Değerli okurlarımız, dilerim hepiniz iyisinizdir, sağlıklısınızdır, zor günlerden ve süreci belli olmayan bir dönemden geçiyoruz. 

Biliyorum sabrınız tükeniyor, evlerde durmak bize göre değil… 

Tokalaşmamak, sarılmamak, kafaları tokuşturmamak, yanağa iki öpücük kondurmamak bize göre değil.

Biz şöyle sıkı sıkı sarılmayı, sırtına da iki tane vurmayı, kol kola yürüyerek kahkaha atmayı biliriz.

Ama gelin görün ki iş gerçekten sıkıntılı ve çok ciddi.

Ve şakası olmayan bir bela ile karşı karşıyayız.

Birilerinin planladığı fakat hesap etmedikleri kadar büyüyen durduralamayan bu illet.

Ama hani diyorduk ya şükrümüzü bilmiyoruz, başımıza taş yağacak diye.

Hani bu bolluk da bile ağlıyoruz, Allah çarpar adamı diye, hepimiz söylüyorduk bunları düne kadar.

Dünyanın doyumsuzluğuna, israfına, anne karnında kurşun yiyen bebeğin ahına maruz kaldık dünya olarak.

Bir annenin bebeğini açlıktan kaybettiği, bir bebeğin cansız bedeninin kumsala vurduğu, bir çocuğun ölmeden önce ‘Sizi Allah’a şikayet edeceğim’ dediği bu dünyada, bizler bir

bebeğe lazım olan o sütün kat be katını köpeklerimiz yemedi diye aşağı döktük.

Çöpler her gün yüzlerce ekmekle doldu, yetmedi, doymuyordu dünya.
Doymadık bir türlü, daha fazla istedik, çok küçük şeylerle mutlu olunabilirken bizler israf deryasında boğulduk.

Bir tarafta çocuklarımız aşırı yemekten obez oldu, diğer tarafta yemek bekleyen bebelerin üzerine mermi yağdırdık. 

Bombalar attık, zehirli gazla zehirledik birbirimizi.

Mutlu olamadık, bu kadar bolluk içinde. Bunun gibi neler neler yaptık, yapılmaması gereken.

Komşumuz açken tok yattık, yardıma muhtaça fırsatçı gözüyle baktık, aşağıladık.

Toplu yemeklerde tabak tabak yemekleri çöpe attık. 

Bu bollukta yetemedik birbirimize ve şimdi ne oldu.

Ne oldu iç çektiğiniz Avrupa’ya, özendiğiniz ABD’ye.

Garajlarınız araba, limanlarımız yatlarla dolu olsa, altınızda uçağınız, helikopteriniz olsa ne olur şimdi.

Hiç birinin bir önemi olmadığını, önemli olanın sağlık ve mutluluk olduğunu anlamak için böyle bir müsibete mi gerek vardı?

Şimdi lütfen demek istediklerimizi başka yerlere çekmeden, yoğun bakımda yatıp saatlerce tavana bakıp, can çekişerek ölüp, kimsesiz gibi gömülmek veya yakınlarımızı böyle

bir ölümle cezalandırmak istemiyorsanız.

Lütfen evde kalalım, zorunlu olmadıkça dışarı çıkmayalım, işi olan kardeşlerimiz işe giderken önlemimizi alalım. 

(Araya parantez açıp şu maske işini bir türlü beceremeyenlerin de hala görevde olduğunu bilmenin bana üzüntü verdiğini, PTT’nin bu işi beceremeyeceğini en başta söylediğimi, İşini iyi yapanları ve bu meslağin kutsallığını benimsemiş olanları tenzih ederek bazı eczacıların "bu işte rant yoksa işin içine girmeyeceklerini" ifade ettiğimi belirtmek isterim. Eczacılar şimdi ayaklanır ama dün 1.5 TL’ye satacağınız diye deponuza stoklayıp, bedava dağıtılacağını öğrenince maske yok deyip sonra el altından giden kayıtsız maskeleri herkes konuşuyor)

Sabredelim, geçecek bu zor günler, sonrasında hep birlikte toparlanacağız.

Biz bize yeteceğiz, merak etmeyin. Ama sabır, sabır ya sabır.

Devletimize güvenelim, milletimize güvenelim ve bu işin üstesinden gelelim.

Bize bu illet en çok da Istanbul’dan gelen yine bizim hemşehrilerimizden yayıldı.

Bu detayı atlamayalım. Dikkatli olalım. 

Yurt dışı, şehir dışı ve Umre dönüşü. Bu temaslara çok dikkat edelim, risk grubunda olan gençlerimize ve yaşlılarımıza onları incitmeden sahip çıkarak uyarılarda bulunalım.

Güzel günler sizlerin bu gayretleri ile yakın olacak. 

SOYLU’NUN İSTİFASINI MİLLET ENGELLEDİ 

Son yazımızda Türkiye’nin koronavirüs ile mücadelede çok geç kaldığını ifade etmiştik.

25 gün önceki bir zaman diliminden bahsediyorum.

O günlerde günde 8-10-12 şeklinde her gün ölen vatandaşlarımızın sayıları düşük oranlarla artıyordu.

Kapıların zamanında kapanmadığını, seferlerin zamanında iptal edilmediğini dile getirmiştik.

