Yine biri çıkmış “günde en az 2 litre su için” diyor.
Kusura bakmayın ama biz suyu içiyoruz zaten.
Sabah çay, öğlen ayran, ikindi kahvesi, akşam çorba.
İçmeyip ne yapıyoruz? Banyo mu yapıyoruz onlarla?
Telefon uygulamasında “su iç” bildirimi geliyor,
Ama ben zaten çayımı yudumluyorum.
İçtiğim su sayılmıyor mu yani?
Sayılmıyorsa neden bunca yıldır yaşıyoruz?
Gerçek şu ki, su içtiğini sananların çağındayız.
Ama vücut, kandırılamıyor.
O hala saf, sade, sessiz olanı istiyor.
Asitli değil. Aromalı değil. Köpüklü hiç değil.
Bir düşünün...
Son zamanlarda sabahları yorgun mu uyanıyorsunuz?
Kafanız dalgın mı?
Akşamları gözünüz yanıyor, cildiniz gergin, başınız hafif ağrılı mı?
Ve sonra “herhalde yaştandır” mı diyorsunuz?
Hayır. Yaş değil.
Su.
İçmediğiniz.
Ama içtiğinizi sandığınız su.
Çünkü çay içince “Hem su hem keyif” diyorsunuz.
Kahve içince “Zihnimi açtı” diye seviniyorsunuz.
Ama hücrelerinizin sesi çıkmıyor.
Onlar sadece susuyor.
Gerçek anlamda.
İşin kötüsü, vücut alışıyor da bu eksikliğe.
Susamadan su içilmez zannediyorsunuz.
Oysa susamak, iş işten geçti demek.
Su sadece susuzluğu gidermez.
Baş ağrısını hafifletir.
Bağırsakları çalıştırır.
Cildi canlandırır.
Eklem ağrılarını azaltır.
Öfkeyi bile yatıştırır.
Ama tabii, bu saydıklarım gerçek su için geçerli.
Bardakta görünmeyen bir şifa gibi.
Yani evet:
O su sağlıklı değil.
Ama suç suda değil.
Siz yanlış bardaktan içiyorsunuz.
Bugün sadece sade bir bardak su içmeyi deneyin.
Ne tatlandırıcı, ne aroma, ne kafein.
Sadece su.
Belki de bedeninizin teşekkür ettiği o nadir anlardan biri olur.
Ve bir de bakmışsınız, hiç susamamışken suya aşık olmuşsunuz.