İki kadim şehirdir, İstanbul ve Halep. Ortak yönleri olan, tarih akışında oldukça önemli yer tutan bu iki şehrin son günlerde yaşadığı ortak acılara şahit olduk. İstanbul’da vatan haini teröristlerin bombalı saldırı gerçekleştirip şehitler verdiğimiz gün; küfre karşı, zalime karşı direnen Halep de düştü. Bu vesileyle şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Bu bir tesadüf müydü? Değildi aslında.

Şimdi bazıları yine söylenecek bize ne Halep’ten. Ama öyle değil. Öyle olmamalı. Düşünün komşunuzda bir yangın var; ev yanıyor, çocuklar yanıyor ne yaparsınız?

Herhalde kapınızı kapatıp evinize dönmezsiniz. Hadi ev yandı da yaşayanlar açıkta kaldı; bu karda kışta. Rahat edebilir misiniz? Onlar açken siz tok durabilir misiniz? İşte tam da böylesi bir durum yaşıyoruz, ülke olarak. Sizce Türkiye’de yaşamamız ya da burada dünyaya gelmemiz bizim tercihimiz mi? Biz de Suriye’de doğmuş olabilir orada yaşıyor olabilirdik. Bizim de başımıza bombalar yağar, biz de kendi vatanımızda mülteci olabilirdik. O zaman şükretmemiz gerek. Bize sığınanlara kızmamız, hor görmemiz gerek. Belki de onca badireyi, tuzağı Suriyeli kardeşlerimizi misafir ettik diye atlattık. Bilemeyiz neyle ve nasıl imtihan olduğumuzu.

Gelin şöyle bir empati yapalım. Kış aylarındayız. Hani maddi durumu çok iyi olmayan, ısınma giderleri bütçesini sarsan insanlar bile kar yağdığı anda mutlu olur. Gece dahi olsa birçoğumuz çocuğumuzla, kardeşimizle, eşimizle dışarı çıkıp kar yağışı altında zaman geçiririz. Çocuklar süzülerek düşen kar tanelerini tutmaya çalışır. Üşürüz, eldivenlerimiz ayakkabılarımız ıslanır ama sorun değildir; en kötüsü içerde yanan bir kömür sobası vardır, ısınırız ve geçer.


Bir de Halep’te ya da bir çadır kentte yaşadığınızı düşünün. Yine gökten yağan kar taneleri var ama bu sefer sadece kar yağmıyor, fosfor bombaları da yağıyor. Ne yapardık? Her taraf yıkılmış, evimiz yok olmuş, belki de ailemizden birileri hayatını kaybetmiş ya da sakat kalmış, hani bayatlayınca atılan ekmeğe bile muhtacız. Düşünün! Bakmakla yükümlü olduğunuz ailenize bakamıyorsunuz ve elinizden hiçbir şey gelmiyor. Ne yapardık, ne yapabilirdik.

Ölmek mi kolay yaşamak mı? Tabi ben eşi ya da babası ölüp ortada kalan ve belki namusu için kendini öldürmeyi düşünen kadınların halini hiç sormuyorum bile! Bunlar hikâye değil, bunlar yazılandan daha da acımasızca yaşanıyor. Sadece Suriye’de değil Müslümanların çoğunlukta olduğu birçok yerde yaşanıyor. Arakan’da yaşanıyor, Mısır’da yaşanıyor, Irak’ta yaşanıyor ve belki de yarın diğer ülkelerde de yaşanacak. Bu nedenle üzerimize düşeni yapmalıyız. Bir olmalıyız, birbirimizi sevmeliyiz, farklı yönlerimizi değil ortak yönlerimizi konuşmalıyız; en önemlisi de vatanımıza sahip çıkmalıyız. Unutmamalıyız ki “Vatan sevgisi İmandandır”.

 Tabi ülke olarak Müslüman halkların bizden beklentisi oldukça çok. Bunun farkında olmalıyız ve ülke olarak buna göre davranmalıyız. Doğrudur, büyük bir yükün altındayız; milyonlarca Suriyeli kardeşimize ev sahipliği yapıyoruz.


Ama unutmayalım ki biz ülke olarak onca haine, şerefsize, satılmışa rağmen ayaktaysak işte bu mazlumların duası sayesindedir. Yazıma son verirken bir önceki yazımda ve diğerlerinde beni Sayın Cumhurbaşkanımıza aşırı bağlılıkla itham edip üstü kapalı tehdit edenlere söylüyorum; siz belki gerçekleri göremeyecek kadar kör ya da aptal olabilirsiniz belki de sizin düşüncenize göre ben yanlış düşünüyor da olabilirim ama en azından düşüncelere saygınız, insanlara tahammülünüz olsun.