Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Dünya Çiftçiler Günü dolayısıyla Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin toplantısına katıldıklarını anımsattı. Toplantıda, iktidar temsilcilerinin, tarım ve hayvancılıkta sorun yokmuş gibi bir tablo oluşturduklarını belirten Kılıçdaroğlu, ancak muhalefet olarak kendilerinin, bu sektörde yaşanan sorunları doğru bir şekilde ortaya koyduklarını ifade etti.

Mersin’de narenciye üreticisinin perişan durumda olduğunu anlatan Kılıçdaroğlu, Suriye, Irak ve İran’la ilişkilerin bozulduğunu, üreticinin malını satamadığını söyledi.

Üreticinin kendilerine, ’Bize sahip çıkın” dediğini belirten Kılıçdaroğlu, ”Onlara sahip çıkacağız. Ama onlar da CHP’ye sahip çıksınlar. Bu toplumda kim haksızlığa uğruyorsa, görüşü ne olursa olsun mutlaka yanında CHP’yi bulacaktır. Artık haksızlıkları gidermenin yolu CHP’ye sahip çıkmaktadır” diye konuştu.

AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılında mazotun litresinin 1 lira, buğdayın kilosunun 30 kuruş olduğunu ifade eden Kılıçdaroğlu, 3.5 kilogram buğday ile bir litre mazot alındığını söyledi. 2012 yılında ise mazotun litresinin 4 lira, bağdayın kilosunun ise 50 kuruş olduğunu dile getiren Kılıçdaroğlu, ”8 kilogram buğday bir litre mazot alabilirsiniz. Bu mu çiftçiyi desteklemek? Bu rakamlar yanlışsa çiftçiler CHP’ye oy vermesinler. Doğruysa, AKP’ye değil CHP’ye oy versinler. AKP iktidarı döneminde 20 milyon ton buğday ithal ettik. Sanki bizim tarlalarımız, çiftçimiz yok gibi. 6 milyar dolar ödüyoruz buğdaya. Bu parayı çiftçiye ödeseydik biz Ortadoğu’yu bile beslerdik” dedi.

10 yılda 13 milyon dönüm alanın buğday ekilmekten çekildiğini anlatan Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti: ”Bir insan neden buğday ekmez? Gelir ve kar elde edecekse neden ekmez? Ekmemesinin nedeni, kurtarmıyor. Elektrik, mazot, gübre, ilaç pahalı. Bunun için ekemiyor.

İktidar, ’Çiftçiyi destekliyoruz, mazot desteği de veriyoruz’ diyor. Çiftçiye verilen bütün destek 7 milyar lira. Çiftçinin sadece tükettiği mazot için ödediği vergi 9 milyar lira. Sağ cebine 7 milyar koyuyorsun, sol cebinden 9 milyar lira alıyorsun. Sonra da ’destekledim’ diyorsun.

Hayvancılıkta da aynı sorun yaşanıyor. 1980 yılında nüfus 44 milyondu. Tarımda ciddi sorunlar yoktu. Koyun varlığı 50 milyondu. 2012 yılında nüfus 75 milyon, koyun varlığı 22 milyon. Keçi varlığımız 1980’de 19 milyondu, şimdi 6,5 milyon. Aynı şey sığır üretiminde de var. Madem durumunuz bu kadar iyiydi, biz yurt dışından neden ithal kurbanlık koyun getiriyoruz? Bu soruyu her besici kendisine sorması lazım.”

-”Milletin yüzüne bile bakamayacak”-

Tütünde de farklı bir durumun olmadığını anlatan Kılıçdaroğlu, Bitlis’e gittiğini ve orada altın sarısı tütünün yok olduğunu gördüğünü ifade etti. Kılıçdaroğlu, ”Peki, Bitlisli ne yaptı? Gitti oyunu AKP’ye verdi. ’Sen benim ipimi çektin, ben de seni iktidar yapacağım’ dedi. Bir sıkıntı var burada. Sıkıntı Bitlisli’de değil, biz daha önce Bitlis’e yeteri kadar gitmedik, oturup konuşmadık, derdini dinlemedik. Kahvede oturup konuştum, dertlerini dinledim. Bir Bitlisli, ’Kemal Bey, senin geldiğin gibi Recep Tayip Erdoğan buraya gelemez’ dedi. Evet gidemez. Her tarafa gidiyoruz. Recep Tayyip Erdoğan gidemeyecek, milletin yüzüne bile bakamayacak. Yeter ki biz çalışalım, bütün coğrafyamızda örgütlerimizle kararlı ve inançlı çalışalım. Çünkü biz haklıyız ve bu millete doğruları söylüyoruz” diye konuştu.

Et Balık Kurumu’nun kapatıldığını, hayvancılığın öldüğünü ileri süren Kılıçdaroğlu, ”Biz Et Balık Kurumu’nu yeniden inşa edeceğiz. Doğu ve Güneydoğu’da hiçbir özelleştirme yapmayacağız. Özelleştirme talanına sön vereceğiz. Bütün ülkede son vereceğiz” dedi.

