Düne kadar ki, Sayın Kılıçdaroğlu da son grup toplantısında bahsetti; “Aydınlar görevini yapmıyor, sorumluluklarını yerine getirmiyorlar!”

Artık bitti.

Ya pestili çıkmış gerçek aydına sataşmaktan ya da dönüşüme uğramış bu insan tipinden umut kesildi.


Biraz öne çıkmış herkes, şarkıcı, türkücü, dizi oyuncusu,
politikacı halkın gözünde aydın zaten..!


Aydın, temsil ettiği düşünce, değer anlayışı ve buna bağlı olarak ortaya koyduğu ürünlerle toplumu etkileme ve yönlendirme işlevi olan -ya da öyle olduğuna inanılan- bilge, güvenilir kişidir.


Bu tanım yıllarını sanat üretmeye adamışlar için de geçerlidir.


Çünkü düşünce ve sanat alanları arasında sıkı bir bağ vardır.


Edebiyat, resim, müzik ve tiyatronun yaratma dinamikleri birbirine benzer.


Sanat, hayatla toplumla ilgili düşüncelerin hümanist temelde
netleşip yoğunlaşması olanağı verir.


Yayılabilir oluşuyla insanı bağımsız düşünceye yaklaştırır ve özgürleştirir...


Aydının sağlam bir dünya görüşüne, kültürel birikime, insanlık vicdanı ve sevgisine sahip olması ön koşuldur.


Aydın belli bir düzenin, partinin ya da dogmanın adamı olamaz.


İnsanların acıları ve uğradıkları baskıya ilgisiz kalamaz.


Yolunda dönmez ve satın alınamaz.


Türkiye’de de aydın, uzun yıllar resmi ya da ideolojik bakış, açılarından tanımlanmış, bir çok düşünce adamı, şair ve yazar bozguncu kabul edilerek yasaklanmış, hapislere tıkılmıştır.

Bir insanın, gerçek aydın olma niteliği sistemle ilişkisiyle, özellikle de iktidar karşıtlığıyla anlam kazanır.

Gel gelelim, toplumun sürekli bellek kaybına uğratıldığı, üniversitelerinin bilim üretemediği, Darwin’in sansürlendiği, cehaletin kurumsallaştığı, baskı ve kaos ve cemaat ilişkilerinin

hakim olduğu yerde, aydın olarak yaşamak kolay değildir.

Çünkü kendinden yana olmayanı dışlayan düzen,
aydını tehlikeli ve yararsız işlerle uğraşan biri olarak görür ve göstermeye uğraşır.


Bugün, aydın olmanın gereklerini yerine getiren insanlara, yarı deli, ucuz kahraman, dinozor sıfatları yakıştırılıyor.


Aklın tanıdığı öncelikten rahatsız olan postmodernizm, aydını totaliter söylemlerin bir aracı ve artık ihtiyaç duyulmayan garip bir figür olarak tanımlıyor, sorumluluk duygusunu gülünç buluyor.

Küresel sermayenin rekabet ve sömürgen egemenliği toplumları dahası bireyin tüm yaşama alanlarını işgal ederken aydına da kendi deli gömleğini giydirdi.

Aydın, sanatçı asıl işleviyle toplumda kendine yer bulamaz oldu.


Ancak var olan yapıyla bütünleşen, koşulsuz hizmetine girenler
-tenekeden- altın madalyasına değer görülüyor.


Bu yüzden eskiden aydın bilinen ya da öyle sanılan “aydınsızların “ önemli bir bölümü değişime ayak uydurdu ve “çakma” besleme aydın oldular.


Türkiye gibi demokratik çoğulcu sistemin rayına oturtulamadığı,
düşünsel temelli kültürel yapılanmanın fena halde erozyona uğradığı bir toplumda düzenle bire bir uzlaşmış bu laf ebelerinden kimsenin bir şey umduğu yok artık.


İnsanlar mistik umutlar, gizli kurtarıcılar, mesihler, kahramanlar beklemekten başka çare bulamıyorlar.


Ne kadar Hazin..!