Kuşkusuz şiddetin tarihsel kökenlerine girmeye kalktığımızda ilk insana kadar inmemiz gerekiyor. Bilim insanlarının araştırmalarında, insanın saldırgan bir yaratık olduğu ve zaman içinde eğitilerek, sosyal hayatın içinde törpülenerek saldırganlıktan adım adım uzaklaştığı sonucuna varır. Sosyalleşen insan, şiddeti beyninin derinliklerine gömerken, çevresiyle daha barışık bir yaşam sürer!..

Bu gerçekten hareketle, bizim toplumumuzda insan ne kadar sosyalleşebilir ki? Dedelerimiz, babalarımızın çoğunluğu, eğitim modeli olarak baskıyı, şiddeti görmedi mi? Okulda, askerde, sokakta gördüğümüz hep şiddet değil mi? Okulda kaç öğretmenin eğitim aracı öğrenciyi dövmektir biliyormusunuz? İşçinin, öğrencinin, memurun, HES protestocusunun, yeşil katliamına karşı direnişin karşısında ne görüyoruz?

Polis şiddeti!..

Kadına şiddet son yıllarda çok konuşuluyor değil mi?. Aslında kadına değil şiddet!. Şiddet, kendinden zayıf gördüğüne uygulanıyor. Kadın ve çocuk da başrolde oluyor bu durumda!.. Temel sorunu ‘kadına şiddet’ olarak koyduğumuzda, bu bizi yanlış yola sevk ediyor. Asıl sorunu görme yerine, şiddete yönelen insanı aşağılayarak vicdanlarımızı rahatlatıyoruz sanki!..

Oysa, şiddet güçlünün, güçsüzü ezmesinden başka bir şey değildir. ABD’nin İrak’ı, Mısır’ı, Libya’yı, Afganistan’ı ve daha birçok ülkeyi şiddetle kan gölüne çevirdiği gibi!  Şiddet, ülkemizde iktidarın en haksız olduğu durumlarda bile, kendine muhalifleri polisle, askerle ezmesidir. İnsanımız, hiçbir zaman güçlünün, zayıfa saygı gösterdiğine tanıklık etmiyor! Haklının zaferini göremiyor. Doğrunun, yanlışı, namuslunun hırsızı yendiği bir düzenin ne olduğunu bile bilmiyor.

Ve eğitimsiz, birikimsiz, ekonomik ve kültürel geri kalmışlığı doruğa çıkmış, kişiliği gelişip oturmamış insan, tüm yaşananlarda, gerçek sorumluların, kendisinin ve temsil ettiklerinin haklarını kimlerin hoyratça gasp ettiğinin farkına varamadan saldırganlaşıyor. Saldırılarının sonunda da, en çok sevdiğini  söylediklerine onarılmaz  zararlar veriyor.

 

TARAFTAR KİME ZARAR VERDİ?

Tıpkı Trabzonspor taraftarı gibi!..

Ne yaptı şimdi Fenerbahçe maçında ‘Trabzonspor için ölürüz’ diye övünen taraftarlar!

Sahaya taş atarak, meşalelerle çimlerin üzerinde sis bulutu yaratarak, bozuk para, kapı kolu ile sahaya saldıranlar kime hizmet ettiler acaba? Tüm dünya, ‘Bravo Trabzonspor taraftarına, ne cengavermiş, kulüpleri için göğüslerini siper ettiler ve hakkının yenmesini engellediler’ türü bir övgü mü dizdi bu yapılanlara… Yoksa, “Bunlar vahşete susamış, holiganlar mı’ sorusunu gündeme taşıdılar. Bu yapılanlar, tarihi boyunca hep haksızlığa uğramış ve haklı mücadelesini vermiş olan Trabzonspor’a ne kazandırdı?

Koca bir HİÇ!

Ve büyük zararlar verdiler, Bordo-Mavili renklere!

