şekilde, canını ve geleceğini kurtarmak için bu topraklara akın etmiş insanlardan meydana geliyor. Üstelik bu yöneliş yakın tarihte de devam etmiştir. Bundan 30 yıl önce, Bulgaristan’dan yüzbinlerce soydaşımız sınırlarımıza dayandığında, kapıları kapatıp onları zulmün pençesine terk etmek aklımızdan dahi geçmedi. Ardından Irak’taki yüzbinlerce Kürt kardeşimiz üzerlerine yağan bombalardan kaçmak için ülkemize sığındığında yine sınırları kapatmayı asla düşünmedik. Orta Asya’dan, Türkistan’tan, Kafkaslardan, Balkanlardan, Kuzey Afrika’dan gelen soydaşlarımızı, dostlarımızı daima bağrımıza bastık.

Son olarak Suriyeli kardeşlerimiz rejimin ve terör örgütlerinin baskısı altında ezildiğinde, yine gönlümüzün ve sınırlarımızın kapılarını açtık. Suriye krizi uzadığı için, hâlen sınırlarımız içinde yaşayan 3 milyon 650 bin misafirimizin yol açtığı ekonomik, sosyal ve kültürel sınamaların tabii ki farkındayız. Türkiye’den başka böyle bir yükü omuzlayabilecek ve bu kadar uzun süre yönetebilecek bir başka ülke olmadığını da biliyoruz.

“SIĞINMACILARIN KENDİ ÜLKELERİNDE HAYATLARINI SÜRDÜREBİLECEKLERİ GÜVENLİ BİR İKLİMİ OLUŞTURMALIYIZ”

Bununla birlikte, milyonlarca sığınmacıyı ilanihaye kendi topraklarımızda misafir etmeye devam etmek gibi bir düşüncemiz de yoktur. Yaklaşık 8 yıldır ülkemizde misafir ettiğimiz bu insanların evleri, yurtları, vatanları zaten vardır. Bize düşen, sığınmacıların bir an önce kendi ülkelerinde hayatlarını sürdürebilecekleri güvenli bir iklimi oluşturmaktır. Bu konuda uluslararası topluma şimdiye kadar pek çok çağrıda bulunduk. Mesela, bundan dört yıl önce, Antalya’da yapılan G-20 Zirvesi’nde, toplantıya katılan tüm liderlere, Suriye’de bir güvenli bölge oluşturmayı ve sığınmacıları kendi topraklarında iskân etmeyi teklif ettik. Söze gelince herkes bu projeyi memnuniyetle karşılarken, maalesef, hiçbir ülke atılacak somut adımlar konusunda elini taşın altına koymadı.

Yine aynı dönemde ülkemize yönelik Suriye kaynaklı terör tehdidi artık tahammül edilemez boyutlara ulaştı. Bu durum bizi, Suriye topraklarını gerek ülkemiz gerekse mültecileri için güvenli hâle getirme işini bizzat gerçekleştirmeye mecbur bıraktı. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları’nı, bu anlayışla hayata geçirdik. İdlip’te, Rusya ve İran’la birlikte yürüttüğümüz Astana Süreci ile büyük bir insani dramın yaşanmasının önüne geçtik. Şimdiye kadar, güvenli hâle getirdiğimiz yerlere geri dönen Suriyeli sığınmacı sayısı 360 bini buldu. Yaklaşık 4 milyon kişinin yaşadığı İdlip’teki kırılgan durumu kontrol etmek için de tüm taraflarla yakın iş birliği hâlinde çalışıyoruz. Ayrıca, Fırat’ın doğusu olarak ifade ettiğimiz bölgeyle ilgili uzun ve zahmetli bir süreç yaşadık. Bugün bulunduğumuz noktaya da işte tüm bu gelişmelerin sonunda geldik.

“TÜRKİYE, SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNDEN YANADIR”

Öncelikle şu hususu bir kez daha sizlerle, milletimizle ve tüm dünyayla paylaşmak istiyorum: Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünden, Suriye halkının siyasi ve idari birliğinden yanadır. Suriye’deki mevcudiyetimizin tek sebebi, sınırlarımıza yönelik terör tehditlerinin, aynı zamanda ülkemizdeki Suriyelilerin geri dönüşlerini de engelleyen bir bariyer hâline dönüşmüş olmasıdır. Biz asla savaştan, çatışmadan, kan dökülmesinden, ölümden, acı çekilmesinden yana değiliz. Tam tersine, hem kendimiz hem de Arabıyla, Kürdüyle, Türkmeniyle, Süryanisiyle, Ezidisiyle, Hristiyanıyla tüm Suriye halkı için güvenli, huzurlu, müreffeh bir gelecek istiyoruz. Buna karşılık birileri, terör ve sığınmacı yükünü ülkemizin omuzlarına yükleyerek, adeta bize diz çöktürmeye çalışıyor.