-”Kanın acının durması lazım”-

Anneler Günü’nün, 13 Mayıs Pazar günü kutlandığını anımsatan Kılıçdaroğlu, partisinin milletvekillerinin de şehit annelerini ziyaret etiğini söyledi. Milletvekillerinin, onların yaşadığı acıları kısmen de olsa paylaşmaya çalıştıklarını belirten Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti: ”Bizim gitmemizle sorun çözülmüyor. Kanın, acının durması gerekiyor. Ben buradan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum: ’40 yıldır Türkiye’nin gündemindeki en temel sorun nedir?’ diye sorsalar... 40 yıldır çözülmeyen sorun, terör sorunudur. Peki bunun kabahati kimde? Askerde mi poliste mi vatandaşta mı korucuda mı kabahat? Bir dönüp kendimize bakalım. Elimizi vicdanımıza koyup, bu sorunun cevabını arayalım. 40 yıldır çözülemeyen bu sorunun vebali kimin omuzlarında? Siyaset kurumunun, politikacıların omuzlarındadır. 40 yıldır uğraşıyorlar. 40 yıldır kan akıyor bu ülkede. Edebiyat yapıyorlar, ’Analar ağlamasın..’ İyi de analar ağlamaya devam ediyor. Bu ülkede yüreğinde insan sevgisi olan bir insan anaların ağlamasını nasıl ister? Ama bu lafı ederken, yürekten söyleyeceksiniz, bu sorunu çözmeye kararlı olacaksınız. Yoksa işini edebiyatını yapıp, her şehit cenazesinden sonra ’Kanları yerde kalmayacak...’ Neyi çözdün de kanları yerde kalmadı. Neyi çözdün de analar artık ağlamadı.

Daha gecen gün bir şehit cenazesine katıldım. Babası ile kucaklaştım, anasına ’Başın sağolsun’ dediğimde, bana döndü şunu sordu: ’Bu olay ne zaman bitecek? Benim oğlumun şahadeti son olsun’. Peki bu sorun, 40 yıldır çözülemeyen sorunun temel noktasına değil mi? Efendim, ’Yeni projeler üretiyoruz, yeni planlarımız var, yeni strateji belirliyoruz...’ 40 yıldır, 40 yıl... Terörün çıktığı zaman doğan çocuklar şimdi 40 yaşında. Ülkenin bir bölgesini düşünün, terör içinde yetişen çocukları düşünün. Oradaki insanı düşün, esnafı, memuru, işçiyi, çiftçiyi, sanayiciyi düşünün. 40 yıldır çözülemedi. Ama söylüyorum, Recep Tayyip Erdoğan, bu sorunu çözemez. Bu sorunun çözüm adresi CHP’dir. Bu sorunu çözecek olan biziz. Nasıl çözülmesi gerekiğini çıkıp milletin önünde söyleyen biziz. Bitlis’te de anlattım, Parlamento kürsüsünde milletvekili arkadaşlarım da anlattılar. Bu sorun, toplumsal uzlaşma ile çözülür. Bu sorunu çözmek için masaya oturacağız, milleti kandırmak için değil. Sorunumuz budur. Bu sorun çözülmedikçe Türkiye sağlıklı bir gelişme de sağlayamaz. Anadolu boşalıyor. Hangi kent var kan kaybetmeyen. Nerede sanayileşme, büyüme gelişme var. Durumunu düzelten herkes, doğru İstanbul’a gidiyor.” -”Anadolu’yu ayağa kaldırmak boynumuzun borcu”- Diyarbakır Sanayi Odası’nın yaptığı bir araştırmaya göre, 1930’lu yıllarda Diyarbakır’ın 3. büyük sanayi kenti olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, ”Çünkü bu ülkeyi kuranlar, sanayinin Anadolu’ya dengeli yayılmasına karar vermişlerdi. ’Her yer de iş, aş olsun’ dediler. Biz bunu yapacağız. Aynı ruh var bizde. Anadolu’yu ayağı kaldırmak bizim boynumuz borcudur. AKP bunu beceremez. Anadolu’yu sömürür ama Anadolu’yu ayağı kaldıramaz” diye konuştu.

Anneler günü dolayısıyla sadece şehit annelerinin dertli olmadığını belirten Kılıçdaroğlu, Karasu’daki baraj göletinde ölen 5 işçiyi anımsatarak, onların da kendi annelerinin gününü kutlayamadıklarını ifade etti.

Bu işçilerin saatlerce, ”Birisi gelip bizi kurtaracak” umuduyla beklediğini belirten Kılıçdaroğlu, şöyle devam etti: ”İşçi sağlığını, iş güvenliğini sen bir tarafa atarsan, onları alır gölete gönderirsen, önlem almazsan... Onlar hayatlarını kaybettiklerinde, kimse sahip çıkmadı. 34 lira elektrik borcu yüzünden, elektriklerini kestiler. Annesini de elektriksiz bıraktılar. Ben diyorum, bunlarda vicdan, insan sevgisi yok. Anneleri hatırlayan da kucaklayan da yanında olan da biziz. Çünkü bizim yüreğimizde anne sevgisi, insan sevgisi var. Çaycuma Köprüsü’nde dereye uçanları düşünün. Cesetleri bulunamayanlar var. Bilirkişi bu köprü için ’Çürük’ diyor ama trafiğe açıyorsun, kaza oluyor. İnsanlar ölüyor. Sorumlu yok, hesap soran yok. Bu nasıl bir ülkedir? Hesabın sorulmadığı Afşin Elbistan işçilerimiz, toprağın altında. Mezarları yok” diye konuştu.