Peki taraftar bunca zararı verirken, asıl suçlu kimdi sizce?

Futbolda şiddet bugün başlamadı. Uzun yıllardır tüm sahalarda çok acılar yaşadık. İnsanlar birbirlerine düşmanlaştırıldı. Ama Trabzonspor taraftarı büyük bir evrim geçirme noktasındaydı. Fenerbahçe taraftarıyla da arasında her hangi bir sorun yoktu. Daha 2010 yılında Şanlıurfa’da oynanan Trabzonspor-Fenerbahçe kupa karşılaşmasında iki takımın taraftarları maç öncesi kol kolaydılar. Bir yanda Bordo-Mavi, diğer yandan Sarı-Lacivert renklere kuşanmış genç erkekler, bayanlar horon tepiyor, kolbastı oynuyor, halay çekiyordu. Maçı 3-1 Trabzonspor kazanmış, dönüş yolunda da aynı manzara vardı.

 

ŞİDDETİ KİM YARATIYOR?

Ne zaman ki o şike illeti açık edildi.

Ne zaman ki, Aziz Yıldırım ve kuklalarının şike-teşvik sarmalında Trabzonspor’un şampiyonluğunu gasp ettiği ortaya çıktı.

Ve Sayın Başbakan’ın, ‘Kişilerle kurumlar ayrılsın’, ‘Avrupa’ya 3-5 yıl gitmezsek ne olur’ şeklindeki ifadelerinin ardından TFF’nin ve kurullarının bu yönde karar vermesiyle her şey tersine döndü. Önce yerel mahkeme, sonra UEFA ve CAS, Fenerbahçe’yi mahkum etti. Ardından Yargıtay, yerel mahkemenin kararını onayladı. Herkesin beklentisi artık ana sütü gibi hak edilmiş kupanın gerçek sahibine yani Trabzonspor’a verilmesiydi. Ama TFF yöneticisi, bu dosyanın kapandığını açıkladı sıcağı sıcağına… Sonra Başbakan ile oğlunun konuşma tapeleri ortaya döküldü. Fenerbahçe’yi kurtarmak için neler yaptığını anlatıyordu. Bunları yerel gazeteler bile yazamadı. Ya korkuyor, ya işbirliği içindeydiler.

Aynı Başbakan, kendine karşı yapıldığını düşündüğü için’ Gezi Olayları’ sırasında hayatını kaybedenlere bir kez olsun üzüntülerini belirtmedi, hatta onlara şiddet uygulayan polisi kahraman ilan etti. Daha üç gün önce toprağa verilen Berkin için bir tek acı ifade eden söz söylemedi. Neden?

Çünkü kendinden olmayana, ya da karşı duruş sergileyene karşı o kadar hınçlıydı ki, ölümler bile vız geliyordu! Başbakan’ın böyle davrandığı yerde sıradan vatandaşın psikolojisini düşünebiliyormusunuz? Siyasetin muhalif kanadı, şike bataklığı içinde tertemiz kalmış Trabzonspor’un ve onun taraftarının gönlünü hoş tutacak tek kelime etmemişti adeta Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe yandaşlığında sınır tanımıyorlardı. İstanbul medyası sürekli şikecileri koruyor, allayıp pulluyordu. Şike yapmış başkanın kulübü ise iki dönem aynı ismi  kahramanlaştırarak yeniden seçiyordu.

 İstanbul’da oynanan maçta, saha içinde futbolcularına yapılmayan kalmamıştı. Başkanları stat dışında saldırıya uğramıştı.. Başbakanının şiddeti içselleştirdiği, muhalefetin anlamsız tavırları, gazetelerin yazıp çizdikleri, hakemlerin sahada ezme girişimleri, TFF’nin adaletsizliği artık dayanılır gibi değildi. Köşeye sıkışan kedi bile son bir hamleyle insanın yüzünü tırmalar biliyorsunuz. Trabzonspor taraftarı da işte böyle bir çaresizlik içindeydi ve belki de Avni Aker’de yaşananlar tüm bu birikimlerin bir patlama noktası, yüz tırmalamayla kendini ifade etme biçimiydi.

