Biliyorum.

Gayet keyifsiz bir konu…

Lakin.

Sizler de biliyorsunuz ki, kimsenin kaçamayacağı, kimseden kaçırılamayacak gerçek bu.

Yok sayamayacağımız, değiştiremeyeceğimiz son.

*

İnsanlara yaşamın varlığını hissettiren, nefes aldıkça kıymetini haykıran en olağan şeydir ölüm.

Doğduk, yaşıyoruz, gideceğiz.

Herkese ayrılan süre belli.

Ne bir saniye eksik, ne bir saniye fazla…

İnsanoğlu kimlerle, nerede, nasıl yaşarsa yaşasın, orada, o halde baki kalmayacağı kesin.

*

E madem durum böyle…

O halde.

Asıl gaye iyi ve/veya kaliteli yaşamın ötesinde, dünyadan göçüp gittikten sonra güzel izler bırakmak olmalı.

Bunu başarabilmektir sonsuzluk.

Ve bunu başarabilmektir ölümsüzlük.

Şöyle hafızanızı bir yoklayın.

O benim parçam, o olmadan yaşayamam dediğiniz, kimleri uğurlamadınız ki sonsuzluğa…

Hatırlamış olmanın dahi sizleri mutlu ettiği, ne insanlar tanıdınız değil mi?

Ha, işte ben de onlardan bahsediyorum.

Yüzlerdeki tebessüme kapı aralayanlardan…

Bir fazlası…

Yokluğuyla hüzne boğarken, sırf var olmuş olmasıyla sizleri mutlu edenlerden.

Asıl mesele bu…

*

Şimdi gelelim işin diğer yanına.

Yani.

Sizlere tebessüm ettirenlerin mutlu olmasına…

O iş toprağın bağrına düştükten sonra oluyor mu, bilmiyorum.

Zira ben de sizler gibi, çığlıklarıma rağmen kaybettiğim nice insandan henüz cevap alamadım.

*

O vakit.

Ne yapmak lazım belli…

Son saniyesini bilmediğiniz için size ayrılan süreyi, her vakit bitmiş sayacaksınız.

Sonrasında…

Olmasa ne yapardım dedikleriniz var ya hani…

İşte onlarla birlikte, yeniden dirilip bir araya gelmişçesine;

Görüş ayrılıklarını, dargınlıkları, küskünlükleri bir kenara bırakıp varlığının keyfini çıkaracaksınız.

Yoksa.

Yapayalnız gülmenin kimseye bir kârı yok, bilesiniz.

*

Sağlıcakla…