Geçtiğimiz günlerde TBMM Turizm Komisyonu’nun Trabzon’da toplanması, ilk duyduğumda içimi kıpır kıpır eden bir haberdi. Nihayet dedim, bu şehir turizm potansiyelini sadece katalog sayfalarında değil, karar masalarında da konuşturacak. Üstelik komisyonun başında, Trabzon milletvekili Adil Karaismailoğlu var. Daha ne olsun?

Ama heyecanım uzun sürmedi. Neden mi? Çünkü bu masada şehirde turizmin yükünü çeken, misafirin derdiyle birebir uğraşan isimler yoktu. Yani, bu işi fiilen yapan insanlar… Seyahat acentaları, otelciler, rehberler, taşımacılar… Kısaca turizmin “sahadaki aktörleri”.

TÜRSAB Trabzon Bölge Başkanı Volkan Kantarcı’nın tepkisi tam da bu yüzden çok yerinde. Diyor ki: “Turizmin dinamikleri olmadan sorun tespiti de, çözüm üretimi de olmaz.” Haksız mı? Değil. Çünkü turizm dediğimiz şey masa başı bir iş değil. Broşür değil, istatistik hiç değil. Bu iş, sabah kapısını açan otelcinin yüzünde, tur otobüsünün kontağını çeviren şoförün yorgunluğunda, acentenin yoğun sezon planında şekillenir.

Düşünsenize; bu şehirde yıllardır “turizm” konuşuluyor. Ama ne zaman gerçekten sahayı dinledik? Birkaç kurum temsiliyle, birkaç sunumla olacak şey değil bu. Evet, toplantı Trabzon’da yapıldı, evet önemliydi. Ama keşke daha kapsayıcı olsaydı. Keşke bu işin mutfağındaki insanlara da kulak verilseydi.

Artık bu bakış açısını değiştirme zamanı. Turizmi yukarıdan konuşmayı bırakıp, aşağıdan dinlemeye başlamalıyız. Yani veriden önce hikâyeyi, plandan önce sahadaki sesi duymalıyız. Çünkü bir şehri turizmde marka yapan şey, sadece manzarası değil; o manzarayı anlatan rehber, onu pazarlayan acenta, o manzaraya karşı çay sunan esnafın samimiyetidir.

Bundan sonraki süreçte dileğimiz şu: Böyle toplantılar olsun, ama eksik olmasın. Geniş katılımlı, sahayı içeren, kapsayıcı bir dille yürüsün. Aksi halde, turizm konuşuruz konuşmasına ama ne konuk ağırlayabiliriz ne güven veririz.

Unutmayalım, Trabzon sadece “güzel” bir şehir değil; aynı zamanda aklı olan, fikri olan bir şehir. Yeter ki o akla danışmayı bilelim.