Efendim… 

Şahit olduğunuz üzere, şu sıralar mevsim geçiş dönemlerindeyiz. 

Haliyle… 

Havalar ısındı, dereceler yükselmekte. 

Peki… 

Ya insanların birbirine olan tahammülü! 

Yok! 

O hep sıfırın altında… 

Hani yolda, çarşıda, pazarda, dolmuşta, kahvede biri öbürüne yan baksa var ya, görün siz curcunayı. 

Kavga gürültü için fırsat kolluyor herkes. 

Gerçi, böylesine durumları, haberlerde gün aşırı izlemiyor, okumuyor değiliz ya… 

Neyse. 

Toplumumuz nasıl bu hale geldi, nereye doğru yol alıyor, meçhul. 

Asılında içinde bulunduğumuz bu durum, göz ardı edilebilecek bir şey değil. 

Özellikle sosyologların bir durum değerlendirmesi yapıp, izlenecek yol haritasını kamuoyuyla paylaşması lazım. 

Lakin. 

İşin ehli olan bu insanların nerede, ne iş yaptıklarını bilen, eden yok.  

Nitekim… 

Meydan da boş kalınca… 

Gerginliği kendine dert edinen herkes psikiyatriste koşuyor. 

Öyle ki; 

İlaç kullanımında rekor düzeylere ulaşan veriler ortada. 

Türkiye’de son 10 yılda antidepresan kullanımındaki artış yüzde 160’lara dayanmış. 

Bu da demek oluyor ki, benim canım memleketimde her 10 kişiden birinin sinir sistemi alarm halinde. 

Hal böyle olunca… 

Bırakın aynı dili konuşan insanları, aynı kandan/candan olan hiç kimse birbiriyle anlaşamıyor. 

Görüyorsunuz. 

Mutluluklar, hüzünler… 

Paylaşıldıkça çoğalan/azalan, bu duyguların yaşanmasında dahi bencil olmuşuz.  

Demem o ki. 

Kanser, veba hikâye… 

Toplumca bizim en büyük problemimiz iletişimsizlik olmuş. 

Bazen aklıma düşüyor da… 

Acaba diyorum. 

Tıpkı bize anlatılan o eski günlerde olduğu gibi… 

Hani bir gün gelir de… 

Bir araya geldiğimizde… 

Birbirimizin yüzüne yine samimiyetle bakar mıyız? 

Kim bilir. 

Belki de hiç zor olmasa gerek.