Öncelikle şiddetin tanımına bakacak olursak: Uygulayıcısı tarafından bilinçli olarak karşıdaki kişiye ya da kişilere, kurum ya da kuruluşlara hatta diğer canlı varlıklara ( bitki örtüsü, hayvanlar, yaşam kaynakları vb.) çeşitli amaçlar adına çıkar elde etmek, onlara karşı üstünlük ya da hâkimiyet kurmak, istenilen hal ve hareketlerin elde edilmesini sağlamak, imtiyaz ya da ayrıcalık sağlamak, saygınlık ya da sevgi kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamak amacı ile fiziksel, sözlü, psikolojik ya da işaretler yardımı ile uygulanan kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların hatta diğer canlı varlıkların ( bitki örtüsü, hayvanlar, yaşam kaynakları vb.) yaşam, özgürlük, irade, istek, hak ve sağlıklarına zarar verici, bu hakları ortadan kaldıran ya da geçici süre ile bunların ortadan kaldırılmasını sağlayan hal ve hareketlerin tümüne şiddet denir.

Çok geniş olan şiddet kavramını biraz özele indirerek, biraz da pozitif ayrımcılık yaparak “kadına karşı şiddet” adı altında ele alalım. Gelişmiş, gelişmekte olan ve geri kalmış olarak sınıflandırılan tüm ülkelerin ortak sorunudur kadına karşı şiddet. Her ne tedbir alınırsa alınsın bir türlü önüne geçilemeyen hatta üzücü olarak giderek artan bir grafik izlediği de yapılan istatiksel çalışmalarda karşımıza çıkmaktadır.

Ancak çarpıcı olan, her şeye rağmen kadına yönelik şiddetin önlenebilir bir durum olmasıdır. Her yıl dünyadaki kadınların yaklaşık %35’i ya fiziksel ve/veya cinsel yakın ilişki şiddeti ya da eş dışı cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Yani üç kadından biri şiddet kurbanıdır. Ne kadına karşı şiddet ne de şiddetin kadının bedensel, ruhsal ve üreme sağlığına etkileri yeni değildir. Yeni olan, günümüzde kadına karşı şiddet hareketlerinin izole olaylar olmayıp, daha çok kadınlar ve kızların haklarını çiğneyen, topluma katılmalarını kısıtlayan ve sağlık ve iyiliklerine zarar veren bir davranış kalıbı oluşturduğunun daha fazla fark edilmesidir. Bu gerçekle kadına karşı şiddetin, dünya kadınlarının yaklaşık 1/3’ünü etkilemesi global bir halk sağlığı problemi olduğunu net olarak ortaya koymaktadır. Bir başka deyişle kadına karşı şiddet, kadınların insan haklarının temelden çiğnenmesi olmasının yanı sıra ciddi bir toplum sağlığı sorunudur.

Kadınlara yönelik şiddeti fazla detaya girmeden 4 grupta toplamak mümkündür. Bunlar:

* Fiziksel şiddet

* Cinsel şiddet

* Duygusal şiddet

* Ekonomik istismardır

Türkiye'de yaşanan kadına yönelik şiddet olaylarında her 100 kadından 16'sı cinsel şiddete maruz kalmıştır. Gelişmiş ülkelerden farklı olarak en çarpıcı sonuç ise fiziksel ve cinsel şiddet yaşamış kadınların yüzde 88'i, korku, ayıplanma, olayın duyulması endişesi, namus, dedikodu gibi gerekçeler nedeniyle, ne yakın çevresine ne sivil toplum örgütlerine ne de devlet kuruluşlarından birine başvuramamıştır.

Kadına yönelik şiddet neden bir halk sağlığı sorunudur; Dünya Sağlık Örgütünün raporundan alıntıyla birkaç maddede özetleyeyim:

1. Şiddete maruz kalmış kadınlarda alkol kullanım oranı 2.3 kat artmakta, depresyon ya da anksiyete yaşama ihtimalinin 2.6 kat daha fazla olduğunu görülmektedir,

2. Şiddete maruz kalmış kadınlarda düşük tartılı bebek doğurma ihtimali %16 oranında daha fazla ve eş şiddeti yaşamayan kadınlara kıyasla düşük yapma ihtimali iki kattan fazla, depresyon geçirme ihtimali iki kata yakın ve bazı bölgelerde HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkları kapma ihtimali 1.5 kat daha fazladır,

3. Tüm dünyada kadın cinayetlerinin %38 kadar çoğu yakın eş tarafından işlenmektedir.

Bu konuda yazılacak çok şeyin olduğunu biliyorum. Ancak bir farkındalık oluşturmak için ana hatları ile konuya dikkat çekmeye çalıştım. Şu unutulmamalıdır ki kime karşı olursa olsun her türlü şiddet hiçbir şekilde kabul edilemez, hoş görülemez, affedilemez.

Şiddetin olmadığı ve yaşanası daha güzel bir dünya dileğiyle…