Ah gurbet, zalim gurbet,
Ağlatırsın adamı,
Gözümde yaş kalmadı,
Bıraksana yakamı.
Rahmetli sanatçımız Volkan Konak,
gömleğinin yakasını açarak elleriyle bağrına vura vura duygu dolu, hasret kokan bu şarkıyı söylediği an…
Gözyaşlarımızı içimize atar, için için ağlardık kimseler görmesin diye.
Gözlerimizi kapatır, alıp bizi getirirdi birden özlediğimiz insanların yaşadığı diyarlara.
“Gemiler geçer rüyalarımda,
Allı pullu gemiler damların üzerinden,
Ben zavallı,
Ben yıllardır denize hasret,
Bakar bakar ağlarım,” der ya şair…
İşte böyle bir şeydir gurbet.
Ahşabı için için kemiren tahta kurusu gibidir gurbet…
Hepimizin ailesinde veyahut çevresinde gurbetçilik yapan, yani gurbet ellerde ekmek parası için, çoluk çocuğunun rızkı için yıllarca gece gündüz demeden; kadını, kızı, erkeği ile çalışıp saçını süpürge eden, gurbetin kahrını çeken insanlar vardır elbette.
Allah’ım kimseyi gurbet ellerde çaresiz, kimsesiz bırakmasın.
Gurbetçilik eskiden çok zordu, şimdilerde ise o kadar değil.
Altmışlı yılların başında Almanya (gurbetçilerin tabiriyle Alamanya) ülkemizden işçi alımına başladığı zamanlar yazılmamış binlerce hüzünlü hikâye işte o zamanlar başlar.
Türkiye’den Almanya’ya giden ilk işçi grubu 1961 yılında, 450 kişilik bir kafile olarak Düsseldorf’a ulaşmıştır.
Yolculuk İstanbul Sirkeci Garı’ndan trenle başlamış, işçiler Almanya’daki istihdam edilecekleri şehirlere dağıtılmıştır.
Çok ağıtlar yakılmış, şarkılar şiirler yazılmıştır gurbet için.
Altmışlı yıllarda Almanya’ya çalışmaya giden işçilerimiz ilk izinlerini geçirmek için ülkelerine döndüklerinde, bizler için çok farklı kültürlerin görsellerini köylerimizde, şehirlerimizde görmeye ve Avrupa’yı tanımaya onlar sayesinde başlamıştık.
İlk gelen işçileri tüylü şapkalı, ellerinde teyipleri ve radyolarıyla çarşıda pazarda dolaşırken görünce, şaşkın gözlerle onları anlamaya çalışıyorduk.
Korka korka çalışmak için gittikleri Almanya’dan izinlerini geçirmek için vatanlarına kısa bir süreliğine geri dönmeleri, o yıllarda çok anlam veremediğimiz görüntülere sebep oluyordu.
Almanya’ya ilk giden kafilelerden birisinin içerisinde olan Feti Kandaz amcam Trabzon’a ilk geldiği zaman bir sürü hediyelik eşya, çikolata ve bir de ilk defa gördüğüm Çikita markalı muz getirmişti.
Bizim meşhur küçük Anamur muzlarına hiç benzemiyordu.
İlk defa böylesine devasa bir muz görüyordum.
Çok enteresandır, o Çikita muzu yemeye kıyamadım.
Bir hafta boyunca yastığımın altında sakladım, bozulmak çürümek nedir bilmiyordu.
Onuncu günün sonunda dayanamayarak Çikita muzu yediğimde, çok farklı lezzetlerin olduğunu o zaman ilk defa anlamıştım.
Aradan uzun yıllar geçtikten sonra yavaş yavaş emekli olmaya başlayan gurbetçilerimiz ülkelerine dönmeye başladıklarında, artık Türkiye’miz de yavaş yavaş kabuk değiştiriyordu.
Köylerinden bir tahta bavulla çıkan Anadolu’nun saf ve temiz çocukları kısa zamanda Avrupa’nın dört bir yanına yayılmışlardı.
Misafir olarak gittikleri ülkelerde ev sahibi konumuna gelmişlerdi.
Çok çalışmışlar, çok çile çekmişler, çok mücadele etmişlerdi.
İstisnalar hariç, büyük çoğunluğu hak ettiği paraları kazanarak Avrupa’nın dört bir yanında mal mülk sahibi olmuşlarsa da içlerindeki vatan özlemi, hasreti hiç bitmedi.
“Gurbet o kadar acı ki ne varsa içimde,
Hepsi bana yabancı, hepsi başka biçimde.”
Gurbet ellere ilk giden işçilerimizden yaşayanlara Allah’tan sağlıklı, sıhhatli, uzun ömürler; vatan hasretiyle yanıp tutuşurken gurbet ellerinde vefat eden işçilerimize de Allah’tan rahmet diliyorum.
Kalın sağlıcakla…