Haftalardır büyük bir kavganın ortasındayız.

Ortalık toz-duman!

Ve Trabzonspor paramparça!...

Başkanı burnundan kıl aldırmıyor, Başbakanın neferi, Aziz Yıldırım’ın en büyük güvencesi haline dönüşmüş, kimseyi dinlemiyor, ya da birilerini dinleyip, Bordo-Mavili kulübü cehenneme götürecek yola taş örmekle meşgul… Başkanın suçladığı Sadri Şener ve ekibi savunmada… Özkan Sümer’e yaptıklarının sonucu başlayan icra olayı ve kaotik gelişmeler…

Sonra Faruk Nafız Özak’a saldırı ve onunla birlikte hareket edenler ayakta… İmza kampanyaları, basın toplantıları, yönetimin indirilme planları ve… Mehmet Ali Yılmaz’dan, eski bakanına ve Nuri Albayrak’ına kadar bir anda İbrahim Hacıosmanoğlu etrafında kenetlenen bir grup… Enteresan ittifaklar, anlaşılmaz ilişkiler gibi dursa da, şunu çok iyi görüyoruz ki, Trabzonspor AKP siyasetine ve Of ile diğer bölgeler savaşına kurban edilmek üzere…

 ALBAYRAK BİLE KONUŞUYOR!

Geçtiğimiz günlerde Nuri Albayrak geldi, kendisine ait liman işletmelerinde birkaç gazeteciye açıklama yaptı. Sanırsın, Trabzonspor aşkıyla yanıp tutuşuyor. Oysa başkanlığı dışında Trabzonspor hiç umurunda olmamış…

Öncesinde de sonrasında da!

Onun derdinin Bordo-Mavi renkler üzerinden prim yapmak olduğuna baştan beri inanıyorduk ama ölümüne savunduğu Akyazı konusundaki tutumunu görünce de, inancımız daha da pekişti. Çünkü Akyazı’yı yapabilmek için çalmadık kapı bırakmayan ve projenin bir an önce başlamasını isteyip, “Benim buradan en küçük bir beklentim yoktur” diyerek yola çıkan Albayrak’ın, dolgusunu yapmak için nasıl da zarf verdiğini sonra 32 milyon dolara nasıl da bu alanı doldurduğunu, (Her ne kadar 6 metre az doldurduğu iddia edilse de), sonra stat yapım ihalesine yetersiz görülüp alınmadığı için ortalığı nasıl ayağa kaldırdığını dehşetle izlemiştik.

Ama Sayın Albayrak bununla da yetinmemişti. Ve ihale kendisine verilmedi diye nasıl da mahkeme kapılarına koştuğunu ve Akyazı’ya kazma vurulmasını uzun bir süre geciktirdiğini görünce hayretle küçük dilimizi yutacak noktaya gelmiş, tek derdinin cebini doldurmak olduğuna inanmaktan başka çaremiz kalmamıştı.  Nuri Bey, Sadri Şener’leri kastederek  diyor ki, ‘Ben olsam onların yerinde sokağa çıkmaya utanırdım.’ İyi de sizin bu kulübe yaptıklarınızdan sonra nasıl hala konuşabiliyor ve sokağa çıkabiliyorsunuz, bunu bize bir anlatırsanız mutlu oluruz!

 KONGREYİ NEDEN ERTELEDİNİZ

Kongreyi tüzüğe ve yasalara aykırı olarak neden 2 ay geciktirdiğinizi ve OPET ile yine tüzüğe aykırı olarak uzun vadeli kiralama sözleşmesi imzaladığınızı, alacağınız olan parayı, bu kuruluştan gelen parayla birlikte tahsil edip etmediğinizi, ‘Bir yıldız hediye edeceğim’ diyerek Marcelinho gibi içi geçmiş bir çuvalı getirip, 6 ay sonra satılmasına izin verdikten sonra gelen parayı hala alacak olarak niçin gösterdiğinizi bir anlatın da bilelim. Sakın ola ki, ‘İbra edilmediğim için o parayı bağışlamıyorum’ diye bir mazeretin arkasına sığınmayın. Çünkü orada 35 kişiyi bile bulmayan insan sizi ibra etmezken, sizler kış uykusunda olduğunuz için aklanmadınız. Suçlu sizsiniz yani, tüm Trabzonspor kongresi değil!

Musampha transferini bir anlatın da öğrenelim. Kulübü nasıl zarara uğrattığınızı anladın.

Trabzon Limanı için Trabzonspor uğraşırken devreye girip, siyasi gücünüzü de kullanarak aradan nasıl sıyrıldığınızı, ve kulübü dev bir gelirden neden mahrum bıraktığınızı anlatın hele…

Başkanlığı bıraktıktan sonra bu kulüp onlarca badire atlattı, ne zaman yanında yer aldınız? Sizin Trabzonsporluluğunuz sadece başkan olarak içinde bulunduğunuz süre kadardır bize göre… Kulübe zarar verdikleri için sokağa çıkacak yüzü olmaması gerekenler meselesine gelince bu anlamda birçok insan için bu doğrudur ama başrollerden biri de size verilmelidir.

 ACI ÇEKEREK İZLİYORUM

Sadece Nuri Albayrak mı? Süreç içinde öyle insanlar konuştu, öyle haberler, öyle yorumlar yapılıyor ki, acı çekerek izliyorum her birini… Daha düne kadar İbrahim Hacıosmoğlu’nun, bağış paralarını kendi hesabına borç kaydettiğini yazıp, Başkan’a neredeyse ‘Trabzonspor’u soyuyor’ yaftasını yapıştırmaya  çalışan ve onun hakkında tek bir olumlu satır yansıtmayan gazeteler bakıyorsun öyle saf değiştirmiş ki? Dün Faruk Nafız Özak, Özkan Sümer ve onlar gibilerin yanında saf tutup, Mehmet Ali Yılmaz’a yapmadığı hakaret kalmayan isimlerin sadece midesini doyurma ve rahat yaşama adına iğrenç bir şekilde A, B., C, M, N, U, Z, W, daha doğrusu Alfabemizin İ ve I harfleri dışında kalanların tümündeki şekiller gibi dönüşler yapmaları  insan olma adına ağırıma gidiyor.

