Spor kamuoyunun gündeminde şu sıralar Galatasaraylı Barış Alper Yılmaz’ın Arabistan’a transferi var. Taraftarlar ayakta, yöneticiler ise satışa izin vermeyeceklerini açıklıyor.
Bu tepki, kulüp açısından anlaşılabilir bir refleks. Ancak işin başka bir boyutu var.
Bilindiği üzere Trabzonspor Uğurcan için de Türkiye içine satış istemiyor. Olursa sadece yurt dışı diyor.
Türkiye içine kaptanını vermeyen Trabzonspor’u bu tavrı sürekli eleştirildi. “Neden satılmıyor? Neden gönderilmiyor? Orada hapis hayatı yaşıyor vs. Vs. ” diye ahkâm kesen spor yazarları, iş Barış Alper’e gelince birden suskunlaştı.
Söz konusu Trabzonspor olduğunda transferi mecburiyet gibi gösterenler, Galatasaray’da ise “kulübün menfaatleri”nden dem vuruyor.
Peki futbolcu özgür değil miydi? Hani kendi kariyer yolunu seçme hakkı vardı?
Şimdi Barış Alper gitmek isterse ona engel koymak, özgürlüğünü kısıtlamak olmuyor mu? Yoksa işin rengi büyük kulüpler söz konusu olduğunda değişiyor mu?
Burada asıl mesele, Barış Alper’in dik duruş sergileyip sergilemediği değil.
Önemli olan spor kamuoyunun ve özellikle medyanın çifte standardıdır. Aynı durum Trabzonspor’un bir oyuncusu için gündeme gelseydi, bugün bu yorumcuların dilleri zehir saçıyor olurdu.
İşte bu yüzden bu tavır düpedüz iki yüzlülük. Nereden baktığına bağlı olarak değişen yorumlar, Türk futbolundaki en büyük problemlerden birini de gözler önüne seriyor: tarafgirlik ve samimiyetsizlik.