Ve yazamızı takip eden günlerde ölüm oranlarındaki artış adeta sıçrama yaptı.

Trabzon Havalimanına Umre’den Avrupa’dan uçak inecek, bu yolcular riskli dedik. Çok da duyan olmadı sesimizi. 

Şimdi her gün 100’ün üzerinde vatandaşımız hayatını kaybediyor.

Göz göre göre, dünyada örneklerini seyrede seyrede işi bu noktaya getirdik.

Evet Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’ya, Bilim Kurulu’na sahip çıkalım, çıkalım da!

Bu işi göz göre göre buralara getiren kimler, seferleri durdurmayan, şehirler arası geçişlerin zamanında kısıtlanmasını kabul etmeyen kimler.

Sonradan aklımız başına geldi, adam akıllı tedbir için İçişleri Bakanlığına ‘Sokağa çıkmama uygulaması kararı açıklayın’ dendi.

Aslında bu karar çok önceden alınmıştı, bir gün uygulanacaktı, tarih belirlenmemişti, zamanı bekleniyordu, ama birileri gelip bunu yasağa iki saat kala açıklattı.

Sonra da millete kabahat buldu, niye sokağa marketlere akın etmişler. Hiç bir şey zamanında olmuyor ki, millet ne yapsın. 2 günün 5 güne uzamayacağını nereden bilsin.

Perde arkasında o gece birçok şey yaşandığını biliyoruz.

Ve bu süreçte her zaman alkışladığımız gurur duyduğumuz sağlık personeli kadar can siperane çalışan İçişleri Bakanlığına bağlı emniyet güçlerimizin fedakarlıklarını da biliyoruz.

Hal böyle iken, günlük 3/5/10 ölüm sayısının tedbirleri geciktirerek 100’lü rakamlara çıkmasına vesile olanlar değil de, kararı açıklaması istenilen sonra da günah keçisi ilan edilen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu hedef gösterme çabaları içine girildi.

Güya bilim kurulu, güye sağlık bakanı ve ekibi ‘Bizim emeklerimiz bir akşamda heba oldu’ şeklinde söylemlerde bulunmuş.

Yani siz herseyini tam yaptınız, bu süreçte hiçbir güvenlik zaafiyeti olmadı, bir kararı becerip ne zaman yayınlayacağınızı hesap edemediniz.

Sonra topu zaten bir türlü sindiremediğiniz İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya atmak istediniz.

Yer mi Anadolu çocuğu.

Yemezler beyler, yedirmezler, burada bir ali cengiz var, bir dalavere var, bir vur kaç olayı var.

Sizlerin neyi becerip neyi beceremediğinizi, Süleyman Soylu’nun da bu ülkede yaptıklarını, bu millet, bu devlet ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çok iyi biliyor. 

İşte o yüzden telefonda ‘İşinin başına dön yapacak çok işimiz var, bu konu tekrar açılmamak üzere kapanmıştır’ dedi.

Şimdi ‘Parti genel merkezi Soylu’yu sevmiyormuş, kadın kolları başkanı ‘Destur’ almasını istemiş. Gençlik kolları karşı duruş sergilemiş gibi sözlerle yine olmaması gereken bir konuşmalar dizisi, tartışmalar serisi veya savunma psikolojisi.

Gerek yok, yel kayadan alsa alsa toz alır.

Soylu’nun istifası gecesi 2 milyon paylaşım yapılmış, ya yapılmayanlar.

Milyonlarca insan sağcısı, solcusu, yaşlısı genci.

Seveni sevmeyeni hep bir ağızdan ‘İstifanı kabul etmiyoruz’ dedi.

Çünkü bu güne kadar böylesine onurlu bir duruşu gösteren başka bir siyasetçi yoktu, Trabzon’un evladı herkese büyük bir ders verdi.

Soylu kesinlikle koltuktan makamdan, partiden, siyasetten güç alan bir isim değil, o direk milletten güç alan bir değer.

Verilen her görevde hep en çok çalışan olmayı yeğlemiş ve çalışmaktan başka hiçbir hesaplaşmanın Ali Cengizin içine girmemiştir.

İşte bu nedenle güneş balçıkla sıvanmaz.

Erdoğan’a olan sadakatini hiçbir zaman tartıştırmayan ve her zaman durması gerektiği yeri bilen Soylu, bu ülkeye hizmetlerine herkese ve her şeye rağmen devam edecektir.
AK Parti Genel Merkezi önce kendini bir sorgulasın, kadın kolları, gençlik kolları, teşkilatlardan sorumlusu, yerel yönetimlerden sorumlusu.

Bıraksın bu boş hayalleri somut rakamlar önünüzde, İstanbul önünüzde, Ankara önünüzde. Teşkilatlardan kopmuş bir parti yönetimi var Ankara’da ve freni patlamış bir kamyon gibi gidiyor.

Lütfen siz önce önünüzdeki başarısızlıkların hesabını yapın. Herkes işini yaparsa gerçekten bu ülkenin başarısı katlanır ama herkes herkesle uğraşırsa hiç bir şeyi başaramayız. 

“Sorumluluğu kabul edebilmek, insanın değerinin ölçütüdür.”

Mutlu haftalar

NOT: 23 Nisan’da saat 21.00’da balkonlarda hep bir ağızdan İstiklal Marşımızı gür sesle söyleyeceğiz. Unutmayalım.