“Görevi, yetkiyi kötüye kullanma” diye tanımlanır yolsuzluk.
Başka bir deyişle “hukuka ya da etik kurallara aykırı davranış” da denilebilir.
Kamu gücünü edinenlerin yandaşlarıyla birlikte çıkar sağlayarak,
paylaşarak gerçekleştirdikleri yolsuzluklar toplumda yaralar açıyor.
Türkiye, uluslararası istatistiki bilgilere göre “yolsuzluğun en fazla olduğu ülkeler arasındadır”.
Yolsuzluğun çok olduğu ülkeler kirlenmiş bir topluma dönüşür.
Haksız çıkar sağlayanların devleti yönetmesi sorunları birlikte getirir.
Ülkelerin eğitim, sosyal ve kültürel farklılıkları vardır.
Farklılıklar, farklı görüş, anlayış ve değerleri ortaya çıkarır.
Yolsuzluğu yapan temel aktör, seçilmiş ya da atanmış kamu görevlisi ve yolsuzluğu acı duyarak izleyen vatandaşlardır.
Ulusal düzeyde yolsuzluklar etik dışı, karmaşık sorunlar yaratmaktadır.
Devlet ve birey ilişkilerinde yolsuzluk, güvensizlik kaynağıdır.
Devlet katında olagelen yolsuzluk söylemleri “Türkiye’yi çelişkiler ülkesine” dönüştürmüştür.
Bal tutan parmağını yalar” özdeyişine halk acı duyarak tepki göstermektedir.
Dinin görevde kullanılması, hak, helal, haram” kavramları kitlelerde yanıtsız soru işaretlerine ve umutsuzluğa yol açmaktadır.
Ülkemizde yolsuzluğun giderek artması, kamu görevlisi ve üst görevlilerin gözle görülür büyük boyutta mal edinmeleri, lüks içinde yaşamaları görevi suistimaldir.
Bireyler bilinçlenerek devletin yolsuzlukla soyulduğunu “kamu yararı” gereği karşı durarak direnmelidir.
Bilinçlenme ve demokrasi kültürü eğitimle edinilecek olgudur.
Halk soluk alır verir gibi ülkedeki şehitleri, karmaşayı, yolsuzlukları izliyor ve çıkış yolu arıyor.!
İnançları kullanarak güçlenenlerin iktidarının sığlığı nedeniyle toplumda işlerin iyi gitmemesi algısının yarattığı iç volkanla her yana korku salındığı artık görülmüyor, hissediliyor.
Demokratik kanallar bir bir ele geçiriliyor ve susturuluyor.
Sokaktaki insan yoklukla boğuşuyor.
Aydınlar ki artık yok sayılacak kadar az, ya suskun ya da iktidar yanlısı.
Sen / ben kavgası kıvılcımı yakıcı olacak gibi..!
Halkın güveni artık zedelendiğinden yeni arayışlara ve kurtarıcılara  yönelinmektedir.
Yergili ve alaylı bir dille halk küçümseniyor.
Düşte saklı gelecek günler korkusu, baskıyı, alayı körüklüyor.
Yolsuzluklara kılıf arayışları, yasalarla, taslak anayasayla yargı ötelenerek halka benimsetilmek isteniyor.
Ülke karmaşa içinde.
Bir yığın sorun.
Ülkeyi Batı’nın akla dayalı ve bilim içerikli bütünselliğiyle geliştirmek yerine, Doğu’nun dini mistisizminin içinde yer almanın uğraşı veriliyor.
Ülke insanı, etnik köken ayrışımı, terör, töre, yokluk, yoksulluk ve işsizlikle boğuşuyorken, yaratılan arızalı demokrasinin yaraları giderek azıyor.
Cumhuriyet ve demokrasiyi tersine çevirme, kumdan bir Ortaçağ Anadolusu yaratma düşü geçersizdir.
Ben istersem her şey olur”
yerine biz istersek her şey olur demek gerekmiyor mu..?
***
Balyoz Davasısonuçlanınca, Eski Genelkurmay Başkanı buyurmuş:
Adil yargılama olmadı diyemem.
Karara şaşırmadım ama çok üzüldüm.
Mahkeme müebbet vermek istemedi.
Beraat de veremeyeceğine göre ortasını buldu.”
“Ortasını bulmak.”
Türk adaletini böyle açıkladı Sayın General.!
Fikret Bila’nın ‘Hangi PKK’ isimli kitabında, Sayın Eski Genelkurmay Başkanı’nın darbeleri öven
beyanatlarına rastlıyoruz:
“12 Eylül 1980 bayrak harekâtı, Türk Silâhlı Kuvvetleri´nin, 1960 yılında olduğu gibi, anayasal düzenin tesisi ve iç barışın tahakkuku için yaptığı bir askerî müdahaledir.
12 Mart 1971 muhtırası ile 12 Eylül´de gerçekleşen askerî harekâtın haklılığı bütün vatandaşlarımızca tescil edilmiştir.
28 Şubat ise, rejimi yıkmayı hedef alan bir tehdide karşı, anayasa ve demokrasiyi korumak için, demokratik usullerle yasalara uygun olarak yürütülen bir mücadeledir.”(Ağustos 2004).
Böyle buyurmuştu Sayın General..!!
Tebrik ediyorum sizi o dönemin tek suçsuz Generali..!!!