“TÜRKİYE, MASA BAŞINDA YAZILAN SENARYOLARIN FİGÜRANLIĞINI YAPACAK KÖKSÜZ BİR ÜLKE DEĞİLDİR”

Soruyorum sizlere? Türkiye, böyle bir dayatmayı, böyle bir şantajı, böyle alçakça bir oyunu kabul edecek kadar aciz bir ülke midir? Türkiye, birtakım nevzuhur devletlere yapıldığı gibi, masa başında yazılan senaryoların figüranlığını yapacak kadar köksüz bir ülke midir? Türkiye, ecdadından tevarüs ettiği tüm değerleri bir çırpıda kenara atacak, geleceğini başkalarının eline teslim edecek kadar sahipsiz bir ülke midir? Şayet böyle olduğunu düşünenler varsa, hiç kusura bakmasın, milletimizi de bizi de tanımıyor demektir. Açık ve net söylüyorum; biz bu dayatmaya, bu senaryoya rıza göstermeyiz. Millet olarak gerekirse ser veririz, ama istiklalimizden ve onurumuzdan kesinlikle taviz vermeyiz. Suriye konusunda karşı karşıya bulunduğumuz durum, tam da işte budur.

Türkiye’yi, terör örgütünün tasfiyesi ve Suriye topraklarının sığınmacılar için güvenli hâle getirilmesi konusunda yıllardır oyalayanların bizzat yüzlerine, artık bu oyunun sonunun geldiğini defaatle söyledik. Sınırlarımızın bitişiğindeki sıkıntıyı müttefiklerimizle birlikte çözmek için her yolu denedik, ziyadesiyle sabırlı davrandık, kararlılığımızı da sürekli ifade ettik. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtları, bu konudaki kararlılığımızın somut birer tezahürüdür.

Maalesef, özellikle Fırat’ın doğusunda bu yöntemle arzu ettiğimiz neticelerin hemen hiçbirine ulaşamadık. Türkiye’nin artık bu konuda kaybedecek tek bir günü dahi yoktur. Geldiğimiz noktada, kendi yolumuzda devam etmekten başka çaremiz kalmamıştır.

“GÜVENLİ BÖLGEDE İKİ MİLYON KİŞİYİ İSKÂN ETMEYİ PLANLIYORUZ”

Münbiç dâhil, Fırat’tan Irak sınırına kadar oluşturacağımız 30 kilometre derinliğindeki güvenli bölgede bir milyonu yeni yerleşim yerlerinde, bir milyonu mevcut yerlerde olmak üzere, iki milyon kişiyi iskân etmeyi planlıyoruz. Planlarımız hazır proje çalışmalarımız hazır. Bunları devlet başkanları ile hükûmet başkanları ile hepsini BM Genel Kurulu’ndaki ikili görüşmelerde paylaştım. Uluslararası toplumun desteğiyle inşa edeceğimiz 5 bin nüfuslu 140 köye ve 30 bin nüfuslu 50 ilçeye bir milyon kişi yerleştireceğiz. Kurulacak köyler ve ilçelerle ilgili ön çalışmaları yaptık, yerleri tespit ettik, maliyetleri çıkardık. Diğer bölgelerde de iyileştirme çalışmaları yürüteceğiz. Bölgeyi terör örgütünün işgalinden kurtarır kurtarmaz, inşallah, uluslararası toplumdan alacağımız destekle derhâl işe başlayacağız. Hem ülkemizin bekası, hem terör örgütleriyle mücadelemizin başarısı hem de Suriyeli misafirlerimizi evlerine huzuru kalple geri döndürmek için bu adımı atmak mecburiyetindeyiz.

“S-400’LER KONUSUNDA ÜLKEMİZE KARŞI GÖSTERİLEN DÜŞMANCA TAVRIN RASYONEL AÇIKLAMASI YOK”

Tabii bu arada, daha 4-5 yıl önce sınırlarımızdan içeriye bombalar, roketler yağarken bize hava savunma sistemi satışının reddedildiğini de unutmadık. Tehditlerin önüne geçmek için S-400 sistemi satın alma yoluna giderek kendi çözümlerimizi ürettik. NATO’nun aksi yöndeki tüm açıklamalarına rağmen, bu konu bahane edilerek ülkemize karşı gösterilen düşmanca tavrın rasyonel bir açıklaması yoktur. Tüm bu tecrübeler bize, atmakta olduğumuz adımın ardından karşı karşıya kalacağımız fotoğrafla ilgili bir fikir veriyor.

Türkiye, kendi güvenliğini ve kardeşlerinin geleceğini, bölgede hesabı olan güçlerin keyfine terk edecek değildir. Birlikte çalışma imkânlarını sonuna kadar zorlarız, ama bu mümkün değilse de kendi yolumuzu açarız, nitekim şu anda açmaya da başladık. Hiç şüphesiz işimiz kolay olmayacak. Ama Allah’ın yardımı, milletimizin desteği, mazlumların duası, güvenlik güçlerimizin kahramanlığı sayesinde, bu mücadeleden de alnımızın akıyla çıkacağımızdan şüphe duymuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisimizin tüm milletvekilleri ve gruplarıyla, bu süreçte devletimizin, hükûmetimizin, güvenlik güçlerimizin yanında yer alacağına inanıyorum.”