Belki de provokasyon vardı. Çünkü iktidarla kol kola bir başkan ve çok sayıda taraftar grubu var Trabzonspor’da!... Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım’la bile yakın ilişki içinde olanların bulunduğunu duyuyoruz!  Ama ne olursa olsun kabullenemiyoruz bu şiddet sarmalını… Futbolu biz kolektif bir dayanışma, barış, kardeşlik, sevgi ve ahlak aracı olarak görmek istiyoruz! Çünkü futbol fabrika işçilerinin hayat verdiği bir spordur. Yani yoksulun boş zamanlarındaki sosyal bir aktivitesi olarak ortaya çıkmış, bugün milyarları peşinden sürükler noktaya gelmiştir.  Biz, endüstriyel futbolun yerine hala daha yoksul sınıfların dayanışma alanları olarak kalmasını istiyoruz futbolun!..

 

SİSTEMİN AFYONU FUTBOL!

Buradan hareketle bir başka noktaya daha dikkat çekmek istiyorum.

İsmini söylemeyeceğim; Yıllar önce bir Trabzon valisi vardı. (Dost sohbetinde konuştuğumuz için ismini açıklamayı etik bulmuyorum) O dönemde de taraftar yine isyan noktasındaydı ve tribünlerde sürekli olay çıkarıyordu. Sayın Vali, “Olsun; Gençler, futbol maçlarında, tribünde şiddet gösterisinde bulunsun. Onların biriken enerjileri sokağa  ve kendi haklarını arama mücadelesi olarak yansımasın’ demişti. 

Aslında O Vali’nin, sistemi sürdürme, sömürüyü sonuna kadar devam ettirme adına ne demek istediğini çok iyi biliyordum. Biliyordum ki, futbol bir uyuşturucu, yani afyon görevi üstlenmişti yönetenler için… Ve bu işlevini var olduğu sürece devam ettirmeliydi.

Aradan uzun yıllar geçti. Bakıyorum bir arpa boyu yol alamamışız. Çoğu emekçi çocuğu olan, yoksul insanlarımızın çocukları birbirine düşmanca bakıyor. Birbirini öldürmekten neredeyse zevk alacak noktaya gelmişler. Yazık ki; Onlar hala futbolun afyonuyla uyutulurken, sistemin egemenleri kendi saltanatlarını büyük bir keyif içinde, sırça köşklerinde, plazalarında ve şatolarında, şaraplarıyla, viskileriyle ya da zemzem sularıyla sürdürmeye devam ediyorlar!

Demem o ki buna biraz da futbol ve onun yoksul izleyicisi neden oluyor! Ve yazık ki yoksullar kamplaşıp, birbirlerini çiğnerken,  varsıllar bundan nemalanmaya devam ediyor, edecek de...

Ne zamana kadar!

Yoksul kış uykusundan uyanana kadar!..

 

GECİKMİŞ BİR DÜZELTME

Mustafa Akçay’ın istifa etmesinin ardından bir yazı kaleme almış ve ekibinin de istifa etmemesinden dolayı eleştiride bulunmuştum. Bu ekibin içine İdari Menajer Serkan Ünver’i de koymuştum. Ancak, Serkan’ın, Akçay’ın teknik ekibinin içinde olmadığını ve kendisinin Trabzonspor’a bağlı menajer olarak çalıştığını öğrendim. Bu noktada bize de düşen, onun da istifa etmemesi nedeniyle yaptığım eleştiriyi geri almaktır.  Serkan Ünver, Mustafa Akçay’ın menajeri olarak göreve gelmemişse, bırakmaması kadar da doğal bir şey olamaz. Ancak diğer yardımcıların göreve devam etmelerinin kabul edilebilir yanı yoktur!