Her şeyden önce kabul edelim; sahadaki oyun, keyif anlamında herkesi tatmin etmedi. İlk 25 dakikalık bölüm, ardından ilk yarının son çeyreği ve ikinci yarının ilk 20 dakikası, oyunun iki farklı yüzünü gösterdi. Bordo-mavililer zaman zaman Rize’nin yoğun baskısı altında kaldı, zaman zaman da oyunu kontrol etti.
Ancak nihayetinde dengeyi bozan hamleler geldi ve maçın hikâyesi Trabzonspor lehine yazıldı. Bu sezon Trabzonspor’un öne çıkan en önemli özelliği, skoru koruyabilme refleksi. Antalyaspor, Kocaelispor, Kasımpaşa örneklerinde olduğu gibi… Gol bulunduğunda, oyun temposunu dengeleyip sonuca gitmek tercih edildi ve sonuçta haneye yazılan puanlar geldi.
Bu da büyük takım refleksiyle açıklanabilir. Çünkü “her zaman en iyi oyunu” oynamak mümkün değildir; önemli olan o anın gereğini yapmak ve 90 dakikayı lehine çevirebilmektir. İlk 25 dakikayı tekrar izlendiğinde Rizespor’un baskılarında temel eksiklikler göze çarptı. Trabzonspor ise topa sahip olma konusunda rahat. Önde sürekli çoğalan, kalabalık bir baskıyla yükleniyor Rizespor.
Bu baskının bazı anlarda başarılı olduğunu da görmek lazım. Ama mesele burada bitmiyor: Trabzonspor, her maçta farklı bir senaryo yaşıyor. Bu baskıların Trabzonspor’a genel anlamda oldukça olumlu katkılar sağladığını söylemek gerekiyor.
Bordo-mavililerin oyununda hâlâ eksikler var, evet. Ama her maçtan çıkarılan olumlu dersler de bir o kadar değerli. Bu yolculuk, sadece sahadaki üç puanla değil, aynı zamanda geleceğin oyun kültürünü inşa etmekle ilgili. Ve asıl kritik nokta şu: Trabzonspor, oyunu beğenilmese bile kazanmayı biliyor. İşte tam da bu, büyük takım refleksinin ta kendisi.





