Tıp bayramının tarihçesine alıntı yaparak bakacak olursak Sultan II. Mahmut’un yenilikçi hareketleri sonucu, hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi’nin de önerisiyle batılı anlamda ilk tıp mektebi olan, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağı’nda kurulmuş ve bu şekilde, tıp tarihimizde 14 Mart yerini almış oldu. Aynı bina içinde Tıphane ve Cerrahhane eğitimleri ayrı ayrı yapılıyormuş. Tıp eğitimi o yıllar batıda olduğu gibi dört yılmış, son sınıfta hocalar tarafından usta ve yetenekli olanlar tesbit edilerek sınava alınıyor ve başarılı olanlar askeri hastanelere veya ordunun tabur alaylarına muavin tabip unvanı ile tayin ediliyorlarmış. Orada bir hekimin gözetiminde birkaç sene çalışıp deneyim kazandıktan sonra da serbest hekim oluyorlarmış. Tıphane-i Amire 1827’den 1836’ya kadar Şehzadebaşı’ndaki Tulumbacıbaşı Konağında gündüz eğitimi yapımış, 1836 yılında Sarayburnu’ndaki Askeri Kışla’ya (Otlukçu Kışlası’na) taşınmıştır. Ayrı binada eğitim gören Cerrahhane de burada tıp eğitimi ile birleşip, eğitim yatılı hale getirilmiş, bu binanın yetersiz hale gelmesi ile Galatasaray’daki Enderun ağaları okulu tekrar elden geçirilip düzenlenmiş ve Tıbbiye 1839’da Galatasaray’a taşınmış. Bu okula Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane adı verilmiştir. Bu okulun 17 Şubat 1839’da açılışı Sultan II. Mahmut tarafından yapılmış ve eğitiminde yeni düzenlemeler getirilmiş, eğitim dili Fransızca olmuş ve öğrenci alınmaya başlanmıştır. Eğitim dilinin Fransızca olması zamanla hekim sayısında azalmaya yol açmış. Nitekim 1867 yılında Türkçe tıp eğitimi yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye (Sivil Tıp Mektebi) açılmış. 1870 yılında da askeri tıp okulunda dersler Türkçeleşmiş. 1878 yılında şimdiki Sirkeci Tren İstasyonu yanındaki Demirkapı Askeri Kışlası’na taşınmış. 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Haydarpaşa’daki Tıbbiye Binası inşa edilmeye başlanmış. Bu görkemli binaya 6 Kasım 1903’te taşınılmış. Önce Askeri Tıbbiye sonra, Sivil Tıbbiye taşınmış ve 1909 yılında iki mektep birleştirerek Darülfünun Tıp Fakültesi olmuş.
İlk tıp bayramı 14 Mart 1919’da, işgal altındaki İstanbul’da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmış. Tepkilerini bu şekilde dile getirmeye çalışan öğrencilerin bu törenine Dr.Fevzi Paşa, Dr.Besim Ömer Paşa, Dr.Akil Muhtar (Özden) gibi dönemin ünlü hocaları da katılmış. 1933’de “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi’ne dâhil olmuş. Peşinden de 1945’te Ankara Tıp Fakültesi, 1954’te Ege Tıp Fakültesi kurulmuş. Derken 1976'dan beri sadece 14 Mart günü değil, 14 Mart'ı içine alan hafta boyunca kutlama yapılmakta ve bu hafta Tıp Haftası olarak kabul edilmektedir.
Günümüze gelince yukarıdaki tarihi süreç çok da ruhunu korumuş gibi değil. Çünkü sağlık milli bir durum olmaktan çok siyasi bir yapı olarak değerlendirilmektedir.
Rakamlara kısa bir göz atacak olursak Avrupa ülkelerinde 100.000 kişiye 360 doktor düşerken ülkemizde bu rakam 100.000 kişi için 160 doktora düşmekte, 100.000 kişiye 700 hemşire düşerken, bu rakam ülkemizde 100.000 kişiye 190 hemşireye denk gelmektedir. Rakamların bu düzeyde olmasının birçok sebebi vardır ve konu ayrı bir tartışma konusudur. Ancak vurgulanması gereken rakamlar her ne kadar Avrupa ülkelerine göre düşük olsa da sağlık hizmetlerinin kalitesi hiçte gelişmiş ülkelerdekinden geri kalmamıştır. Aksine birçok ülkeden daha ileri düzeydedir. Bu düzey cefakâr ve vefakâr sağlık personelinin özverili çalışmasıyla mümkün olabilmektedir. Peki sağlık çalışanları sundukları hizmetin karşılığını alabilmekte midir diye bir soru sorulursa cevabı elbette olumlu olmaz. Nedenini anlamak için sadece birkaç kritere bakmak yeterlidir. Tüm sağlık çalışanlarının sundukları hizmet açısından bakıldığında Avrupalı meslektaşlarına göre çalışma şartları çok daha zordur, özlük hakları kayıptır, aldıkları maaş ve emekliliklerinde alacakları maaş daha da komiktir. Ayrıca son zamanlarda siyasi provokasyonlarla sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarının sayısındaki artıştan bahsetmeden geçmek mümkün değildir.
Bu şaşırtıcı tablo önümüzdeki günlerde daha karmaşık bir hal alacaktır. Çünkü sağlık hizmetlerinin sunumunda henüz büyük orandaki vatandaşımızın bilmediği yeni bir yapılanma söz konusudur. İl Sağlık Müdürlüğü 3 değişik müdürlüğe bölünecek. Bu yapılanmalar ayrı ayrı birer müdürlük olarak İl Sağlık Müdürlüğü, İl Halk Sağlığı Müdürlüğü ve hastanelerin bağlanacağı Kamu Hastane Birlikleri şeklinde olacaktır. Bu durum ileride olacak başka oluşumların temeli sayılabilir. Bu oluşumlar ne mi, tabii ki özelleştirme… Bu durum hem sağlık çalışanlarını ve hem de hizmet alan vatandaşımızı olumsuz etkileyecektir.
Sağlık çalışanı açısından durumun çok minik bir kısmını paylaştığımızda durumun böyle olduğu bir ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanan vatandaş açısından bakılacak olursa “her istediğim hastaneden ve eczaneden hizmet alıyorum” açısından yaklaşılırsa yanılgı kaçınılmaz olur. Bu zaten sosyal devlet olmanın gereğidir. Sadece vatandaşın sağlık hizmeti alırken cebinden çıkan paraya bakılacak olursa artık her gün değişik isimler altında arttığı ve emekli bir vatandaşımızın emekli maaşında kesilen tutarın her seferinde daha fazla olduğu aşikardır. İlk başta gittiği hastaneye göre
ödediği katkı payı, daha sonda ilaç katkı payı ve en son olarak 8 Mart tarihinden itibaren Cumhuriyet tarihinde ilk kez sosyal güvencesi olan vatandaşımızın aldığı her ilaç için kutu başı ödeme şeklinde para ödemek zorunda kalması kabul edilebilir değildir.
Açıklamalarla anlatmaya çalıştığımız ve içinde bulunduğumuz bu zor şartlarda bile görevlerini büyük özveri ile başarılı bir şekilde yapan hekim ve tüm sağlık çalışanlarının ve halkımızın 14 Mart Tıp Bayramını kutluyor, yarınların hepimiz için daha iyi olmasını diliyorum.