MAKSIM GORKI’NİN İLHAM KAYNAĞI ATATÜRK MÜYDÜ?
 
Aleksey Maksimoviç Peşkov… Bilinen adıyla, Maksim Gorki.
11 yaşında yetim kalan büyük yazar, aç kalmamak için paçavracılık, kunduracı dükkanında çıraklık, Volga ırmağında işleyen gemilerde bulaşıkçılık, hamallık ve fırınlarda yamaklık yapar. Acıyla dolu bir yaşam sürdüğü için Peşkov adının yerine, Rusçada ‘acı’ anlamına gelen Gorki takma adını kullanmaya başlar.
Gorki, 1906 yılında Amerika’da yazıp yayınladığı Ana romanıyla, tüm dünyanın takdiriyle birlikte büyük yazar unvanını da kazanır.
Sosyalist gerçekçi edebiyatın öncüsü Gorki, ömrünü insana, insanlığa, eşit yaşama adayan omurgalı bir mücadele adamıydı.
Gerçek bir aydındı. Kimseden çekinmedi, lafını esirgemedi; adaletsizliğe ilk o isyan etti.
Gorki’nin kalemiyle henüz tanışmayanları, kendi kendini yetiştiren bu büyük yazarın hayatını anlattığı Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim üçlemesiyle muhabbete, Ana romanıyla da muhabbeti taçlandırmaya davet ederim.
Bir kapitalizm düşmanı olan Gorki’nin kan emici düzene son tokadı, Türkçe olarak 2016 yılında Say Yayınları tarafından basıldı:
“Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi”
Kitap, Gorki’nin 1929-1931 yılları arasında kaleme aldığı yazılardan oluşan müthiş bir kapitalizm eleştirisi. Kitabın bir bölümünde şöyle diyor Rus yazar:
Burjuvalar, bugün çok daha geniş bir çapta, dünyayı boğazlamaya hazırlanmaktadır. Demir yumruklu savaşın dün anıtlara, uygarlık hazinelerine saygı göstermediği gibi, yarınki savaşta da British Museum’u, Louvre’u, Capitol’u ve eski çağ başkentlerinin birçok müzelerini yakıp yıkması, birer toz yığını haline getirmesi mümkündür.
Söylemeye gerek yok, milyonlarca işçi ve köylüyle birlikte düşünce gücünü elinde tutan birlerce insan, binlerce kültür ustası da ölüp gidecektir. Ne uğruna? Her büyük vurguncu ve banker grubunun, komşusunu köle haline getirmesi ve soyup soğana çevirmesi uğruna.
Pek çok kez kanıtlanmış bir gerçektir ki, burjuvazi tarafından zaman zaman düzenlenen katliamlar, silahlı yağmadan yani bütün burjuva ülkelerdeki yasaların cezalandırıldıkları cinayetten başka bir şey değildir. Vurgun düşkünlerinin dün mahvettikleri gibi yarın da çok değerli ve bilgili emeği, uygarlığı ve icadı mahvedecekleri düşünülecek olursa, burjuva anlaşmazlıklarının doğurduğu ahmakça cinayetin ne iğrenç hale geldiği kolayca anlaşılır.
Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, çatlayacak kadar doymuş bu insan grubunun işlediği çılgınca cinayet; işçileri, köylüleri, aydınları kendi elleriyle yaptıkları yapıtları yıkmakla ve bunları birbirlerini öldürmek için kullanmakla son bulacak.”
Tüm dünyada gelişen olaylara hakim olan ve birçoğuna kaygıyla yaklaşan Gorki’nin, özellikle 1923 sonrası Türkiye’yi mercek altına aldığını ve ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sıkı bir şekilde takip ettiğini düşünüyorum.
Öyle ki Rus yazar, kitabın bir bölümünde Sovyet işçi ve köylüleri bakın nasıl anlatıyor:
İşçi ve köylü kitlesinin en aktif unsurları sızlanmıyorlar. Sızlanacak yerde çalışıyorlar. Biliyorlar ki; muhtaç oldukları bütün şeyler, yalnız kendi enerjileri aracılığıyla elde edilebilir.”
Bu sözleri anımsadınız mı?
Evet, Gorki Sovyet işçi ve köylülere seslenmeden önce, Mustafa Kemal Atatürk, 1927 yılında gençlere seslenmişti:
“Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”
Gorki, farklı ideolojilerde olsalar bile belli ki emperyalizm karşısında dimdik duran bu büyük liderden aldığı ışıkla Sovyet işçi ve köylülerini anlatmış.
Belli ki Gorki; Atatürk ve Türkiye’sinin sıkı takipçisiydi.
Atatürk, Gorki okur muydu? Mutlaka. Ömrü savaş cephelerinde geçmesine rağmen 4 bin küsur kitap okuyan bir lider, dünya sorunlarına kaygılı yazarı mutlaka okumuştur. Peki, Atatürk’ün Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi kitabını oluşturan ve dönemin Rus yayınlarında basılan makalelerden haberi var mıdır? Cevabı çok güç bir soru işareti çengeli.
Bildiğim o ki; Gorki gerçek bir aydın ve büyük bir yazar, Mustafa Kemal Atatürk de yeryüzünün gördüğü en büyük liderlerden biridir.
HAMİŞ: Kitabın içerisinde, Gorki’nin Tolstoy’a, Zweig’e, Wells’e, Sinclair’e ve Fedin’e yazdığı mektuplar da yer alıyor. Okumanızı tavsiye ederim.
 
