-Atılan pusuların kahpece döşenmiş mayınları, tuzakları.
-Güvene duyulan saygının istismarı, yok edilme çabası.
-Maskelerin sürekli yenilenme hali.
-Sinsiliğin, içten pazarlığın bir diğer adı.
- Kişiliksizliğin sadece kendine ait sahnede tek başına yapabildiği bir tango.
-Karaktersizliğin de ötesinde, bensizliğin vücuttan firarı. 
-En yeni ile başlarken eskime, hatta yok olma hali.
-Aynaların, öylece durmaktan bile imtina ettiği, tarifsiz bir durum…
*
Böylece devam ediyor.
Uzadıkça uzuyor cümleler. 
Bütün bu tabirlerin hepsi “ikiyüzlülük” başlığı altında toplanıyor.
Anlayacağınız üzere konumuz; ikiyüzlülük.
*
Yaradılışının doğasındadır insanların birbirlerine farklılık göstermesi. 
Aile içerisinde bulunanların yanı sıra,  sosyal çevre bu tabirlere verilebilecek en iyi örneklerle doludur.
Tam da bu noktada bizler,  ikili ilişkilerimizi kurarken en yakınımızdakinden ziyade, en iyi karakterlere bezenmiş kişilerle muhatap olmaya çalışırız hep…
Dürüst olduğuna inandığımız kişiden güven duygusunu da almışsak eğer, o insandan hiçbir kötülük gelmez düşüncesi ile gözlerimize de, kulaklarımıza da iner perdeler.
İğne olur, ara ara  batar yanlışlar.
Lakin susarız, konuşmayız sevdiğimizden.
Üzülmesin, kırılmasın isteriz.
Birileri konuşur.
“Yok yok, öyle değildir” der, yutkunuruz.
Çok dolarız, volkan olur, taşmak isteriz.
O zaman da sırf kendimize olan saygımızdan ötürü konuşamayız.
Karşımızdaki kişinin düşüncelerinin aksine, kaybetmenin tarifi zihnimizde yeniden şekillenir.
Yine susarız.
*
Öyle işte.
Zamanın, kendinizden ödün verip, içtenlikle davrandığınız kişileri karşınıza hangi elbise ile nasıl çıkaracağı hiç belli olmuyor.
Elinizde, avucunuzdakileri sırf değer verdiğiniz kişilerin canı yanmasın diye hiç düşünmeden harcamanızın bedelini gün geliyor yine tek başınıza ödüyorsunuz.
Menfaatler doğrultusunda kişilerin yüzlerine taktığı maskelerin varlığını, yine  gün geliyor verebilecek bir şeyinizin kalmadığında anlıyosunuz.
Sonrasında didinmenizin, çırpınmanızın da bir anlamı kalmıyor.
Dahası, canınızı yakan ikiyüzlü kişiler sayesinde hayata baktığınız pencere küçülüyor.
Artık oraya bile sığamıyor hiçbir şeyin güzelliğini göremez oluyorsunuz.
Peki, neden böyle oluyor?
Yani, bizim güvenimizin, samimiyetimizin, fedakârlığımızın karşılığı nasıl oluyor da hiç olma ile karşılık buluyor.
*
Sizleri fazla yormadan, hemen cevabı verelim.
Bütün bunların sebebini çok kısa zamana büyük dostluklar sığdırma gayretimiz oluşturuyor.
Fedakârlıklarımızın aksine beklentilerimiz, çoğu zaman daha fazla geliyor karşı tarafa. 
Önemsediğimiz değerler onlar için değersiz olabiliyor.
Olabiliyor işte.
Yüzsüzler arasında, ikiyüzlülerin samimi karşılanabildiği bir ortamda bunlar da olabiliyor.
*
Arkadaşlık, dostluk, hatta akrabalık…
Menfaatler doğrultusunda rafa kalkmış bu tanımlamalar..
Ayakta kalma telaşı almış götürmüş hepsini.
Nitekim, artık sadece sözlükteler.
*
Sözün özü, kurulan ilişkilerde seviyeyi ve ihtimalleri düşünmek lazım.
Zira gördüğünüz gibi,  hayat büyük bir savaştan ibaret.
Ve bu savaşın büyüklüğünü ya kazandıklarınız, ya da kaybettikleriniz belirliyor.
Onun için yol arkadaşlarınıza dikkat edin.
Herkes ile her yerde olunamayacağını bilin ve sınırlarınıza bu ilke ile şekil verin.
En önemlisi de çuldan-torbadan olmadan önce şunu çok iyi düşünün; 
Vermek başka, almak başka. 
Dostça kalın…