Bu sezon birkaç maç dışında, Trabzonspor’un bir karşılaşmaya ilk kez bu denli büyük favori olarak çıktığını hatırlıyorum. Bunda, Göztepe maçında sergilenen agresif oyun ve ortaya konan güçlü takım ruhunun etkisi oldukça büyüktü. Maç öncesinde bizim adımıza en büyük problemin de bu olacağını düşünüyordum.
Nitekim oyuncular, atmosferin de etkisiyle maça yüksek bir özgüvenle başladı ve Trabzonspor bu sezonun en iyi maç başlangıcını yaparak oyuna girdi. Ancak bu özgüven, defansif anlamda adeta celladımız oldu.
Fatih Tekke, gollerin konumlanma hatalarından kaynaklandığını ifade etti. Bu durum, oyuncuların taktik disiplinden koptuğunu açıkça gösteriyor. İlk golde Serdar Taşçı’nın topu uzaklaştırma tercihi, ikinci golde tek bir derin pasla orta saha hattının tamamen devre dışı kalması ve geri dönememesi, üçüncü golde ise Mustafa Eskihellaç’ın çevre kontrolü yapmayarak eşleştiği oyuncuyu takip etmemesi…
Bu üç majör hata, bizi beklenmedik bir skorla karşı karşıya bıraktı.
Ardından gösterilen ya da gösterilmeyen kartlar ve Beşiktaş’ın eksik kalmasıyla birlikte oyun tek taraflı bir hâl aldı. Trabzonspor beraberliği yakaladı; hatta maçı kazanma ihtimali de doğdu. Ancak bir kontra ataktan dördüncü golü yeme riski de her an vardı.
Eksik kalmış bir takıma karşı oynanan bir maç üzerinden oyun analizi yapmanın, uzun vadeli planlarımıza yön verme noktasında yanıltıcı olacağını düşünüyorum. Zubkov’un dün akşam sergilediği oyun, bize eski formuna döndüğünü mü gösteriyor, yoksa tamamen yaslanan bir takıma karşı oynanmış tek maçlık bir performans mıydı?
Onuachu’nun yokluğunda Agusto’nun tek forvet olarak görev alması, ön alanda dinamizm ve çeşitlilik kazandıracağı düşüncesini doğurmuştu. Ancak dün akşam alamadığımız verim, Felipe Agusto’nun tek forvet rolü için henüz erken olduğunu mu gösteriyor?
Ernest Muçi ise gol katkısı vermeye devam ederken, oyunun inşası ve oyun aklı noktasında istikrarlı bir ilerleme sağlayabiliyor mu?
Bu sorulara cevap aramak için bu maç yanıltıcı olabilir. Ancak sanırım üzerinde hemfikir olduğumuz birkaç başlık var. Olaigbe konusunda inisiyatif almakta biraz geç kaldık. Zira Beşiktaş maçında da üretemeyeceğinin sinyallerini önceki karşılaşmalarda net biçimde vermişti. Bunu görmek için ilk 45 dakikanın geçmesini beklemeye gerek yoktu.
Oulai hakkında da birkaç şey söylemek gerekiyor. Onu öne çıkaran en önemli özellik, özgüveniyle oyunu kriz ortamından çıkardıktan sonra sade ve doğru oynamasıydı. Ancak hakkında çıkan büyük transfer haberleri, oyununu ciddi biçimde etkilemiş görünüyor. Bu noktada teknik ekibin acil bir müdahalede bulunması şart gibi duruyor.
Ve Başkan Ertuğrul Doğan’a da biraz sitem etmek istiyorum. Uzun vadeli ve istikrarlı başarının yakalanması konusunda önümüzdeki en büyük engel; camianın sosyolojisinin doğru yöneltilmesi meselesi. Hal böyle ve Fatih Tekke ısrarla tek başına beklentinin dozunu ayarlamaya çalışırken, şampiyonluk söylemlerinin bu sürece faydasının olacağını düşünmüyorum. Başkan olduğu süreçten bu yana ilk defa işlediğini gördüğümüz, kendi oluşturduğu rasyonel ve akılcı bu yapıyı en çok kendisi korumalı.
Milli takıma gidecek olanların da ayrılması ile daha da zorlaşacak bir takvim önümüzde bulunuyor. Geldiğimiz noktanın kıymetini bilerek hareket etmeliyiz. Büyük hayaller yanıltıcı olmasın, hâlâ inşa sürecindeyiz. Bu maçlarda yaşayacağımız sürçmeler ve hatalar bize puanlardan fazlasını kaybettirmemeli.
Son olarak, dün akşam maç içinde ve sonrasında yaşananlar Türkiye’nin bir kez daha özeti gibiydi. Akan oyundan tek bir kare çekip kendi kitlesini yönlendirmeye çalışanlar… Hocaların yalnızca bir cümlesini cımbızlayıp, öncesine ya da sonrasına bakmadan nefret pompalayanlar… Yönetme kabiliyeti algı üretmenin ötesine geçmeyen insiyatif sahipleri… Kendi duyguları ve hevesleri uğruna her cümleyi kurmayı kendine hak gören sosyal medya taraftarları…
Bu sisteme su taşıyan, testinin yalnızca dışıyla ilgilenip içindeki pisliği temizlemeye niyet etmeyen bu güruh, ülke futbolunun gelişmesi ve ilerlemesi konusundaki tüm ümitlerimizi darbelemeye devam ediyor.