Abi, kardeş, oğul, eş ya da baba... Bu kişiler gencecik kızları ya da anneleri öldürüyor ve bunun adına 'namus cinayeti' deniyor.

Gazeteci Ayşe Önal, ‘bir insan annesini ya da kız kardeşini neden ve nasıl öldürür? sorusuna yanıt aramak için, ‘namus cinayeti’ işleyen 9 kişiyle cezaevinde konuştu.

Önal, cinayetleri, öyküleri ve yüzleşmeyi barındıran kitabını, NTV Gece Bülteni’nde Ahmed Arpat’a anlattı.

"2004’te Mardin’in Yalın beldesinde bir kadın ve bir adam mahalleli tarafından linç edildi. Adam o anda, kadın da daha sonra yaşamını yitirdi. Adam evli ve kadınla sevgili. Mahalle bu durumu beğenmemiş ve linç etme kararı alınmış... Bu hikaye beni kitabı yazmaya itti" diyen Önal’ın, kitaptan aktardığı ilginç notlar şöyle:

'Namus kavramı kişiye mi yoksa çevreye göre mi belirleniyor?', 'Bir adam nasıl olur da kız kardeşini öldürür?' sorularına yanıt aramak için 9 kişiyle görüştüm. Ve anladım ki, cinayetlerin en büyük parçasını, öldürenden çok ölüme karar verenler oluşturuyor; kişi tek başına değil.

Kitap turu kapsamında gittiğimiz Norveç’te, "katillerle konuşmaktan korkmadınız mı?’ diye bir soru soruldu. Benim için katil değiller ki. Birinin katil olması için kişisel bir hırsla hareket etmesi lazım. Burada toplumun üzerinde kurduğu büyük itibar baskısı var. Öldürmediği zaman başı dik gezemeyecek bir adamdan bahsediyoruz. Öldürmez ise aşağılanıyor ve tek yolu, bunun olmaması için öldürmek.

Çok pişman adamlar var içeride. İlk yıl, diğer hükümlülerin gözünde de kahraman olarak içeriye giriyor. Aile de iki felaket yaşıyor. Oğul cezaevinde kız mezarda. Bunun bir de ekonomik yönü var. Zaman geçtikçe kişi cezaevinde yalnızlaşmaya başlıyor. Öldürdüğü kişiyi özleyen, o kişinin fotoğrafını cebinde taşıyan ve ona bakarak ağlayan erkekler gördüm. Zamanla korkunç bir boşluk doğuyor.

"SORUN İTİBAR VE İTİBARSIZLIK"
(Annesini öldüren Murat’ın hikayesinden) Murat, kafa yapısı değişmediği sürece cezaların hiçbir işe yaramayacağı görüşünde ki ben de aynı şekilde düşünüyorum. Şu an gündemde şiddet yasasıyla falan ilgilenmiyorum. Bir sorun hep tekrarlanıyorsa ve biz hep aynı şeyleri söylüyorsak bir yerde hata yapıyoruz demektir. Dünyada bu konuda en ağır cezalar Türkiye’de. Ama sorun bu değil, önemli olan toplumun bu istekten vazgeçmesini sağlamak.

İstediğiniz kadar cezaları ağırşlaştırın, o kişi o bedeli öder. Çünkü sokakta itibarsız yaşamaktansa, cezaevinde itibarlı yaşamayı tercih edecektir. Konu cezaların ağırlaştırılması değil, itibar ve itigarsızlığın ne olduğunun gösterilmesi.

"DİN ADAMLARI DA SORUMLU"
(Murat karakola gidip teslim olduğunda polislerin sırtını sıvazlayıp ‘gel bakalım kader mahkumu’ demeleri) Polisle suçlunun aynı değer yargısına inandığı toplumda bir sorun var demektir. Hemen hemen her mahkum dindar kişiler. Dedikodu yüzünden annesini öldürebiliyor. Tanırının ne dediği benim yetki alanımda değil ama bu cinayetleri işleyenler, tanrının bir emrini yerine getirdiklerini düşünüyorlar. Din adamları bu durum karşısında başlarını yukarıya çevirip ıslık çalmamalı. Bu onların da meselesi ve tanrının böyle söylemediğini ifade etmeleri gerekiyor. Bu ülkenin din adamları bu işten sorumludurlar.

"YOLCULUĞUN SONUNDA DEĞİŞTİM"
Yolculuk bittiğinde, bu yola çıkan kişiden farklı biri oldum. Anlamak için çıktım, değiştim ve dönüştüm. Yine kitap turu ve İtalya’daydık. "Biz çok hayran kaldık, Türk polisi hepsini yakalıyor" dedier. "Öyle değil, bu ritüelin bir parçası. Polise şerefinle teslim olmak zorundasındır" dedim ama anlamadılar. Ben bunu öğrendim mesela...

Cinayet işleyenlerin ömür boyu omuzları dik alınları açık sanırdırm ama gerçek böyle değil. Bizim kadar belki de bizden daha fazla acı çekiyorlar. Bu da kendi adıma müthiş bir değişimdi... Bu toplumun sorununu kendi sorunu yapanların kitabı okumasını isterim..."