Akçaabat’ta cenazedeydim birkaç gün evvel.

Azımsanacak gibi değildi inanın…

Mahşeri bir kalabalık vardı camide.

Öyle ki efendim.

Cemaat avluya sığmadı.

İçerde, dışarda saf tutuldu merhumun cenaze namazı için.

Nitekim.

Kötü adam değildi Fevzi Ağabey.

Güler yüzlü, hoş muhabbet sahibiydi.

Sırf bu yüzden olsa gerek…

Sağlığında selamını alan koştu O’nu uğurlamaya.

Hınca hınç dolan caminin üst katındaydım bende.

İmam efendi samimiyetten, birlik beraberlikten bahsederken, şöyle bir göz gezdirdim etrafa.

Üste, alta, dışarıya…

Allah sizi inandırsın.

Ne bir milletvekili, ne bir bakan, nede herhangi bir siyasi partinin il başkanı vardı cenazede.

Gördüğüm en meşhur kişiler;

Bakkal Ali, kasap Ahmet, şoför Yunus ve Ragıp ustadan ibaretti.

Anlayacağınız…

Kendi cenazemizde bir başımızaydık yine.

Mübalağa yapmıyorum yeminle.

Komşu köyün muhtarı bile yoktu aramızda.

Hâlbuki…

Seferberlik ilanının edildiği geçtiğimiz haftalarda cenazelerimiz hiç böyle değildi.

“BİZ” dediğimiz kitle çok daha büyüktü mesela.

Bırakın muhtarı, vekili…

Önceki seçimlerin aday adayları bile hemen yanı başımızdalardı.

Sokakta görseler…

Dertlerimizle dertlenir, şapır şupur öpmeden bırakmazlardı.

Mevtalar bir kenara dursun.

Hastalarımız dahi ihmal edilmezdi o süreçte.

Öyle ki.

Randevu verilirdi ziyaret için.

Neden?

Metropol kent İstanbul’da seçim vardı çünkü.

Mesele İstanbul, birazda Trabzon olunca…

Eş, dost, akraba, din kardeşine ulaşmak lazımdı.

Ulaştılar.

Her birimize ayrı ayrı, toplu tüfekli ulaştılar.

Onlar ulaştıkça, biz birbirimize düştük.

Saç baş yoldurduk siyaset muhabbetleriyle.

Yetmedi, ateş komşumuza Feysbuktan salladık.

Camide gördük, safımız değişti.

Bugün…

Yani şimdi.

Onların olmadığı cenazelerde…

Aynı safları sıkıştırarak teselli buluyoruz.

Soruyorum ahali.

Samimiyetsiz öpücükler, maskeli gülücükler, bizi kurtarmayacak ideolojiler için değdi mi?