Her yönüyle değişen günümüz dünyasında eğitim sistemlerinin yerinde sayması tabi ki beklenemez, lakin dünyanın hiçbir yerinde bizde olduğu sıklıklarla reform atakları yapılmadığı da aşikar. 

Kaldı ki, Türkiye’de hemen her sene gündem olan bu değişikliklerden ne öğretmenler ne veliler ne de öğrencilerimiz memnun… 

SınıfPeki, bu mesele…

Yani bir ülkenin devamlılığı ve istikbalinin olmazsa olmazı kabulü gören eğitim öğretim çarkı başka ülkelerde nasıl dönüyor?

Girizgahtan da anlaşılacağı üzere bu soruyu biraz irdeledim.

Elde edilen başarının vurgulanması anlamında sizlerle paylaşabileceğim birçok örneğe ulaştım. 

Mesela Finlandiya…

5,5 milyon nüfusa sahip ülkede eğitimin seviyesini bakın nasıl yükseltmişler.

İşe öncelikle herkese eşit ve adil eğitim hakkı verme ile başlamışlar.

Bundan mütevellit ülkede özel okul, özel ders gibi kavramlar yok.

Öğrencilere; Eğitimin, hayatlarının bir parçası olduğu henüz çocukken, sevdirilerek aşılanıyor.

Öyle ki, hiçbir okulda günde dört saatten fazla ders yok.

Çocukların, okullarını kendi evleri gibi görmelerini sağlamak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Örneğin, sınıflara girerken ayakkabılarını çıkarttırıyor, yemek yedikleri tabakları kendilerine yıkatarak kişiliklerinde görev bilinci oluşmasında zemin oluşturuyorlar.

Otoritenin tek gayesi var, o da her öğrencinin kendi öz isteği dahilinde hedefine ulaşması.

İşte bu minvalde Finlandiya’da üniversite sınavı diye belirleyici bir aşama yok.

Bireyler, yeteneklerinin yön verdiği alanlarda en iyisi olmak adına sistemce eğitiliyor, öğretiliyor.

Matematik, fizik, kimya, biyoloji…

Bunlar pek tabi önemli fakat beni en çok etkileyen şey Finlandiya’da “ahlak eğitimi” adında bir ders olması.

Okul çıkışında çocuklara ev ödevi asla verilmiyor.

Zira ev ortamının herkes için adil ve eşit olamayacağını düşünüyor, eğitimin yalnızca okullarda profesyonel kişilerce verilebileceğine inanıyorlar.

Bu da onlar için fırsat eşitliği demek.

Şimdi 4.226,7 kilometreyi kat edip dönelim kendimize…

Son 20 yıldır eğitim sistemimizde sayısız kez değişiklik, bir o kadar üst düzey görevlendirmeler yapıldı.

Ücretsiz ders kitapları ve taşımalı eğitimin benzer nimetlerini saymazsak eğitimimize katkı sunup, çıtamızı yükseltecek tek bir hamle yok desek anca.

Hatta uygulamadan vazgeçilse bile öyle süreçte öyle gariplikler yaşandı ki, 2012 yılında 66 aylık çocukların zorunlu olarak ilkokula başlatılması saçmalığına dahi gidildi.

Demem o ki değerli okurlar.

Dilimizden düşürmediğimiz toplumsal çürümeler başta olmak üzere, bugün her alanda yaşadığımız sorunların temelinde aslında git gide çıtası düşen eğitim öğretimin rolü var.

Sistem, bizi var eden Türk aile yapısı, milli manevi ortak değerlerimiz göz ardı edilmeden, zamanın gereklilikleri ve yeniliklerine uygun olarak yeniden dizayn edilip çalıştırılabilirse ne ala…

Aksi halde Perşembenin gelişi zaten Çarşambadan belli...

Yarınlarımız SOS veriyor!

MUTSUZ TRABZON!

“Türkiye’nin en mutsuz 10 ili geçtiğimiz günlere TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) tarafından açıklandı.

Sokak

Nüfusu 818.023 olan Trabzon, yüzde 11,19 mutsuzluk oranıyla 3’üncü sıradaymış.”

Sosyal medyada viral olan bu cümleleri dost meclisinde arkadaşlarla paylaştım.

Moralleri bozuldu, ortam bir anda soğudu.

‘Ne oldunuz?’ diye sorunca, kendilerinden şöyle bir cevap aldım.

- Biz Trabzonluyuz, memleketlimiz mutsuzsa bizler de yanlarında olacağız!

Ben bu şehre aşığım.