Adli Tıp Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi’nin otopsi raporuna göre Metin Lokumcu kalp ve akciğer rahatsızlığı yüzünden ölmüştü. TTB raporu ise biber gazını işaret ediyor. Otopsi raporuna itiraz ettikten sonra sizinki nasıl bir bekleyiş oldu?
Olayın ilk gününden beri biber gazından o kadar emindik ki… İçimizde küçük bir acaba vardı, o da gitti.

Bilinmeyen bir akciğer, kalp sorunu mu vardı diye kuşkulandınız mı?
Ben akciğer rahatsızlığı olmadığından emindim. Kalp de şöyle… Babam sinirlendiğinde kızarabilen biriydi. İnsan o an sinirle mi oldu acaba diye düşünüyor ama hastaneye kendi gitmiş. Orada, sinirlendiği anda olsa tetiklenmiş derdik. “Ben nefes alamıyorum” diyor, o sırada gaz bombaları atılıyor, arkadaşları ambulansa bindiriyor. Ama ayakta. Asıl hastanede oluyor olay. Babam benden daha dinç, rampalara benden hızlı çıkan biriydi. Zaten hep doğada.

Bu rapor hukuki mücadelenizde neyi değiştirecek?
Şimdi İstanbul Adli Tıp’tan bir rapor daha bekliyoruz. Ama en çok istediğim Trabzon Adli Tıp’takilerin yargılanması. Bugün bize oldu yarın başkasının başına gelebilir. Bizim şansımız, işi bilen çok avukatımız vardı. Zaten otopsinin geç başlamasından şüphelenmiştik biz. Ölüm saati de yanlış raporda.

Bu rapordan sonra sizi arayan oldu mu? Şaşırdığınız bir tepki geldi mi?
Yok. Hopa’da, Türkiye’nin her tarafında hiç kimse inanmamıştı ki o rapora. Hükümet yanlısı arkadaşları da vardı babamın; onlar da inanmadı.

Sonra çıkan köşe yazılarını takip ettiniz mi? En çok ne kırdı sizi?
Hiç kimse Tayyip Erdoğan’ın söyledikleri kadar üzmedi. Gazetecilerden de isimleri tam hatırlamıyorum, yaşlıca biri vardı, gerçekten kaale alamadım. Aşırı gülünçtü söyledikleri. Babamın çevresi terör örgütüymüş. Babam Ergenekon’cuymuş da bizim mi haberimiz yokmuş? Bir de Ruşen Çakır’ın olay hakkında az şey bilmesine, Başbakan karşısında konuşamamasına üzüldüm. En sinirlendiğim şey de, görüntüler ortada, nasıl herkesi yatıştırmaya çalışıyor. Kusura bakmayın kediyi de köşeye sıkıştırsanız üzerinize atlar.

Babanızı nasıl hatırlıyorsunuz?
Babam öğretmendi ya, sekiz sene aynı okula gittik biz. Benim çantamı taşırdı ufakken. Bir gün “Elimi tut, düşersin” dedi, “Ne tutacağım” diye bağırdım; biraz ağırlığım olsun istiyordum. Elini bıraktım, beş adım sonra düştüm. Onu unutamıyorum. Ben İzmir’de okuduğum için beş aydır görüşmüyorduk. En son üzerinde kahverengi kaşe ceketi, otobüse binerken sarılışımızı hatırlıyorum. Sonra naaşını kimseye göstermedim, herkes en son haliyle hatırlasın istedim.

Pınar Öğünç / Radikal