Nasıl olur da, onlar da insan, biz de insan olarak nüfus kağıdı alıyoruz diye hayret ediyorum. İnsan sayılmanın mutlak bir kriteri olmalı, canlının şekline değil, mutlak suretle özüne bakılması gerektiğine inanıyorum. Veya her sezon başında kombine bilet parası, ya da yıl boyunca para kopardıklarının peşinde dalkavukluk yapan  ve ne acıdır ki kendilerine taraftar süsü verenlere ne demeli?

Şunu ifade edeyim ki, İbrahim Hacıosmanoğlu bugüne kadarki tutum ve davranışlarıyla  benim kriterlerime göre, asla ve asla Trabzonspor başkanı olmaması gerektiğini düşünüyorum da, onun karşısında blok halinde saldırıya geçenlere ne diyeceğiz? Sadri Şener başkanlığı döneminde yapılan onca hata bir anda silindi mi yani?

Mesela Umut Bulut gitmek için kapıları kırmaya kalktığında ve Toulouse de bu oyuncuya talipken, menajerine verilen 450 bin Euro’nun hesabını kim verecek? Ya da buna benzer olayları sorgulamaktan vaz mı geçeceğiz? Kulübün 6 yılda, 200 milyon lira borçlanıp, tüm hisselerini satması ve her şeyinin bankalara ipotek edilmesini sorgulamaktan vaz mı geçeceksiniz? Kulübün tarihinde önemli yeri olan, Faruk Nafız Özak’ların hizmetleri tartışılamaz ama kendine yakın olanlara yaklaşımıyla, uzak duranlara yaklaşımını değerlendirdiğimizde ne diyeceğiz? İstedikleri yapılmadığında nasıl da alttan alta oyma harekatları yaptığını unutacak mıyız?

 MİRAS YİYORUZ DA NEREYE KADAR?

Veya yine Trabzonspor’un belki de en çok hizmet edenlerinin başında yer alan Özkan Sümer’in, içerine olduğu zamanki tutumu ile, dışarı çıkarıldığındaki tavrını sorgulamayacak mıyız? ‘Neden bu çifte standardınız?’ demeyecek miyiz?  ‘Düşmanımın düşman dostumdur’ mantığıyla mı Trabzonspor’u kucaklayacağız ya da ölüme terk edeceğiz! ‘Benimsen aşkımsın, değilsen nefretimsin’ arabesk mantığı mı hep egemen olacak! Objektif kriterlerimiz olmayacak mı? Onursal Başkan’ın, görevdeyse havasını attığını, dışındaysa yanına bile uğramadığını ve aslında taşıdığı sıfatları hak etmediğini konuşmayacak mıyız?

Yazık ki her konuda ikiyüzlü, her konuda çifte standartlarımızla birlikte çok sevdiğimizi söylediğimiz Trabzonspor’u el birliğiyle parçalarken, hiçliğe doğru sürüklüyoruz. Uçurumun dibindeyiz ve herkes kendi hesabını, o güzelim Bordo-Mavi renkler üzerinden görüyor.

Trabzonspor etrafında kenetlenmiş, ‘Onun büyümesi, gelişmesi, başarıya ulaşması ve hayata harika bir başlangıç yapması için ne yapabiliriz?’ diye sorup, gecesini gündüzüne kattıkları, yani öz balasının milyonlarla ifade edildiği dönemlerde Bordo-Mavi bayrak, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da da büyük gururla dalgalanıyordu. Çocuk büyüdü, gelişti, kazanmaya başladı. Ve yazık ki hiçbir sıfatı olmayanlarla, ondan yararlanmak isteyen üvey babaların eline kaldı.

Sonuçta geldiğim nokta şu; Trabzonspor milyonlarca babası olan öksüz bir çocuk haline dönüştü.

Bu milyonlar arasında Nuri Albayrak ile İbrahim Hacıosmanoğlu ile onları destekleyenlere hiçbir sıfatı uygun bulamıyorum.

Faruk Özak, Özkan Sümer ve Sadri Şener ile onların yanında yer alanlara bulduğum unvan ise; ‘Üvey baba.’

Siz sanıyor musunuz ki, Trabzon’dan,  İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e ve Avrupa’ya kadar Trabzonspor’u öz evladı gibi korumaya, onun için yaşamını feda etmeye, beynindekini, yüreğindekini ve cebindekini koşulsuz vermeye hazır milyonlar olmasaydı, bu kulüp şampiyonluklar yaşardı! Bu kente onurlu bir geçmiş bırakırdı. Bugün, ‘Bize her yer Trabzon’ sloganını gururla kim üretebilir ve haykırabilirdi.

Anlamıyorsunuz ve algılayamıyorsunuz belki ama o baba şevkatıyla büyüyen çocuğun mirasını yiyoruz hala… Farkında değilsiniz, o pırıl pırıl çocuk, sizin bizim yüzümüzden artık çok yaşlı, yalnız ve ölüm döşeğinde…

Ve hala daha miras peşindeyiz öyle mi?

O mirası yiyelim yiyelim de nereye kadar!

Ölene kadar!

O gün yakındır!...

Adnan Sungur / Kuzeyekspress