DENİZ GEZMİŞ’İN PARKASI
 
Yakalandığı sırada Deniz Gezmiş’in üzerinde görülen parka, sonrasında kuşakların sembolü oldu. Öyle ki; günümüzde dahi, kapüşonu pamuklu ve yeşile çalan her mont, ‘Deniz Gezmiş Parkası’ olarak anılır.

İyi de, o dönem öğrenci hareketinin lideri olan ve cebinde 5 kuruş parası olmayan Deniz Gezmiş, o parkayı nereden almıştı, hiç merak ettiniz mi?
"Onur Caymaz'ın ışığıyla", Yılmaz Aysan’ın, ‘Afişe Çıkmak’ adlı eserinden el alalım:

ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ndeki son balo, 1970’i ‘71’e bağlayan kış yapılmıştı. O zamanlar Deniz (Gezmiş) bir suçtan İstanbul’da aranıyordu. Ve o nedenle ODTÜ’de kalıyordu. Ben, her şeyin yolunda gittiğine emin olmak için kapıları denetlerken, Deniz’le karşılaştık. Yurtta sıkılmış, ne oluyor diye bakmaya gelmiş. Davetlilerin paltolarını bıraktıkları portmantoya gözünü dikmişti. Birden bankonun arkasına geçti. Askıdan yakası kürklü çok güzel bir uzun boy parka aldı. Önce ceplerini yokladı. Boş olduklarına emin olunca sırtına giydi ve çıkıp gitti. Giderken de, “Siz halledersiniz, çocuk mağdur olmasın,” dedi ve kayboldu. Biz, gecenin sonunda ceketini bulamayan delikanlıya, bedelini ödedik ve olay tatlıya bağlandı. Deniz Gezmiş’in yakalandığı sırada sırtında bulunan ve kendisine çok yakışan kürklü parka, odur.”

Yılmaz Aysan, parkanın hikâyesini anlattı. Peki, parkanın markası ne? Onur Caymaz’a mercek tutalım:
Meşhur parka, Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin soğuk iklim parkası N3 B’dir.
Tesadüf odur ki;
Son nefesine kadar katil Amerika diye bağırmış adamın üzerinden çıkan parka, Amerikan malı.
Yaz tarih!
 
MEHMET AKİF’İN KAÇ ÇOCUĞU VAR?
 
Yine, Onur Caymaz’ın, “Hatırla Barbara Yağmur Yağıyordu” adlı harika eserinden el alalım:
Şair, siyasetçi, veteriner, hekim, hafız, vaiz, entelektüel Mehmet Akif Bey, Baytar Mektebi’nde okurken arkadaşı Hasan Efendi ile birbirlerine söz verirler: Kim ilk önce vefat ederse geride kalan, onun çoluğuna çocuğuna bakacaktır.

Mithat Cemal, Mehmet Akif’ten bunu duyduğunda böyle şey olur mu, mümkünü yoktur diyerek güler.

Aradan yıllar geçer. Mehmet Akif’in memuriyetinden istifa ettiği, sıkıntılı günler geçirdiği bir dönemde, Mithat Cemal, şaire uğrar. Evde 8 çocuk olduğunu fark eder. Şairin 5 çocuğu vardır. Mithat Cemal, Mehmet Akif’e, “Bunlar kim, misafir çocukları mı” diye sorar.
Mehmet Akif, “Hayır, benim çocuklarım” der ve ekler: “Hasan Efendi öldü de…”
Mithat Cemal, sonrasında bu durum için şu enfes yorumu yapar:
Akif, bu çocuklardan daha güzeldi: Mektepte verdiği sözü unutmayan bir çocuk…”