ORUÇ TUTMAK KİMLERE FARZDIR?

İslâm, emir ve yasakların yapılmasını istediği kimselerde bir takım şartlar
arar Bu anlamda diğer ibadetlerde olduğu gibi, oruç ibadetinde de belli
başlı özelliklere sahip olan kimseler mükellef tutulmuştur Bunları şu şekilde
sıralamamız mümkündür:

1 Müslüman olmak:
Oruç ibadetinin bir kimseye farz olması için, o kişinin Müslümanlığı kabul
etmiş olması gerekir Müslüman olmayan kimseler, böyle bir ibadeti yapmaya
zorlanamaz

2 Ergenlik çağında ve akıllı olmak:
İbadetlerin farz olması için bulunması gerekli olan şarlardan biri de o kimsenin
ergenlik çağında ve aynı zamanda akıllı olmasıdır Zira henüz belli bir yaşa
(ergenlik) gelmemiş kimseler İslâm’da mükellef kabul edilmemişlerdir Bu
anlamda çocuklar ve ergenlik yaşına ulaştığı halde akıldan mahrum olanlar, bu
ibadetten muaf tutulmuşlardır Bu hususu Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
şu beyanlarıyla bildirmişlerdir: “Üç kişiden sorumluluk kaldırılmıştır: Buluğ çağına
erinceye kadar çocuktan, aklı yerine gelinceye kadar deliden, uyanıncaya kadar
uyuyandan ” (Buhârî, Hudûd 22)

3 Oruç tutmaya güç yetmek ve yolcu olmamak:

Orucun farz olması için, mükellefin beden itibariyle sağlıklı olması, hasta
olmaması ve mukim olması gerekir Bedenen oruç tutmaya muktedir olmayanların,
hastaların ve seferde olan kimselerin oruç tutmaları farz değildir Ancak bu
kimseler yine de oruç tutacak olsalar, tutmuş oldukları oruç geçerlidir Şayet
kendilerine verilen bu ruhsatı kullanır da tutmazlarsa, o zaman da tutmadıkları
gün sayısı kadar daha sonra tutarlar Bu hususla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de
şöyle buyurulur:
“Oruç sayılı günlerdedir Sizden her kim o günlerde hasta veya yolcu olursa,
tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar Oruç tutamayanlara fidye
gerekir Fidye bir fakiri doyuracak miktardır Her kim de, kendi hayrına olarak
fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır Bununla
beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır ”
(Bakara 2/184)

Aynı zamanda hayız, hâmile ve emzikli kadınlar da, oruçtan muaf tutulmuş olup,
bunlar, mazeretleri sona erince, tutamadıkları gün sayısınca oruçlarını kaza
ederler

GÜNÜN HİKAYESİ

"Hz. Muhammed: Tebrizli Ebu Cemal"

Hz. Muhammed ( s.a.v ) ile yapılan fikir tartışmalarında, O’nu alt edemeyeceklerini anlayan
Mekkeli müşrikler, bolca altın vererek, Orta doğunun en büyük şair ve ediplerinden Ebu
Cemal’i Tebriz’den getirtirler. Mekke meydanında halk toplanır. Ebu Cemal oldukça hırslıdır
ve doğaçlama dörtlüklerle, Hz. Muhammed’i çaresiz bırakıp, O’nu Mekkeli müşriklerin ve
Müslümanların gözünde küçük düşürmeye kararlıdır.

Ebu Cemal, şarap kadehini masanın üstüne bırakır ve ayağa kalkar:
“ Ey Muhammed gelsene
Sen de şarap içsene
Gününü gün etsene
Kızlarla eğlensene. “

Bunun üzerine Hz. Muhammed karşılık verir:
“ Ben Muhammed gelemem
Hayır, şarap içemem
Günümü gün edemem
Kızlarla eğlenemem. “

Ebu Cemal:
“ Gel Muhammed, koş da gel
Bol bol şarap içiver
Gününü gün ediver
Kızlarla eğleniver. “

Hz. Muhammed:
“ Boş boş konuşmayalım
Bel bel bakınmayalım
Susalım düşünelim
Allah’ı zikredelim. “

Ebu Cemal:
“ Bu Allah nerededir?
Bize faydası nedir?
O’nun tayfası kimdir?

Allah, nelere kadir? “

Hz. Muhammed:
“ Cebrail ve Azrail
Mikail ve İsrafil
Cennette milyon melek
Ondan emir beklerler”

“ Allah şimdi buradadır
Bizim yanımızdadır
Şah damarımızdadır
Belki ondan yakındır.”

“ Allah ismi özeldir
Görünüşü güzeldir
Sesi pek çok güzeldir
Varoluşu ezeldir. “

Hz. Muhammed, dörtlükleri birbiri peşi sıra inci gibi dizdikçe, karşılık vermekte zorlanan Ebu
Cemal’e ani bir titreme geldi.

Hz. Muhammed:
“ Ebu Cemal sen kimsin?
Neden duyulmaz sesin?
Nedir benimle derdin?
Postu ateşe serdin. “

“ Sayma bunu felaket
Yok, üstüne saadet
Kelime-i şahadet
Getir ve Müslüman ol. “

Ebu Cemal, Hz. Muhammed’in söylediklerini tekrarlayıp, Kelime-i Şahadet getirince, titremesi
durdu ve kalbi sükûn buldu.

Tebriz’e döndüğünde, yakın dostlarına, arkadaşlarına olanları anlattı ve sonucu kayıp değil,
kazanç saydı. Maddi yönden hiçbir kazancı olmamıştı, çünkü aldığı altınları Mekkeli müşriklere
geri vermişti. Ebu Cemal’in kazancı manevi yöndendi. Ebu Cemal bir aya yakın bir süre Hz.
Muhammed’in misafiri olmuş, O büyük insanı ve diğer Müslümanları yakından tanımak olanağını
bulmuştu. Bu zaman süresince, Hz, Muhammed’in sohbetlerinde bulunmuş ve O’nun güzel sesine
ve billur anlatımına hayran kalmıştı. Ara sıra, üçer beşer sohbetlere gelen Mekkeli müşriklerin
edebe aykırı sorularına cevap verirken, kesinlikle kızmıyor, onları gönülden dinliyor, ölçülü
biçimde cevap verirken bile, öğretmeyi amaçlıyordu. Hz, Muhammed’in söylediklerine kızıp
sohbeti terk eden Mekkeli müşrik, birkaç gün sonra sohbete geldiğinde bakışı, duruşu, oturuşu
değişmiş, bambaşka bir hal almış oluyordu. O Mekkeli müşrik, artık bir Müslüman adayıydı. Hz.
Muhammed, onu tekrar sohbetinde görünce hal-hatır sorar, havadan sudan olaylardan bahseder
ve konuyu maneviyata getirirdi. O Mekkelinin, Hz. Muhammed’in sevgisine, ilgisine kavuşup
Müslüman olması an meselesiydi.